OHAL Böyle Yürütülmemeli
Türkiye 15 Temmuz’da korkunç bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldı. Böyle bir durumda Olağanüstü Hal ilan etmek meşru bir tedbiri ifade ediyordu.
OHAL keskin kılıçtı ve olağanüstü özenli kullanmak gerekiyordu. Ama maalesef öyle olmadı.
Ve son olarak 686 Sayılı KHK ile 330’u akademisyen, 4.500 civarında kamu görevlisinin işten atılmasıyla, OHAL yetkilerinin amacını aşan ve ihlal üreten bir şekilde kullanılması sorunu bir kez daha can yakıcı biçimde gündeme geldi.
OHAL yetkilerinin bu türden toplu ihraçlar şeklinde kullanılması yanlış. Tek tek her memur ve akademisyenin suçu ispatlanmaksızın yapılan kolektif ihraçlar hak ihlali anlamını taşıyor.
Darbeye teşebbüs, cinayet veya başka türden bir suç işleyen herkesin hukukun öngördüğü biçimde cezalandırılması meşrudur. Suçlu olduğu yönünde şüphe olanı da yargılarsınız; ama zaruri değilse peşinen tutuklamadan; bir anda işten atıp çoluğunu çocuğunu da cezalandırmadan.
Ölçü bellidir aslında. Bir gruba karşı tepkiniz sizi adaletten alıkoymamalı. Kızmakta ne kadar haklı olursanız olun, ahlaki ve hukuki sınırlarınız sizi bağlamalı.
Darbeye karışanı, suç işleyeni cezalandırmak meşrudur; ama FETÖ ile mücadeleyi tabanı-tavanı birbirine karıştırıp on binlerce kişiyi işten atıp açlığa mahkum ederek, bölünmüş aileler, ortada kalmış çocuklar, intiharlar ve başka türden trajediler üreterek yapmamalı.
Reina Katliamı için “İşletmecisi ve tüm çalışanları Alevi olduğu için Noel Baba kılığındaki Sünni Müslümanlar İstanbul'da silahla insanları taradı” dediği söylenen modacı, ayrımcılık suçu işlediği iddiasıyla yargılanabilir, hapsedilebilir; ama uçaktan inerken dövülmesine izin verilemez.
Katliam sanığına hukukun öngördüğü en ağır ceza verilebilir, ama ağzı gözü kırılamaz.
Soykırım suçlusu olsa dahi herkesin hakları olduğu ve kimsenin gayri insani muameleye tabi tutulamayacağı için değil sadece. Kendimiz için. İnsan onurunu temel alan bir düzende yaşama hakkımızın bu görüntülerle ihlal edilmemesi için.
OHAL’de yaşanan bu ve benzeri ihlallere bir son verilmeli.
Cumhuriyet tarihinde “işkenceye sıfır tolerans” iddiasıyla ortaya çıkan ve bunu gerçekleştirme onuruna erişen bir hükümet, bu görüntülerle kendi tarihi başarısını kendi elleriyle birkaç ayda eritmemeli.
17-25 Aralık’ta “tecahül-i arif” sanatını kullanarak, Cemaat’in operasyon yaptığını bal gibi bildiği halde “lütfen herkes yargı kararlarına uysun” diyerek seçilmiş hükümetin alaşağı edilmesine sessiz kalıp, onlar lehine propaganda yapan gazeteci ve yazarlara haklı olarak öfke duyabilirsiniz; ama bu hukuki bakımdan zayıf iddianamelerle onların tutuklu olarak yargılanabildikleri sorununu görmeyi engellememeli.
Yol yakınken bu toplu işten çıkarmalara bir son vermeli. Hukuki olarak suçlanan kişilerle ilgili olarak da tutuksuz yargılamanın esas, tutuklamanın istisna olduğu kuralından hareket edilmeli. Gözaltına alma sürecinde ve sonrasında yaşanan ihlallere ilişkin iddialar ciddiye alınmalı.
Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa Ak Parti döneminde üniversitelerde YÖK’ten farklı düşünen öğretim üyeleri seslerini çıkarabilmişlerdi; Kürt Sorunuyla, Ermeni Sorunuyla ilgili en aykırı görülen fikirlerin bile ifade edilebileceği bir atmosfer ortaya çıkmıştı. OHAL sürecindeki bu toplu ihraçlarla şimdi bu başarı da eritiliyor.
Suç işlediği düşünülen akademisyenler için dava açılmalı elbette; ama akademik özgürlük ilkesinin gereği olarak, öğretim üyelerine yönelik toplu işten atmalara son verilmeli ve atılanlar görevlerine iade edilmeli.
OHAL, darbeci unsurların devlet içinden temizlenmesi için istenmişti ve sadece o amaca hizmet etmeli.
Bunu da adaletle yapmalı ve uzatmamalı.
Yeni Yüzyıl
YAZIYA YORUM KAT