Neyin Krizi?
Geçen ilkbaharda tüm sorunlara rağmen, ülkede ekonomisi, siyaseti, dış politikası, Kürt meselesiyle tüm sorunlara ve iniş çıkışlara rağmen istikrarlı bir görüntü vardı. Toplum genel hatlarıyla geleceğe görece umutla bakıyordu.
7-8 ay içinde ibre tam tersine döndü. İstikrarsızlık ve güvensizlik ortamının içine düştük.
Bir yanda darbe girişimi ve devletin yaşadığı sarsıntı, öte yanda yolsuzluk tartışmaları, başka bir tarafta siyasi hayatın yasa dışı ile gayri meşrunun cirit attığı bir 'kara çalma arenası'na dönmesi, en nihayet boy gösteren siyasi meşruiyet tartışmaları uçağın ucunu aşağıya çevirdi.
Uçaktan kasıt sadece siyasi iktidar değildir, aynı zamanda Türkiye'dir.
Gezi hadisesi, içki yasağı ve karma evler tartışması, Arap Baharı polemikleri, özellikle demokratik algı ve toplumsal istikrarın bozulması açısından bu 'geçiş'te elbet belli bir rol oynadılar.
Ancak asıl öykü aralık ayında cemaatin hükümete yönelik, hatta hükümeti devirmeye yönelik büyük saldırısıyla başladı.
Cemaatin ilk atağı 17 Aralık tarihliydi. 25 Aralık'ta ikincisi geldi. 17 Aralık yolsuzluklar, 25 Aralık hükümet-El Kaide ilişkileri üzerine kurgulanmıştı. Bunu MİT TIR'larına yapılan adli baskınlar takip etti. Bunlar hükümeti sarstı. Bakanlar, bakan çocukları, yolsuzluk iddiaları bunları gündeme getiren cemaat de olsa, onun bir darbe girişiminin araçları da olsa, soru ve şüphe tohumlarını ortaya saçtı.
Bu 'ilk fasıl'dı.
Hükümetin emniyet ve yargıdaki cemaat etkinliğine aldığı önlemler yolsuzluk soruşturmalarını başlatan polis ve savcıların görevden alınmasına yol açınca, HSYK değişikliğiyle işin çapı büyüyünce, 'yolsuzluk ve tedbir arasında', bunların algılanması arasında bir 'ters orantı' oluştu. Bu durumu bu köşede sıkça çifte otoriterleşme baskısı olarak tanımladım. Bu baskı hem kutuplaşma, hem çift yönlü (hükümete ve yargıya yönelik) meşruiyet soruları üretmeye başladı ve ağır bir kutuplaşma baş gösterdi. İtham eden, gayri meşru ilan bir siyasallaşma ve siyaset tarzı aldı yürüdü.
Bu 'ikinci fasıl'dı.
Alınan tedbirler ve elindeki malzemenin azalması nedeniyle cemaat saldırıları son bir aydır biçim değiştirmeye başladı. Yargı hamlelerinin yerini 3-4 yıllık yasadışı ya da yasaya uydurulmuş gayri meşru ses kayıtlarının ortalığa saçılması aldı. Sorun yine çift yönlüydü. Bir yanda yasa dışı dinlenmiş başbakan, bakan, devlet kurumları vardı. Öte tarafta ise, yasa dışı yollarla üretilmiş (hatta sahte olsalar bile) bu ses kayıtlarının içeriği bulunuyordu. Bu kayıtların siyasi iktidara verdiği zarar 17 Aralık soruşturmalarından daha derin ve ağır olmuştur. Bu kayıtlara toplumun bir kısmının inanması ve tepki vermesi diğer kısmının inanmaması ya da 'himmet geleneği' üzerinden doğrulaması bu sonucu değiştirmez.
Bu da 'üçüncü fasıl'dı.
En ağır tahribatı yapan bu son fasıla yakından bakmak lazım...
Ortaya dökülen nedir?
Elbet yolsuzluk ve usülsüzlük arasında geçişler çoktur ve ayrım yapmak zordur.
Ancak, Tayyip Erdoğan ve Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen konuşmaları bir kenara koyarsak, bu fasılda ortaya çıkan tablo, ana hatlarıyla, 'siyasi güç kullanımı üzerinden kaynak dağıtımı, basından yargıya, özerk kurullardan ihalelere uzanan siyasi, merkezi, kişiselleşmiş bir alan denetimi tablosu'dur.
Bu tablo Türk siyasal sisteminin kuruluşundan bu yana muzdarip olduğu, DP'den AP'ye, SHP'den ANAP'a, RP'den AK Parti'ye herkesi kuşatan temel hastalığa işaret eder..
Bu hastalık sadece kaynak dağıtımının tepeden yapılmasından ibaret değildir, aynı zamanda aşağıdan yukarıya çalışır. Enformel ilişkileri içerir, iş adamları, yazarlar, yöneticilerin bu düzene dahil olup onu yeniden üretmelerine dayanır. Bu da sık kullandığım bir tabirle ülkedeki 'eksik demokrasi'nin göstergelerinden birisidir.
Bugün ortaya çıkan halının altındaki onlarca yılın kiridir.
Elbette, bu genel tablo, AK Parti'nin davranışlarını ve durumunu doğrulamaz. Siyasetin tahakkümü, merkezileşmesi ve şahsileşmesi üzerinden bu tablo AK Parti döneminde daha da koyulaşmış olabilir.
Ancak hakkaniyet şunu söylemeyi de gerektirir: Yaptığı bunca başarılı işe, Türkiye'yi çıkardığı üst seviyeye rağmen, bütün sistemin ve tarihin faturası şu anda AK Parti'ye çıkmaktadır.
Türkiye'nin önüne koyması gereken genel tablodur, hesaplaşması gereken bu gelenektir.
Bunu AK Parti üzerinden yapmak yetmez...
Türkiye bunun farkında olan ve olmak istemeyen gruplar arasında da bir bölünme yaşamaktadır.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT