'O ba ma': O bizimle!
İngilizler "humor" (mizah)larıyla övünür ve kendilerinin bu hususta en ileri bir "ulus" olduklarını iddia ederler ama, Türk irfanının topuğuna ulaşamazlar.
Şu anda halkımız arasında dolaşımda bulunan bir mizah var. İranlılar, Obama için, "O bâ mâ" diyorlarmış. "O", O; "bâ" ile, "mâ" biz demek. Yani, Obama, "O, bizimledir" manâsına geliyor.
ABD'de Obama'nın başkan seçilmesi, bu ülkede temel iktidar, politika ve hedef değişmesi manâsına gelmese de, elbette bir imaj yenilemesi ifade ediyor. Ne var ki, buna bakarak, özellikle dünyanın mazlum ve bilhassa Müslüman halkları adına "O bizimle!" veya "Umudumuz Obama" türünden tavırlara girmek çok yanlış. Mümtaz Soysal, "solcu" olduğu günlerde şöyle yazmıştı: "İngiltere'de II. Dünya Savaşı'ndan sonra Mr. Atlee'nin hükümeti işbaşına gelince her şeyin değişeceğini (İngiltere'nin sosyalist olacağını) sanmıştık. Oysa bu hükümet de majestelerinin hükümeti oldu." Obama da, selefi Bush gibi ABD'nin başkanı, hükümeti ABD'nin hükümetidir.
Bağımsız bir ülke, Müslüman bir toplum olmak, her şeyden önce kendine ait aksiyon çizgisi olmak demektir. Bunu mülkiyetimizde bulunan bir arabayı direksiyonuna oturup kullanmaya benzetirsek, hangi konumda olursa olsun başka ülkelerdeki değişiklikler, sadece kendimize ait ve hedefi belli, onda nasıl yürüneceğinin aslî kaideleri tarafımızca tesbit edilmiş olan yolun, bu yolda yolculuğun haricî şartlarından sadece bir kısmı mesabesindedir. Elbette yolun haricî şartları niteliğinde reel-politiğin de doğruları vardır ama bunlar, aslî doğruların, kendimize ait aksiyon çizgisinin önüne geçemez; tam tersine onlara göre değerlendirilir. Buna ilaveten, reel-politiğin doğrularını uygulamak mecburiyeti doğduğu zamanlarda aslî doğrular daha da güçlendirilmeli, zihinde ve kalbde daha bir takviye edilmelidir. Tersine reel-politik aslî doğruları, düşüncelerimizi, yolculuğumuzu yönlendirmeye başladığı zaman, istikamet kaybedilmiş, yaşadığımız gibi inanmaya başlamış ve başkalarının aksiyon çizgisine bağımlı hale gelmişiz demektir. İslâm dünyasının bugünkü manzarası budur. Oysa Müslüman, ancak kendisiyle dirilir ve ABD adına da, AB adına da, liberallik, demokratlık adına da bir turnusol kâğıdı fonksiyonu gören son Gazze faciasının da açıkça ortaya koyduğu üzere, bütün insanlık bu dirilişe muhtaçtır.
İslâm, her sahada mutlak adaleti, yeryüzünde adaletin tesisini emreder ve her türlü zulmün, sömürünün tam karşısındadır. Onun üssü'l-esası olan Tevhid gibi, insanın yeryüzünün halifesi olarak yaratılması da, yeryüzünü her türlü zulüm ve bozgunculuktan uzak bir halde, sarsılmaz bir düzen ve âhengin hakim bulunduğu kâinatın diğer yöreleriyle birleştirmeyi gerektirir. O bakımdan İslâm, bütün insanlık için usulünce iyilik, güzellik ve doğruluk adına gayreti; "Rabb'imiz, bizi halkı zalim bu ülkeden çıkar; katından bize bir sahip, katından bize bir yardımcı ver!" diye inleyen erkek-kadın-çocuk mazlumların imdadına yetişmeyi emreder (en-Nisâ/4: 75). Hattâ Müslüman bir topluluk olarak var olmanın ana sebep ve fonksiyonu budur: "Siz, insanların iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Usulünce iyilik, güzellik ve doğruluğu teşvik edip yayar, kötülük, çirkinlik ve yanlışlığın önünü almaya çalışır ve Allah'a inanırsınız." (Âl-i İmran/3:110) Bu sebeple, bir Müslüman, kendi şahsî malı çalındığı, şahsı bir zulme uğradığı zaman duyduğu infiali, yeryüzü servetlerinin talanı, başka Müslümanların, başka insanların zulme maruz kalması karşısında duymuyorsa Tevhid'in de, imanın da, İslâm'ın da farkında değil demektir. Bu gerçektir ki, her Müslüman'ı omzuna dünyayı, bütün insanlığın sorumluluğunu yüklenmiş bir fert yapar. Bundandır ki, bir Müslüman fert, harbî de olsa bir yabancıya "eman" verdiğinde devlet onu onun elinden alamaz. Müslüman topluluk da, yeryüzünün, güçler-devletler muvazenesinin denge unsuru demektir.
Bugün umudumuzu başka ülkelerdeki değişikliklere bağlamış görünsek de, yeryüzünde asırlarca nasıl denge unsuru olduğumuza şahit olarak tarih yeter; aynı tarih, tekerrürüne müjde olarak da yeter.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT