O Çocukların Meskeni Dağlardır, Dağlar!
İnsanı kibir ve gurura, kendini beğenmişlik ve başkasını küçümsemeye sevk eden pek çok sebep olabilir. Bu türden duygu sapmalarının siyasi, iktisadi, psikolojik sebepleri olabileceği gibi ideolojik sebepler de bu tutumun ortaya çıkışında hiç de azımsanamayacak bir yer tutar. Ulusalcı-milliyetçi ideolojilerse birey ve toplumu bu kibir ve gurur hastalığına sürüklemekte, kendini beğenmişlik ve başkalarını küçümseme bataklığına iteklemekte başat amil sayılabilir.
Bu coğrafyada “Türklük gurur ve şuuru” denilen melanetin ne onulmaz acılara sebep olduğuna şahit olanlar “Kürtlük gurur ve şuuru” versiyonunun başımıza ne büyük musibetler sardıracağını elbette çok iyi bilirler. Ulusalcı-milliyetçi kimliğin Türk-Kürt, Arap-Fars bütün toplumlarda adalet ve merhamet duygusunu öldürüp düşmanlık ve çatışma hırsını nasıl hortlattığı en hazin haliyle ortada değil mi? Türk ulusal-milli kimliği bu ülkeye ve topluma ne kazandırdı ve kaybettirdiyse Kürt ulusal-milli kimliği de farklı olmayacaktır ve olmasına da imkân yoktur.
Anaların Acıları Teferruat mıdır?
Çocukları PKK-BDP marifetiyle dağa çıkarılan annelerin Diyarbakır Belediyesi önünde gerçekleştirdikleri eyleme gösterilen tepkiler bu noktada çok öğretici olmuştur. Mesela hem Kandil’den hem de BDP-HDP kanadından yükselen tepkiler adeta bütün bir toplumu ahmak yerine koyan çirkinlikler ihtiva ediyor. PKK-BDP siyaseti kendini en güçlü gibi takdim ettiği fakat en zayıf yerden gelen itiraz ile kelimenin tam anlamıyla köşeye sıkışmış durumda.
En fanatik Kürt ulusalcılarının dahi inkar edemeyeceği kırılma noktası şudur: Anneler-kadınlar cesur duruşlarıyla en temelde evlatlarını bir değirmen gibi öğüten PKK-BDP’nin bölgedeki bütün janjanlı söylem ve cazibesine esaslı bir şamar indiriyordu.
Mesela BDP lideri Selahattin Demirtaş, “istihbarattan ücret alıp eylem yapan aileler” isnadıyla muhataplarını aşağılamak ve itibarsızlaştırmak hususunda Kemalist devlet sınıflarından hiç de geri kalmadığını nasıl da deklare ediverdi hızlıca? Kemalist devletin dili ile PKK’nın dili, bürokratik oligarşinin sözcüleriyle PKK-BDP sözcülerinin gerçekleri ters yüz etmek için çırpınışı nasıl da birbirine benziyor.
Demirtaş’ın çocuklarının geri geri getirilmesi için eylem yapan anneleri “profesyonel konu mankeni” olarak niteleyen konuşması esnasındaki ruh haline dikkat etiniz mi? Burnundan kıl aldırmayan, kimseye hesap vermeyecek kadar burnu havalarda ama herkesi kirletme hakkını kendinde görecek kadar da müstağni bu tutumla ne kadar mesafe alınabilir ki? Ya Sırrı Süreyya Önder ve HDP lideri Ertuğrul Kürkçü’nün kestiği raconlara ne demeli? Bu beylere bakılırsa “zorla kaçırılma yok, bütün çocuklar ikna edilmişler ve tecavüzlerden korunmak için en güvenli mekâna yani dağa gitmişler.”
‘Söz konusu Kürdistan’sa gerisi teferruattır’ mantığı PKK-BDP kadroları tarafından her türlü zulmü ve yalanı devrede tutma siyaseti olarak pratiğe dökülüyor. Barış sürecini sabote etmek adına sergilenen yol kesme, adam kaçırma, esnafı haraca bağlama, şantiye basıp iş makinelerini yakma gibi daha birçok ‘eşkiyalık’ ne adına icra ediliyor? Elbette ki kutsal Kürdistan davası adına. Bu kafa yapısı doğal olarak kutsal Kürdistan ülküsü yolunda savaşan gerillaların eylemlerini ‘hikmetinden asla sual olunmaz’ mübarek işler kategorisinde mütalaa ediyor. Dağlara dair bütün bu güzellemeler esasında mevcut tutarsızlıkları, samimiyetsizlikleri ve çözümsüzlükleri örtmeye matuf değilse nedir?
Kürt’ün Makbul Olanı, Olmayanı!
Yalnız dikkatlerden kaçmayacak bir diğer husus ise hem liberal hem de sol-sosyalist çevrelerin ‘dağa götürülen çocuklar’ konusundaki anlayış ve sahiplenmedir. Çocukların ikna olduğuna, annelerin gereksiz-anlamsız bir tepki gösterdiğine o kadar emindirler ki. Mesela Radikal’den Eyüp Can’a göre ‘kaçırılan çocuk nitelemesi baştan aşağı bir propaganda’ymış çünkü ‘çocuklar kendi istekleriyle dağa gidiyorlar’mış. Benzeri örnekleri epeyce çoğaltmak mümkün fakat gerekli değil.
Şu açık ki Kürt ulusalcıları PKK-BDP siyasetinin nüfuz alanını genişletmek ve derinleştirmek için silahla, zorbalık ve şantajla bir ülkeyi rehin tutmaya teşebbüs ediyor. Diğer taraftan PKK-BDP eylem stratejisinin gölgesinde hareket eden liberal ve sol kesimlerse Başbakan Erdoğan’ı bu mesele üzerinden hırpalamak ve itibarsızlaştırmak için yanıp tutuşuyorlar. Kürt ulusalcılığı ve örgütlü Alevi kesimler üzerinden çatışma, istikrarsızlık ve kaos sürecini tırmandırma ihtimaline yatırımdan başkaca ellerinde sadece Gülen Cemaati seçeneği var ve bu seçeneğe de epeyce abanıyorlar.
Başbakan Erdoğan ve Hükümet’in ise Açılım Sürecini sağ-salim yürütmek üzere ‘sabırlı ve azimli’ siyaseti tercih ettiği söylenebilir. Peki, açılım sürecini sadece Kürt Ulusalcıları ve onlara iltisaklı çevrelere emanet edip İslami kesimleri dışlamakta ısrar ederek tercih edilen bu ‘sabır ve azim’le başarıya ulaşmak mümkün mü? İşte en büyük sıkıntı noktalarından birisi de burasıdır: Seküler-Batıcı kesimleri önceleyip İslami kesimleri sürecin dışında tutup pasifize etmek. Oysa müzakere edilebilir olanı ulusalcı, liberal ve Batıcılardan müteşekkil zannetmek kesinlikle isabetli bir siyaset değildir.
YAZIYA YORUM KAT