O Ses Kayıtları Olmasaydı?
İnternete düşen ses kayıtlarının derin devletin deşifre edilmesinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu yakın geçmişte hep birlikte gördük.
Gülay GÖKTÜRK, Hükümet tarafından 3. Yargı paketinde ses kaydının yayınlayan gazetecilere 5 yıl hapis cezası vermeyi öngören yasa tasarısını yorumluyor:
Ses kayıtları
Adalet Komisyonu'nda kabul edilen 3. Yargı Paketi taslağında yer alan "Aleniyet kazanmış ses kaydını haber yapan gazetecilerin 5 yıl hapisle cezalandırılmasına" yönelik düzenlemeyi şaşkınlıkla karşıladım.
Düşünün ki, söz konusu olan bir haber! Hem de doğruluğu teyit edilmiş, kamuoyunu yakından ilgilendiren, bazen hayati önemde bir haber. Daha önce bir medyada yayınlanmış olsa da, kamu yararı olsa da, suç içerse de, sen bu haberi değerlendiremezsin, okurlarına duyuramazsın, yoksa beş yıl hapis yatarsın, diyorsunuz gazeteciye.
Merak ediyorum; bu düzenlemeyi hazırlayanlar şöyle bir durup düşünmediler mi ki, suçu deşifre eden bir ses bandıyla, bir suçüstü fotoğrafı ya da bir yazılı belge arasında habercilik açısından hiçbir fark yoktur.
Ses bandının sahte olması ihtimali varsa, fotoğrafın da fotoshoplu olma tehlikesi, belgenin de sahte olma ihtimali vardır. Ses bandı da, fotoğraf da, yazılı belge de doğrulanmaya muhtaçtır ve bunu doğrulamak da o dokümanı yayınlayan yayın organının sorumluluğundadır. Eğer yayınladığı dokümanın sahte olduğu tespit edilirse Basın Kanunu'nda yazılı cezayı çeker.
Peki o zaman, neden suçüstü fotoğrafını ya da belgesini yayınlayan gazeteciyi de hapse atmıyorsunuz? Neden yasağı iyice genişletip gazeteciliğin çanına ot tıkamıyorsunuz?
Hepsi doğru çıktı
Dikkat ederseniz, şimdiye kadarki hiç bir ses kaydı yalanlanmadı. Hiç kimse çıkıp da bu ses benim değil, bu konuşmaları ben yapmadım, diyemedi.
Ses bantlarının elde ediliş biçimi elbette hukuki delil sayılıp sayılmamalarını etkiledi, mahkemeler kimilerini delil saydı; kimilerini saymadı.
Ama isterse hukuki delil sayılmasın; bizlerin gerçekleri öğrenmesini sağladı ya, siz ona bakın...
Basın Kanunu, basın ahlak ilkeleri zaten özel hayatın ihlalini yasaklıyor. Basın zaten yalan yanlış haber yaptığında bunun cezasını ya hapis ya da tazminatla ödüyor.
Demek oluyor ki, bir ses bantı zaten sahteyse, düzmeceyse ya da doğrudan özel hayatı ilgilendiriyorsa, bunun yayınlanması zaten suç.
Peki o zaman, bantlarla ilgili bu yeni düzenlemenin amacı ne?
O ses kayıtları olmasaydı
İnternete düşen ses kayıtlarının derin devletin deşifre edilmesinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu yakın geçmişte hep birlikte gördük. Her bir ses kaydı, bizim göremediğimiz, bilemediğimiz bir dünyanın duvarlarında bir pencere açtı. Biz o ses bantları sayesinde darbecileri en gerçek, en samimi halleriyle gördük.
Gördük ve tüylerimiz ürperdi...
Eğer bugün toplumun büyük çoğunluğunda bir darbe bilinci oluştuysa, darbecilerin en samimi halleriyle yakalayan o ses bantlarının rolü büyüktür.
İçinde bin bir türlü darbeci klik fink atarken, hâlâ ordunun en güvenilir kurum olduğunu düşünen halkımız, bu ses bantları sayesinde, o korkunç kıyım planlarını kendi kulaklarıyla duyunca inandı ordunun temizlenmesi gerektiğine.
Peki şimdi ne oldu da rahatsız olmaya başladınız ses bantlarından?
Davaları elbette etkileyeceğiz
Eğer mesele sürmekte olan davaları etkilemekse ben zaten bunun suç olduğuna hiçbir zaman inanmadım.
Daha önce de yazdığım gibi, "Millet adına" görev yapan bir heyetin, milletin fikirlerinden, kanaatlerinden ve vicdanından etkilenmeden, onu dikkate almadan, milletin farklı kesimlerinin içinden çıkan farklı fikirleri öğrenmeden, toplamda yürümekte olan tartışmaları izlemeden sağlıklı hüküm vermesi olacak iş midir?
Üstelik, bu mesele, yani yargının kamuoyundan etkilenmesi ve kamuoyu baskısını üstünde hissetmesi meselesi,
Türkiye özelinde daha da hayati bir önem taşıyor.
Zira hepimiz biliyoruz ki bu ülkede yargı mensuplarının -özellikle de siyasi içerikli davalar söz konusu olduğunda- görevlerini yaparken, gerçekleri aramaktan çok, devleti koruma ve kollama gibi bir refleksleri var.
Bu refleks yüzündendir ki, şimdiye kadar derin devletin hiçbir operasyonu büyük kamuoyu baskısı olmadan yargı tarafından resen dava konusu yapılmadı. Hiçbir soruşturma, gazeteler olayı deşifre edip de kamuoyu baskısı oluşmadan başlamadı. Eğer bugün darbeler 32 kısım tekmili birden yargılanabiliyorsa, derin devletin derin operasyonları deşifre oluyorsa, bu, davaları dikkatle izleyen ve davaların gidişatını etkilemek için kesintisiz mücadele veren basın ve demokratik kamuoyu sayesinde oluyor.
Toplumun el atmadığı hiçbir alanın temizlenmesinin mümkün olmadığını o kadar çok örnekle gördük ki, kimse bize "sürmekte olan davaları etkileme"nin sakıncalarından söz etmesin.
BUGÜN
HABERE YORUM KAT