Obama'nın ateşle imtihanı başlıyor
Tüm dünya tarafından yakından izlenen seçim kampanyası sonrasında ABD başkanlık yarışını kazanan Obama olmuştu. Seçimin Obama lehine sonuçlanmasında birçok neden vardı ve bu nedenlerin tümü de ABD'nin iç sorunlarıyla ilgili değildi.
G.W. Bush ekibinin ABD'de daha az olmakla birlikte dünya genelindeki kural tanımaz politikaları, sadece Amerikan karşıtlığının yaygınlaşmasına yol açmadı. Aynı zamanda ABD'yi küresel sistemin temel belirleyicisi yapma çabası başarısızlıkla sonuçlandı. Üstelik ağır bir siyasal ve mali fatura ortaya çıktı. Bu ortamın Obama'nın kazanmasında etkisi büyük oldu, Obama ve ekibi de doğrusu Bush ekibinin her uygulamasının neredeyse tersinin uygulanacağını ima eden vaatlerde bulundu. Son derece 'demokrat' bir tutum içinden eşitlik, adalet, uzlaşı, işbirliği ve ekonomik gelişme kavramlarına öncelik verildi. İyimser ve yapıcı bir görüntü sergileyen Obama, aynı zamanda güçlü bir lider izlenimi verdiğinden ABD ve dünya sorunlarını çözmede sihirli bir değnek muamelesi gördü. Bununla birlikte seçilmesi ile başkanlık koltuğuna oturması arasında geçen sürede Obama yönetimi için bazı değişiklikler ortaya çıktı.
Öncelikle belirtmekte yarar var ki en temel değişken derinleşen mali kriz oldu. Krizin boyutlarının nereye kadar tırmanabileceği kısmen öngörülmüş olsa bile, etkilerinin çok hesaplanamadığı ve Obama'nın da bu koşullarla karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Söz konusu kriz, yeni ABD yönetiminde bazı önceliklerin yerini değiştirmesine yol açacak bir başlangıç maliyeti olacak gibi. Obama, koltuğuna yerleşmeden önce siyasetinin nasıl düzenleneceğini bir dizi resmi ve akademik dokümanla duyurmuştu. Buna göre bir yandan ABD'deki ekonomik düzensizliğin eşitlik sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmesi öngörülürken diğer yandan ekonomik ve mali araçların dış politikada daha fazla kullanılacağı ilan edilmişti. Bu çerçevede ABD, öncelikle zaten ciddi biçimde ekonomik ve mali ilişkilerin bulunduğu ülkelerle olan sorunların giderilmesini hedef gösterdi. Kanada ve Meksika ile birlikte olduğu NAFTA'nın daha da aktif hale getirilmesi ile AB ülkeleriyle olan ticari sorunlar öncelik olarak açıklandı. Ayrıca kalkınmakta olan ülkelerin ekonomik olarak desteklenmesini, yapısal sorunların giderilmesi konusunda yardım yapılmasını ve siyasal istikrara katkı sağlanmasını hedefe koydu. Özellikle tarım ve enerji alanlarına yapılacak yatırımların ABD tarafından desteklenmesi öngörüldü. En fakir ülkelerin tüm borçlarının silinmesi bile programında yer aldı.
'Kesenin ağzını açma' olarak ifade edilebilecek bu politika, ekonomik kriz nedeniyle uzun bir vadeye yayılabilir ve bazı ülkeler destek listesinden çıkarılabilir. Bununla birlikte Obama yönetiminin bu politikadan tamamen vazgeçeceği düşünülmemeli. Obama yönetimi, ABD'nin küresel askeri faaliyetlerindeki tek taraflılığı terk etme eğiliminde. Hemen belirtelim bu, küresel beklentilerin değil, beklentilere ulaşma araçlarının değiştirildiği anlamına geliyor. Küresel askeri faaliyetlerin 'getirisi'ni kısmen başka ülkelerle paylaşmak isteyen ABD, doğal olarak bu ülkelerin 'götürüyü' yani maliyeti de paylaşmalarını talep ediyor. Bu yolla askeri ve stratejik faaliyetlerde daha az görünür olmayı tercih eden ABD, bu alanda küresel kuruluşların ya da AB, NATO ya da Şangay Örgütü gibi örgütlerin daha aktif olmasını istiyor. Bu çerçevede askeri harcamalardan yapılacak tasarrufun diğer alanlara kaydırılması mümkün.
Hiçbir şey seçim öncesinde olduğu gibi değil
Obama yönetiminin küresel işbirliği, uluslararası örgütleri etkin kılma, hiçbir oyuncunun dışlanmaması gibi yaklaşımlarını yaşama geçirmesinin önündeki bir diğer zor aşama ise 'Gazze sorunu'. Yeni ABD yönetimi, ABD'nin tehditlerini uluslararası terörizm, yaygınlaşan nükleer silahlar ve haydut devletler olarak açıklayarak aslında Bush yönetiminden çok farklı bir tanımlama yapmadı; ama aralarında büyük bir yöntemsel fark var. Obama yönetimi, tüm bu başlıklarda küresel ortaklık öngörüyor ve bu çerçevede, her zaman diplomatik kanallarla olmasa bile, her oyuncuyla görüşülmesinden yana. İran, Suriye, Kuzey Kore ya da Hamas, Hizbullah bu çerçeveye giriyor. Üstelik örneğin nükleer silah bulunduran ya da üreten ülkelerin tesis ve depolarının bile uluslararası "yumuşak" denetime açılmasını önerdi. Barışçıl nükleer faaliyet sürdüren ülkelerin de silahlanma yolunu açacak uranyum zenginleştirme işlemine kalkışmamalarını ve çokuluslu girişimlere öncelik vermelerini savundu. Bu kapsama Suudi Arabistan ve İsrail giriyor mu belli olmasa da Pakistan'ın girdiği kesinlikle söylenebilir.
Tüm bu yaklaşımların yaşama geçmesi konusunda Obama yönetiminin bir iradesi olsa bile, politikanın oturduğu temel düzlem diğer oyuncuların bu öneri ve davetlere katılmaları. Diğer bir ifadeyle ABD'nin önerdiği ortaklıklar, ancak diğerleri kabul ederse uygulanabilir. Bu karşılıklılık durumu ilk sınavını "Gazze sorunu" sırasında verecek gibi. Obama yönetiminin seçim öncesiyle seçim sonrası koşulları bakımından bir diğer beklenmeyen gelişme olan Gazze krizi, tam da önceliklerin ve diğer oyuncuların sınandığı bir yer haline gelecek.
Aslında İsrail üç hafta boyunca ortalığı kasıp kavurduktan sonra tam Obama yemin edip koltuğuna otururken ona ateşkes ilan etmiş bir ülke sundu ve dolayısıyla ABD politikalarının birinci ayağı olan işbirliği ve uzlaşıya taraf olacak gibi davrandı. Öte yandan ikiye bölünmüş Hamas'ın bir kanadının da bu koşulların dışında kalmayacak şekilde ateşkes ilan ettiği görüldü. Obama'ya göre İsrail, terörizmle mücadele eden ve meşru savunma hakkını kullanan bir ülke, öte yandan Filistinliler de mağdur olmuş bir halk. Şiddete başvurduğu sürece ABD açısından meşru alana taşınamayacak olan Hamas, bu aracı bıraktığında ve muhtemelen El Fetih altına dahil olduğu sürece dikkate alınacak. Ancak sorun tam da bu konularda çıkmış, Filistinliler önce birbirlerine girmiş, Abbas yönetimi bu çatışmalardan galip çıkamayınca İsrail devreye girmiş ve çaresiz kalan Hamas'ın Abbas yönetimine boyun eğmesi hesaplanmıştı. Sonuç, araya giren bir dizi devlete rağmen savaş olarak ifade buldu ve savaşı başlatanın da bitirenin de İsrail olabileceği ortaya çıktı. Bu durumda Hamas, İsrail iradesini reddederek yeniden silaha başvurabilir ve İsrail de yeniden saldırabilir; bir hafta süre var. Bu bir hafta içinde İsrail Hamas'ın silahlardan; Hamas da bölgenin askerlerden arındırılmasını istiyor.
ABD yönetimi için zor bir hafta söz konusu zira tek başına ağırlığı nereye verse sorun büyüyecek. Bununla birlikte işi kolaylaştıran bir durum var ki o da arabulucu ülkeler. Bir yanda Mısır liderliğinde İsrail'i, öte yanda Suriye liderliğinde Hamas'ı ikna grupları var. Türkiye de bu iki ikna grubunun arabulucusu. Türkiye'nin oynadığı role çok ihtiyaç var, zira bu grupların ikna faaliyetinin sonuç alması için her iki taraf üzerinde de caydırıcılığı olan bir değil iki büyük güce ihtiyaç var; bu iki büyük güç Bush döneminde epey gerilmişlerdi. Burada kast edilen, Obama yönetiminin tek taraflılık yerine çok taraflılığı seçeceği düşünülürse bu sorunda yanına Rusya'yı alması gerekliliği. Rusya ile ABD'nin Ortadoğu'ya birlikte ağırlık koyabilmeleri için önce bir dengeleyici oyuncuya, Türkiye'ye ihtiyaç duyacakları düşünülebilir. Bu gerçekleşebilirse, iki gücün baskısı Gazze sorununa yol açan tüm oyuncuların hareket yeteneğini sınırlayarak "ortak metin" üzerinde fedakarlıklar yapılmasını olanaklı kılar. Kısacası Obama yönetiminin ilk sınavı için fazla süresi yok, ama bu sınav diğer oyuncuları da ilgilendiriyor. Zira Obama yönetiminin elinde sadece "havuç" değil bol miktarda "sopa" da bulunuyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT