Öfke ve nefreti neden işgal ve katliam politikalarına değil de mültecilere yöneltiyorlar?
Vesvese ve korkuyu büyütüp kronikleştirmek üzerine kurulan bir iktidar stratejisi olduğu besbelli. “İktidar aritmetiği” denilen hikâyenin ana konusu ve işleyişi somut ilke ve adımlar üzerine ilerleyerek inşa edilmiyor ne yazık ki. Sadece yaşadığımız son sürece baksak dahi Covit-19 pandemisi, Ege ve Akdeniz’i saran orman yangınları ve Suriyeli mültecilerin ardından Afgan mülteciler üzerine geliştirilen gündem belirleme çabalarının dehşetengiz bir biçimde vesvese ve korkuyu derinleştirip kronikleştirmek üzere şekillendirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Vesvese ve korku temelli gündem belirleme çabası tabii ki temel dayanak ve meşruiyeti Ata/Türkçü perspektiften, ulusalcı-seküler sembol ve söylemlerden neşet ediyor daha çok. “Türklerin eşsiz toplumsal karakterini yabancı unsurlarla bozmak, Türkiye’nin Kemalist Cumhuriyet’le elde ettiği mükemmel kazanımlarını aşındırmak, ülkemizin gayri safi milli hasılasını bedevi-yabani kaçkınlara peşkeş çekmek” vd. türünde ajitasyon ve provokasyon malzemesi bitimsiz bir seferberlik halinde üzerimize boca ediliyor.
Üstelik mülteci korku ve nefreti üzerine kurulan bütün bu kirli kampanyalar “avam, lümpen proleterya veya eğitimsiz cahil kitleler” tarafından değil bilakis eğitimli, gelir düzeyi yüksek ve ayrıcalıklı sınıflar tarafından organize ediliyor. Aydınlanma ve ilerleme ilkelerini şiar edinmiş olduklarını, hukuk ve demokrasiye bağlı olduklarını, halkların kardeşliğini yaşatmak için çırpındıklarını sık sık haykırıyorlar lakin tebessüm eden, az biraz eğlenen, denize girip serinleyen birkaç mülteci gördüler mi dolunay görmüş gibi her biri süratle “kurt adam”a dönüşebiliyor.
Sorunun Kaynağını Değil Mağduru Tartışmak
Mültecileri ve mülteciliği bütün cepheleriyle tartışmak durumundayız elbette. Ancak mülteciler meselesi Türkiye’de üstelik muhalefet cephesi tarafından tek kalemde “istemezuk, derhal defolsunlar” sloganlarıyla bastırılıp boğuluyor. Daha doğrusu toplumsal çatışmaya sebep olacak kadar sistematik bir biçimde kışkırtılıyor. Bu kışkırtmalar bir yönüyle ulusalcı-ırkçı kıskançlık ve korku duygularıyla harmanlanıyor diğer yönüyle de mültecilik sorununun asli kaynağı olan işgal, sömürü ve katliam politikalarını gizlemeye matuf bir takım kirli hesaplar içeriyor. “Neden geldiler, ne yaşadılar da ülkelerinden kaçıp buralara sığındılar?” gibi soruları sormak da sorunun asli ve öncelikli kaynağına dikkat çekmek de lüzumsuz hatta akılsızca bir iş sayılıyor.
NATO şemsiyesi altında Afganistan’ı 20 yıldır işgal ve katliam politikalarıyla yakıp yıkan Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Belçika’nın, Güney Kore ve Japonya’nın işlediği suçları konuşmak hiç mi aklınıza gelmiyor? Şehirleri köyleri, mahalleleri, haneleri yıkılmış, tarlaları bağları yakılmış, hayvanları telef edilmiş milyonlarca insanın ağır faturasını NATO-Amerika bileşenleri gibi Türkiye’deki CHP-İYİ Parti cephesinin başı çektiği mülteci düşmanı siyasi kadrolar da görmezden geliyor, hiç ama hiç umursamıyor. Suriyeli muhacirlere karşı öfke ve düşmanlık tırmandırırken varil bombalarından kimyasal katliamlara değin on binlerce insanlı suçunu deruhte eden Esed/Baas rejimine dair hemen hiçbir olumsuz cümle kuramıyorlar mesela.
Rusya ve İran’la birlik olup şehirleri köyleri yakıp yıkan, milyonlarca insanı katledip tehcir eden Esed/Baas rejimini değil de ülkemize sığınmış Suriyeli muhacirlere yapılan asgari düzeydeki yardımı (ki önemli bir kısmı AB Fonları ve Sivil Toplum tarafından karşılandı) öfke ve nefretle tartışan CHP-İYİ Parti cephesinin adalet, ahlak, vicdan ve merhamet anlayışının Avrupa’da yükselen Neo-Nazi ve aşırı sağcı çizgiyi bile aşan ırkçı-ayrımcı bir karakter taşıdığı aşikârdır.
İşgal ve Katliamların Sebep Olduğu İklim Değişikliği
Geçen seçimlerde Cumhurbaşkanı adayı olan ve 2023’te de Cumhurbaşkanı olmak üzere hevesini hiç saklamayan İYİ Parti Genel Başkanı meral Akşener’in iki farklı beyanına bir bakalım da mülteciler meselesi üzerinden ülke ve dünya gündemine dair sahip olduğu bilgi, tecrübe ve ufku hakkında biraz malumat sahibi olalım. Bartın’da esnaf ziyareti sırasında gazetecilerin bir sorusu üzerine İYİ Parti lideri Akşener aynen şu cümleyi kuruyor: “Afganlarla ilgili dedikodu şu, benim resmi bir bilgim olmadığı için dedikodu anlamında söylüyorum. Doğru da olabilir yanlış da olabilir.” Bakın kulis bilgisi filan bile değil “dedikodu” üzerinden ilerliyor beyanlar. Ne Amerika Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı arasında verilen beyanatların nasıl bir ayrışma ve gerilime sebep olduğunun farkında ne de Brüksel’de, Londra’da, Berlin’de, Tahran ve İslamabad’da oluşturulmaya çalışılan yol haritalarına Ankara’nın nasıl yaklaştığından bir haberi var Akşener’in. Neden olsun ki; ulusalcı ajitasyon ve provokasyonu tetikleyen dedikoduları iktidara giden en kestirme ve en kolay yol bellemişler.
Kastamonu ziyareti sırasında da “göç bir dünya gerçeği” cümlesini kurmuştu Meral Akşener ancak çok şikâyet ettiği Suriyeli ve Afganlı göçlerin sebebi olarak işgal ve katliama değil de “iklim değişikliği ve kuraklık” meselesine parmak basmıştı. Rusya ve İran’la beraber Suriye’de Esed marifetiyle değişen iklimde kurşunların, füzelerin, kimyasal silahların rolünden hiç habersizmiş gibi sıcak hava dalgasına yüklenen bu aşırı anlamlar saflık ve cehaletten mi kaynaklanıyordu acaba? Afganistan’daki iklim değişikliğinde Amerikan ve İngiliz füzelerinin, sığınak delen bombaların, okul ve mescitlere yağmur gibi yağan Scud füzelerinin, on binlerce çocuk ve kadının bacaklarını koparan kara mayınlarının üzerine düşünmeye hiç zahmet etmeyin lütfen. Gerici Afganların, yobaz Taliban taraftarlarının, modern bilime sırt çeviren ve ulus olmayı başaramamış ilkel Arap kabilelerin başına ne gelse yeridir, değil mi?
İşgal ve katliam politikalarını tartıştırmamanın en garantili ve kolay yolu, toplumun en zayıf ve en çaresiz insanlarına karşı öfke ve düşmanlık büyütmekten geçiyor elbette. Bir taraftan hemen hiçbir sağlam ve somut proje üretmeden iktidarı devirmek üzere diğer taraftan bölgedeki despotik rejimlerle ve küresel çapta emperyalist devletlerle aranızı iyi tutarak resmi ve gayrı resmi müttefiklerinize statükonun bozulmayacağına dair sağlam teminatlar vermiş oluyorsunuz.
Mültecilere yönelik örgütlenen öfke ve nefret iktidar aritmetiğinin en sağlam ortak paydası olarak karşımıza dikilmiş durumda. “Bunlar Ata/Türkçülükten uzaklaşıyorlar veya FETÖ’yle yakınlaşıyorlar” gibi saçma sapan ve ahlakdışı siyasal iletişim tekniklerini terk edip Millet İttifakı’nın asli karakterine karşı ahlaki, hukuki ve vicdani bir siyasal söylemi yürürlüğe sokmak gerekiyor.
YAZIYA YORUM KAT