Öcalan'ın kara kaşı, kara gözü için değil
Abdullah Öcalan'la BDP heyetinin görüşme notlarının (tutanakların değil), basına sızdırılması bazı yazarlarımızın aklını karıştırmış görünüyor.
Onlara hatırlatmakta fayda var:
1.Devlet, Öcalan'la 'Hegel'i aştığı' için görüşmüyor.
2.Gayrimüslimler hakkındaki fobiye varan siyasî görüşleri için görüşmüyor.
3.Türkiye hatta dünya tarihi hakkındaki, benmerkezci ve büyüklük kompleksini yansıtan okumaları için görüşmüyor.
4.Cemaatler hakkındaki kötücül iddialarını dinlemek için de görüşmüyor.
Ama Stalinist yapısını önemli ölçüde muhafaza eden, tarihi şiddet üzerinden zorlayıp kırılmalarla ilerletebileceğini sanan silahlı bir örgütü siyasal alana çağırma kabiliyeti olduğu için görüşüyor.
Yani Devlet, Öcalan'la kara kaşı, kara gözü ve hatta Mandela olma ihtimali için değil; PKK'ya şiddetten öte bir yol olduğunu gösterebileceği için görüşüyor.
Mandela demişken, ünlü 'Ölmeye hazırım' konuşmasında şu sözleri söylemiş birisinden bahsettiğimizi unutmayalım:
'Haziran 1961'in başında, Güney Afrika'nın durumu üzerine uzun bir değerlendirmeden sonra, ben ve bazı meslektaşlarım, şiddetin bu ülke için kaçınılmaz olduğu sonucuna varmıştık. Afrikalı liderlerin, hükümetin taleplerimize şiddetle karşılık verdiği bir ortamda barışı ve şiddetsizliği savunmasının gerçek dışı ve yanlış olduğu sonucuna varmıştık (...) Her ulusun hayatında, sadece iki seçeneğin kaldığı bir an gelir: Teslim olmak ya da direnmek. İşte o an Güney Afrika için gelmişti. Teslim olmayacak ve halkımızın savunması, geleceği ve özgürlüğü için var gücümüzle vuracaktık.'
Öcalan da 1970'lerden itibaren çok farklı düşünmüyordu. Mesela 'Kürdistan'da Zorun Rolü' kitabında şöyle diyordu:
'Kürdistan'ın tarihsel – toplumsal yapısında zorun oynadığı rolü iyi analiz eden, çözümlemeye tabi tutan ve bu anlamda meşru savunma kapsamında şiddeti de içeren direniş yöntemlerini geliştiren ancak varlığını koruyabilmekte ve meşru haklarını savunabilmektedir. Aksi tüm yaklaşımlar imhaya da teslimiyete götürmektedir. İşbirlikçiliğin- teslimiyetin ve ihanetin maddi temeli de böyle oluşmaktadır.'
Şimdiyse şöyle diyor:
'Yeni diyalog sürecine yükleniyorum. Dostlarımızın ve halkımızın eski kalıp mücadeleleri bir kenara atmaları lazım. Eski yaşam alışkanlıkları topyekûn bırakmak gerekir. Neden, çünkü bu bir rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, 1950 çok partili hayata geçişten çok daha önemli, bu hepsinden daha derinlikli olacak. Başarılı olursak, yepyeni bir Cumhuriyete… Radikal demokrasi, tam demokrasi, Anadolu ve Mezopotamya'nın tam demokratikleşmesi, hazırlığım bu yönde. Şimdiye kadar olanlar ısınma hareketi idi. Bütün felsefi ve örgütsel birikimimi bu yönde PKK'yi hazırlamak ve dönüştürmek için kullanıyorum. Bu en köklü adım. Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci.'
Ayrıca Öcalan, anayasada Kürt kimliğinin anılmasını değil, anayasal yurttaşlık şemsiyesini savunuyor.
'Demokratik Özerklik' gibi maksimalist bir projeyi değil, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki çekincelerin kaldırılmasını öneriyor.
Türkiye'de yaşayanları ortaklaştıracak yeni bir anayasanın, silahlı mücadeleden daha önemli olduğuna vurgu yapıyor.
Bir zamanlar 'Ölmeye hazırım' diyen Öcalan, şimdi 'Yaşatmaya hazırım' diyor. Zaten devlet de uzun zamandır bunu diyor. Bu imkân değerlendirilirse, gerisi teferruattır.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT