1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Nureddin Mahmud Zengi: Müslüman Şark’ın Hem Kandili Hem Kılıcı Hem de Kalkanı
Nureddin Mahmud Zengi: Müslüman Şark’ın Hem Kandili Hem Kılıcı Hem de Kalkanı

Nureddin Mahmud Zengi: Müslüman Şark’ın Hem Kandili Hem Kılıcı Hem de Kalkanı

Cins dergisinden Yusuf Genç, Ali Emre ile Mahmud Zengi romanı üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiş.

26 Ağustos 2017 Cumartesi 14:29A+A-

Söz konusu söyleşiyi ilginize sunuyoruz:

Tarih, biraz da kahramanların evi kuşkusuz. Kimi zaman müşterek çabalarla, örgütlü fikir ve eylemlerle döndürüyoruz onun tekerini; kimi zaman da adanmış insanların, öncülerin çabalarıyla. Herkesten önce uyanmış, yola koyulmuş, karanlığı ve ye’si terk etmiş kişilerle aşıyoruz bazen önemli dönemeçleri. İşte Nureddin Mahmud o kahramanlardan, o önderlerden biri. Haçlı istilalarının, bütün dünyayı kasıp kavurduğu 12. yüzyılda, tespit yerindeyse suyu tersine akıtmayı başaran adam o. Bugünküne benzeyen tarafları çok fazla olan Müslüman Şark’ın o dönemde hem kandili hem kılıcı hem de kalkanı.

Şairsiniz. Ama bir Nureddin Zengi romanı yazdınız. İslam dünyasının son yarım asırdaki en kaotik devrine şahitlik ettiğimiz bu günlerde Nureddin Zengi’yi hatırlatmakta, üstlendiğiniz büyük bir ödev olduğunu söyleyebiliriz sanırım.

Allah hepimizin yardımcısı olsun. Zorluklar da bitmiyor, onların bize yüklediği sorumluluklar da. Acıların, yıkımların, savruluşların, felaketlerin içindeyiz ama umudumuzu, inancımızı da diri tutmaya çalışıyoruz. Diz çökmeyi, teslim olmayı, yabancılaşmayı salık verenlerin arasında doğrulmaya, yekinmeye, tanıklık etmeye, yolu açmaya çabalıyoruz. Tarihimiz de genellikle böyle biçimlenmişti. Bir asır önce de üç aşağı beş yukarı benzer bir manzara ile karşı karşıyaydık bin yıl önce de. Tarih, biraz da kahramanların evi kuşkusuz. Kimi zaman müşterek çabalarla, örgütlü fikir ve eylemlerle döndürüyoruz onun tekerini; kimi zaman da adanmış insanların, öncülerin çabalarıyla. Herkesten önce uyanmış, yola koyulmuş, karanlığı ve ye’si terk etmiş kişilerle aşıyoruz bazen önemli dönemeçleri. İşte Nureddin Mahmud o kahramanlardan, o önderlerden biri. Haçlı istilalarının, bütün dünyayı kasıp kavurduğu 12. yüzyılda, tespit yerindeyse suyu tersine akıtmayı başaran adam o. Bugünküne benzeyen tarafları çok fazla olan Müslüman Şark’ın o dönemde hem kandili hem kılıcı hem de kalkanı. Zamanla üstü örtülmüş, unutulmuş. Fakat yakından baktığımızda nitelikleri, yapıp ettikleri saymakla bitecek gibi değil. Ben de gücüm yettiğince bu kıymetli çehreye, hak ettiği ilgiyi görmeyen bu değerli sîmaya edebiyatın içinden dikkat çekmek istedim. Umarım bir faydası, katkısı olur.

Tarih bilgisinin geçmişten daha çok gelecekle ilgili bir irade beyanı olduğunu düşünüyorum. Zengi romanından sonra, Selahaddin Eyyubi ve Baybars romanları da gelecek sizden. Aynı ödevin, şairin sırtına kalan tarafı bunlar değil mi?

Tarih; bugünümüze karışan, bugünün düzleminde de söz almak isteyen bir toplam zaten. Gelecek tasavvurumuzu da sonuçta tarihten hem ders ve ibret, hem de güç ve ilham alarak inşa ediyoruz. Tarihe yönelmek; böyle canlı, işlek ve güncel boyutlanmalar kazandığında yeni anlam daireleri çıkarıyor karşımıza. Her şeyden önce, Kur’an’ın da geçmişe, geçmişte yaşananlara, olup bitenlere bakışı, aktarışı genelde böyledir. Daima güncelle ilişki içerisindedir anlatılanlar. Hâlihazırdaki bir durum ya da sorunla iç içedir, bir hedefler bütünüyle bağı, bağlantısı vardır. Geçişkendir. Süreğendir. Dinamiktir. Tarih çeşitli tecrübeler eşliğinde hem bir laboratuvar özelliği taşır hem bir yol bilgisi sunar hem de geleceğe odaklanan zihnimizi uyarıp ateşler. Ben de bir insan ve Müslüman olarak, bir parçası, mensubu olduğum halkın ve ümmetin durumu hakkında düşünüyorum elbette. Yaşananlar karşısında üzülüyorum, çırpınıyorum, ağlıyorum, seviniyorum. Büyük parçalanmışlıklarla, çıkmazlarla karşılaştığımda, baktığım yerlerden biri tarih oluyor kuşkusuz. Benzer durumlar geçmişte de var çünkü. Nureddin Zengi kitabı, biraz da bu bakışın, bu aramanın ve bulmanın ürünü. Zorlu şartları bahane ederek kötürümleşen, sinen, uyuşup kalan biri değil Nureddin Mahmud. Tarihi yeniden ve kendi ekseninde hareketlendiren biri. Çok yönlü bir mücadelenin ilk önemli durağı. Onun emîri, arkadaşı olan Selahaddin; aynı yolu izleyerek Kudüs’ün yeniden fethini gerçekleştiriyor. Aksa Mescidi’ne, Nureddin’in yaptırdığı minberi koyduruyor. “Efendimiz” diye andığı adamın, en büyük rüyasını gerçeğe dönüştürmüş oluyor böylece. Bizim tarihimizde önemli bir durak, önemli bir yükselti o da. Batı’daki yankıları zamanla Nureddin’i gölgede bırakıyor nitekim. Zorlu ve çekişmelerle dolu bir biyografisi olan Baybars ise Haçlıların son kalıntılarını ortadan kaldıran adam. Dahası, o dönemde Frenkler gibi başka bir küresel istilaya girişen, büyük zulüm ve zorbalıklarla ilerleyen Moğolları ilk kez durduran, yenen adam. Yine çok zorlu bir dönemde Müslümanların göğsünü genişleten, umudunu artıran bir önder. Bu üç isim hakkında da bizde, bize yakışır şekilde edebî eser yok neredeyse. Nureddin’le başlayan bu çizgiyi, Selahaddin ve Baybars romanlarıyla da devam ettirmek istiyorum. Güç yetirecek zaman ve imkânımız olur inşallah.

Benzer günlerden geçiyoruz değil mi? Zengi’nin yaşadığı dünyada da Müslümanlar, aralarına sokulan nifakla dağılmış durumdaydı. Nureddin Zengi’nin de en önemli ideali, Haçlılarla komşu olan İslam ülkeleri arasında tam bir işbirliği sağlamaktı.

Doğru. Olumsuz anlamda, benzerlik çok daha fazla ne yazık ki. Olumlulukları da artırmaya, örgütlemeye çalışıyoruz. Romanın birçok yerinde, o dönemdeki dağılmışlığa, parçalanmışlığa değinmeye çalıştım. Nureddin’in, en çok uğraştığı meselelerden biri, birliği sağlamak. Bunu gerçekleştirmeden Frenklerle savaşmanın mümkün olmayacağını, kalıcı sonuçlar vermeyeceğini biliyor. Kesintisiz bir cihad için, köklü bir direniş ve diriliş için önce bu hedefi koyuyor önüne. Bugün elimize ulaşmasa da bu konuda bir kitap bile yazdığı söyleniyor. İşgal, zulüm ve utanç içinde kıvranıp duran, hâl böyleyken idarecileri düşmandan çok birbiriyle çekişen, yüzünü ne tarafa döndüreceğini bilemez duruma gelen insanlara Allah’ın bir armağanı adeta. Kalpleri, niyetleri, hedefleri birlemeye, birleştirmeye çalışıyor daima. Kimsenin boynuna zorla ip geçirmiyor ama dinimiz, inancımız temelde bir olsun diyor. Devletimiz, ordumuz, gücümüz bir olsun diyor. Asıl hedefimiz, menzilimiz bir olsun diyor. Bağdat, Musul, Halep, Şam ve Kahire arasında güçlü bir bağ ve direniş hattı kurmak istiyor. Aynı zamanda, önce Kudüs’ün kurtarılmasını ve Frenklerin kovulmasını istiyor. Ardından Konstantiniyye’nin fethi için uğraşacağını söylüyor. Küçük emirliklerin yanı sıra Şam’daki Börilerle, kuzeydeki Artuklularla, Dânişmendlilerle, Anadolu Selçuklularıyla ve güneydeki Fatımîlerle ilişkileri de bu kaygıyla biçimleniyor. Dini, devleti ve duayı cem ederek yola koyulmanın önemini anlatıyor, anlattırıyor. İlmin gücüyle, istişareyi öne çıkararak, şehirleri inci gibi parlayan çeşitli kurumlarla ve değerli insanlarla süsleyerek yapıyor bütün bunları. Etrafına ehliyetli, liyakatli kişileri topluyor. Kadın erkek, genç yaşlı herkesi bu çabaların içine katmaya çalışıyor. Frenklerin yanı sıra, müslümanlar arasında içeriden barikatlar oluşturan, düşmanla işbirliği yapan, bu çabaları akamete uğratan duyarsız ve soysuz emîrlerle, işbirlikçi hainlerle, eli kanlı Haşhaşilerle, İsmailîlerle, bencil ve utanmaz vezirlerin oyuncağı hâline gelmiş Fatımîlerle de uğraşıyor, mücadele ediyor. Kapsamlı bir Sünnî uyanış gerçekleşiyor böylece. Bütün bunlar sadece Türkmenler eliyle değil; Arapları ve Kürtleri de aynı eksende buluşturarak gövdeleşiyor. Cesarete bilgelik, adalet ve merhamet de eşlik ediyor elbette. O kadar ki kuşatma esnasında Şam kapılarının açılması için surlardan Nureddin’in askerlerine halat sarkıtan kişi, Yahudi bir kadın. Dünyanın dört bir tarafından onun adaletini ve cehdini duyarak yönettiği beldelere akın ediyor insanlar. Bir tür Nureddin hicreti yaşanıyor adeta. Bunlar arasında gayrimüslimler de var. Kılıç, kandil ve kitap muhkem bir şekilde birleşince; başarılar da geliyor ve o dönemde gerçek bir kardeşlik iklimi, somut bir Müslümanlık baharı inşa ediyor Nureddin Zengi. Yapıp ettikleri Yemen’den Sivas’a kadar onlarca beldeyi etkiliyor, titreştiriyor nitekim. Bugün de bu bölgelerde böyle toplu bir silkinmeye, uyanışa, birliğe ne kadar ihtiyacımız olduğunu hep birlikte görüyoruz.

Nureddin Zengi’den söz ediyoruz. Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü özgürleştirmesinin arkasındaki asıl isim o. Buna rağmen, onu yeterince tanımıyoruz. Bir tarama yapmışsınızdır, Türk dünyasının bu en önemli yöneticisi/komutanı hakkında müstakil kaç çalışma var?

Hiç yok. Bizde onun hakkında, bırakalım bir romanı ya da başka türde bir edebî eseri, derli toplu bir tek biyografi kitabı bile mevcut değil hâlâ. Sanki özellikle karanlığa terk edilen, ders kitaplarında bile adı anılmayan bir güzide Nureddin Zengi. Bahaeddin Kök’ün, Nureddin Zengi dönemindeki kurumları ele alan bir çalışması vardı benim araştırmaya başladığım yıllarda sadece. İlk işaret fişeği o oldu. Sonra yıllarca okudum, not aldım. Çoğu Haçlı seferlerinden ya da Selahaddin Eyyubî’den söz eden yerli yabancı onlarca kitapta, bazen iğneyle kuyu kazarcasına, Nureddin Mahmud’un izini sürdüm ben de. Temel kaynak, İbnü’l Esir elbette. Onun el-Kâmil fi’t-Tarih adlı ünlü tarihi ve Zengiler’le ilgili müstakil kitabı. O dönemde yaşayan İbnü’l Kalanisî, Üsame ibn Münkız, İbnü’l Adîm, İbnu Şeddad gibi müelliflerden bize gelenler de önemli. Bunlar hep Arapça eserler. Haçlı seferleriyle, Selçuklularla, Selahaddin’le ve Eyyubilerle ilgili yerli ve yabancı onlarca kitap var sonra. Namık Kemal’den Ahmet Ağırakça’ya, Süryani müellif Ebu’l-Ferec Gregory’den Claude Cahen’e, Runciman ve Amin Maalouf’a dek çok sayıda yazarın kitabı… Sayısı artırılabilir. Nureddin’i merkeze almasalar da bunlardaki bilgiler, aktarımlar çok değerli. Hem müstakil eserler yazılmasını hem de birçok kıymetli kitabın Türkçeye çevrilmesini bekliyoruz bugün de.

12’ci yüzyılın kaosunu büyük ölçüde Nureddin Zengi kırmış ve bizi oradan çıkarmıştı. Bugün yaşadığımız kaosu, sanırım önce değerli olanın ne/kim olduğunu kendimizin keşfetmesiyle aşabileceğiz? Ne dersiniz?

Ra’d suresindeki “Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez.” ayeti her zaman için bir düstur, bir ikaz, bir menar. Karanlıklardan aydınlığa çıkmak, kaostan ve zilletten kurtulmak için de birlikte cehd edeceğiz; ulaştığımız aydınlık ve güzelliği, nimeti yitirmemek için de. Yolun ne olduğunu iyi öğreneceğiz. Yoldaşı dikkatli seçeceğiz. Yol bilgisini birlikte sınayacağız. Asla ye’se düşmeyeceğiz. Üzerinde duyarlılık ve bilincin yeşereceği bir heyecan dalgası oluşturacağız. Birikime inanacağız. Kendiliğindencilikten uzak duracağız. Toplumsal düşüş ve yükselişleri, fizikteki bileşik kaplar meselesine benzetiyorum ben biraz. Sadece bir kişiyle gerçekleşmeyecek işler var. Sadece bir kitapla anlaşılmayacak meseleler, bir şarkıyla, ezgiyle yetinilmeyecek acı ve sevinçler, bir hamleyle aşılamayacak sarp yokuşlar var. Gücümüz yettiğince her alanı ayağa kaldırmaya gayret edeceğiz. Gücümüzün yettiğine nefer olacağız. Bellek inşasını ihmal etmeyeceğiz. Cehdimizi çeşitlendirecek ve kazanımlarımızın üzerine titreyeceğiz. Bir gözümüz saat gibi içinde yaşadığımız zamanı görecek, gösterecek; bir gözümüz de pusula gibi gitmemiz gereken yöne dikkat kesilecek. Nureddin gibi insanların yaptığı ve başardığı da budur. Bir merhale bilinci içerisinde somut, kavranabilir ilke, hedef ve yöntemler ortaya koymuşlardır. Bu çabalar bütününde kılaca, demire; kitap ve mizan da eşlik etmiştir. Adalet ve merhamet asla boşlanmamıştır. İstişare, ehliyet ve liyakat önemsenmiştir. İlim yeniden canlandırılmıştır. İnsan yetiştirme çabası asla tavsamamıştır. Kurumlaşmaya ciddi bir şekilde değer atfedilmiştir. Somut ve ulaşılabilir menziller öne çıkarılmıştır. Kadınlar, genç kızlar, çocuklar hayatın, toplumsal yapının ve kolektif cehdin öznesi kılınmıştır. Birlik duygusunun üzerine titrenmiştir. Böyle bir insanî iklim, bir süre sonra muhakkak kıymetli insanlar çıkarır. Bunun çürümemesi, yozlaşmaması, yok olmaması için çırpınmak sanıldığından daha kıymetlidir. Ağızların ve kılıçların, kardeşlerimizi kemirmesine izin vermemeliyiz. Düşünceyi amelden koparmamalıyız. Tabiri caizse canlı ve nitelikli bir vitrin, cazibe merkezi olan insani öbeklenmeler oluşturabilmeliyiz. Bunu Türkiye’de kısmen başardık da nitekim. Azıcık bir hareketlenme bile bukağılarımızı kırmamızı sağladı otuz yıldır. Okuyan, düşünen, cehd eden, özgüven sahibi olan, kendi birikimini ve dünyayı tanıyan insanların artmasıyla ciddi bir etki alanı oluştu. Çevre, birçok alanda merkeze yürümeye başladı. İçimizdeki ateş, dilimizdeki dua, alnımızdaki ter, ocağımızdaki çorba onlarca ülkede yer buldu kendine. Bir zamanlar adını bile telaffuz edemediğimiz ülkelerde şimdi bizim çocuklarımız harçlıklarını biriktirerek su kuyusu açıyorlar, aşevi kuruyorlar, kütüphaneler ve yurtlar yapıyorlar. Birçok insanın, bizden hayır çıkmaz, dediği bir halka, ülkeye onlarca beldede dua ediliyor şimdi. Ormancıyı görünce dizlerinin bağı çözülen, korkudan konuşamayan insanların çocukları, torunları 15 Temmuz’da çıplak elle tankları durdurdular, ölümü göze alarak sokaklara, meydanlara çıktılar. Balkanlardan Afrika’nın uçlarına kadar çok farklı beldelerde bu dirence, bu salih amele eşlik eden, dualarla katılan çok sayıda kardeş buldular hemen. Allah; iyi niyetle, samimiyetle koşturan insanların cehdini, emeğini zayi etmez.

Yine o dönemin uzmanı olup bugünkü dünyayı da takip eden biri olarak size sormuş olalım; Haçlı Seferlerinin yüzyılı o dönem. O günkü İslam dünyası-Frenk dünyası ilişkileriyle bugünkü fotoğrafı karşılaştırırsanız ne çıkıyor ortaya?

Estağfirullah. Çeşitli saikleri olsa da Haçlı Seferleri’nin, bir yönüyle, Arap-İslam fetihlerine gecikmiş, sert ve çığırından çıkmış bir cevap olduğu söylenebilir. İntikam kadar hırsın, zenginleşme umudunun, sıkışmışlığı aşarak yükselme isteğinin etkili olduğu da muhakkak. Batı’nın acılarını, açıklarını, açlıklarını, eksiklerini Doğu üzerinden kapatma, örtme, sağaltma eylemi biraz da. Ve bence çok önemli bir kavşak bu seferler. Batı’nın uyandığı, paradigma değişikliği yaşadığı fakat aynı zamanda insanî değerlerden topluca ve büyük ölçüde uzaklaştığı bir zaman dilimi kanaatimce. Bu seferlerle birlikte, uzunca bir süre murdar baltalı Kabil’in yurdu olmuştur Avrupa. Coğrafi keşifler, sömürgecilik, emperyalizm gibi süreçler de Avurapa’nın insana, yerin altına ve üstüne, maddeye, güç nesnelerine bakışını etkilemiş, değiştirmiştir. Sadece dünyanın geri kalan nüfusuna değil bütün bir yeryüzüne, ele geçirilmesi gereken bir “öteki”, bir “hasım” gözüyle bakmaya başlamıştır. Kendi içindeki didişmeler, kırılmalar, eleştiriler olmasaydı Batı, dünyayı daha erken ve daha büyük felaketlere sürükleyebilirdi kanaatimce. Müslüman Doğu ise; onca başarısına, karşısına çıkan ders ve ibret yumağına, düşüş kalkışlarına rağmen güzellerin, güzidelerin, hazinelerin üzerinde uyumayı seçmiştir zamanla. Bugün de uyku ile uyanıklık arası bir konumdadır. Haçlı Seferleri, bugünkünden farklı birçok nitelik ve boyut taşımakla birlikte, bölgenin ve hatta dünyanın güncel durumuna da izler düşürmekte, çeşitli alanlarda tortu ve yansımalar bırakmaktadır. İlginçtir ki sanki temelde değişen hiçbir şey olmamıştır. Aradan onca yıl geçmesine karşın düşmanlık, sömürü ve kitleleri aldatarak yönlendirme eğilimleri Batı’da aynı renk ve tavırlarla hortlamakta; iyi niyet ve sağduyu arayışları ise hep cılız kalmaktadır. Doğu-İslâm dünyası ise bin yıl önceki zaaf, düşkünlük ve iç çekişmelerden çok az ders almış gibidir. Konuyla ilgilenenlerin de belirttiği gibi, 1096 yılında başlayan seferlerde Müslüman emîrlerin kişisel hırs ve çıkar kavgalarını, iç zaaflarını görüp, Haçlıların Ortadoğu’da iki yüzyıl kalışlarının hikmetini iyi anlıyoruz. Zira o günkü çekişme, sürtüşme ve inanç zindeliğinden kopuşla gelen içekapanıklık aynı kısırlık, dağınıklık ve teslimiyetle sürdürülmektedir. Bu tablo daha çok idareciler açısından böyledir elbette. Halkların, toplum içindeki çeşitli öbeklerin hiç değilse yarım asırlık uyanış ve yürüyüşünün hem fikrî hem de fiilî alanda neler getireceğini ise ileride daha iyi göreceğiz.

Pek çok okuma yapmak mümkün elbette ama siz, çeyrek yüzyıla yakın bir zamandır bu döneme ilişkin okumalar yapıyorsunuz. Bugünkü dünyayı da iyi takip ettiğinizi biliyoruz. Toplamda Nureddin Zengi’yi iyi tanıyarak ve iyi anlayarak, neye yaklaşmış oluruz bugünün insanı olarak?

Diğer sorulara cevap verirken kısmen değindik aslında bu konuya. Umuda, cesarete, adalete, merhamete, silkinmeye, uyanışa, tefekküre, özgüvene, kardeşliğin ve birliğin tesisine, erdeme, pörsümeyen değerler dizgesine dair çok sayıda ipucu var onun hayatında ve çabasında. Kitapta çeşitli bölümlerde anlatmaya çalıştığım bu özellikleri hatırlamaya çalışayım, bir öncünün portresi sadedinde. Okuyanlar, bunların toplamından genel bir kanaate ulaşır belki. Çeyrek asırlık hükümranlığında hem küheylan sırtından inmeyen bir adam, hem de kitapların içinden ayrılmayan bir önder Nureddin Zengi. Kimse yazmadığı için cihadla ilgili kitap yazan biri. Yapmadığını, yapamadığını kimseye buyurmuyor. Kendisini arındırmayı, donatmayı asla ihmal etmiyor. Hafız. Kuran’ı ezbere okuyabildiği gibi Arapça metniyle ezberden yüzlerce hadis aktarabiliyor. Arapçası kitap yazabilecek denli iyi. Farsçayı öğrenmiş. Kürtçe çalışıyor. Dahası konuşup anlayabilecek kadar Rûmca biliyor. Dünyanın çeşitli yerlerinden binlerce kitap getirtip medreselere dağıttırıyor. Büyük bir hainlik ve zorunluluk olmadıkça Müslümanlarla savaşmaktan kaçınıyor. Sade bir hayatı var. O dönemin tarihçileri, onun kimi zaman bir dilenci gibi göründüğünü, yırtık pırtık elbiselerle dolaştığını söylüyorlar. Geçimini kendisi sağlıyor, rızkını kendisi temin ediyor. Yünden başlık örüyor, hasırdan ve demirden eşyalar üretiyor. Bazı ihtiyarlarla görüşerek onları sattırıyor. Müslümanların hazinesini kendi şahsi harcamaları için asla kullanmıyor. Atları ve askeri zinde tutmayı önemsiyor. Onlara sabah akşam mükellef karavana çıkarttırıyor. Çevgen oynamayı, dinç kalmayı seviyor. Vergileri sürekli azaltan ya da kaldıran bir idareci. Deprem gibi büyük zorlukların yaşandığı dönemlerde elindeki avucundaki her şeyi sattırıyor. Şehrin en yoksul adamı oluyor. Namazlarında titiz. Gece namazlarını bile ailesiyle kaçırmamaya gayret ediyor. Muttaki. Mücahid. Kendisi Hanefi ama diğer mezheplere saygılı. Nizamülmülk’ten sonra en çok medrese yapıtaran adam. Yönettiği şehirleri cami ve mescidlerle, medreselerle, hastanelerle, ribatlarla, hanlarla, aşevi ve kütüphanelerle, yetimler için kurulan mekteplerle dolduruyor. Kızların, kadınların okuması için çaba sarf ediyor. Başka beledelerden kadın hocalar getirtiyor mesela. Onlara şehirlerde lojman benzeri ikametgâhlar veriyor. İstişareden asla kaçınmıyor. Mahkemelerde bazı davaları bizzat kendisi takip ediyor. İslam tarihinde ilk kez Dârü’l Hadis adıyla bir kurum inşa ettiriyor. Ara sıra âlimlerle, ediplerle, müelliflerle, müderrislerle toplantılar yapıyor. Kadınların ticarete, şehirlerdeki güzelliklere hatta savunmaya katılmasına dikkat ediyor. Süslü sıfatlarla anılmaktan, çağrılmaktan hoşlanmıyor. Kendisine sadece Mahmud denmesini istiyor. Şehid olmak, en büyük arzusu. Yanında akıllı, kabiliyetli insanları bulunduruyor. Güvercinle haberleşmeyi kurumsallaştıran kişi. Çevresindeki insanları dönüştüren gerçek bir ıslah önderi aynı zamanda. II. Kılıç Arslan’ı etkilediği gibi Selahaddin’i de yetiştirip tarih sanesine çıkaran o. Özetle kişisel ve toplumsal dönüşümün anahtarları var onun biyografisinde. Bunları günümüze taşımak ve çoğaltmak da az bir şey değil elbette. Bir uyanan, binlerce insanı uyandırabiliyor çünkü. Bir adım, binlerce güçlü adıma zemin hazırlayabiliyor. Bir avaz, binlerce avazın gök kubbeyi ve yeryüzünü titreştirmesini sağlayabiliyor. Bugün sahip olduğumuz, tanıklık ettiğimiz parça doğru ve güzellikler de bu şekilde kök salıyor nitekim.

HABERE YORUM KAT

5 Yorum