Neyi hatırlayıp neyi unutmamız gerektiğine artık hafızamız karar vermiyor!
Yasin Aktay, modern yaşamın ve modernitenin kurumlarının insan hafızası üzerindeki otoritesinin inceliyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Hafıza-i beşer bugün başka şeylerle malul
İnsan hafızası, kolektif hafıza gerçekten çok ilginç bir şey. İnsanların kitlesel halde bir şeyleri hatırladığı ve yine kitlesel halde bir şeyleri hatırlayıp onun üzerine bir aşırı sevgi veya bir aşırı nefret ve öfke kurmaları çok da uzak bir ihtimal değildir.
Kolay veya zor demedim dikkat ederseniz, çünkü durduk yerde hiç olmayan bir şey üzerinden böyle bir unutma, unutturma veya hatırlama-hatırlatma operasyonu çekmek o kadar kolay olmasa gerek. Ama çoğu kez absürd hatırlamalar veya unutmaların kolektif olarak paylaşılabiliyor olduğunu görmek bunun her zaman gerçekleşebilecek bir ihtimal olduğunu gösteriyor.
Bazen, hatta çoğu zaman hatırlanan bir şey yok, hatırlandığı zannedilerek bilinçte uydurulabilen bir şey olabiliyor. Tarihin her an yeniden inşa edilen bir bilgi olduğunu ilk keşfeden postmodern tarih felsefecileri sanırım tam da bunu kastediyorlardı. Böylece tarih, bilinç üzerinde oynanan günübirlik bir yansıtma operasyonlarının cereyan ettiği bir alana dönüşebiliyor.
Neyi hatırlayıp neyi unutmamız gerektiği böylece günübirlik hafızamız üzerinde oynanan oyunlarla anlamsız hale getirilebiliyor. Şimdiki sosyal medya araçları üzerinden her gün maruz kaldığımız videolar hafızalarımızı hiçbir kaydın işlemediği seviyeye kadar aşındırıyor, bunlardan hatırladıklarımızın süresi su üstüne yazılan yazıların süresine kadar indirgenmiş durumda.
Bir araştırmaya göre bir sosyal medya ortamında akıp giden kısa süreli videoların her biri bizde çok farklı ve zıt duygular arasındaki geçişleri bir dakikanın altına düşürmüş vaziyette. Yani bir dakika içinde dünyanın bir ucunda yaşanmakta olan bir drama ağlayacak seviyedeyken bir anda en absürt bir komedi kesitinin etkisiyle kahkahaları basacak geçişi sağlayabiliyoruz.
Bu durum bizim duygularımızı iyice karmaşıklaştırıp tahrif edici bir etki yapıyor. Korkunç bir duygu bozukluğu hali giderek yaygın karakterimiz haline gelebiliyor. Böylece hiçbir duygumuzda karar kılamamamızı sağlıyor, her duygumuzu sığ, yüzeysel ve yapay bir hale getiriyor. Bunun etkisiyle bir yandan da anlık duygularla hareket eden, aklı giderek bir kenara koyan bir kitle oluşuyor.
Yüzeysellik, sığlık, bu medya ortamının belirleyici karakteri. Medya mesajın ta kendisidir. Kısa süreli duygulanımlar, tepkiler hedeflenerek verilen mesajlar kendine en ideal medyasını da bulmuş oluyor.
Bu durum üzerine siyaset inşa etmeye çalışan politikacılar var bir yandan da. Bu medya ortamından bir kitle oluşturup bu kitleyi operasyonlarının bir parçası haline getirmek isteyenler. Nasıl olsa kimin gerçekten ne dediği veya ne demek istediğinin çok önemi yok. Kimsenin kimsede bir tutarlılık aradığı yok. Kimsenin bir anlam arayışında olduğu da yok. Tepki gösterilecek sözü tepki gösterilecek yerinden gösterin, troll orduları saldırıya geçsin. Önemli olan oluşacak tepkilerden bir enerji oluşturabilmek. Bu enerjiden bir algı ve bu algıdan bir mesaj üretebilmek. Düşünce üzerinden, anlamlı sözler üzerinden bir tepkiyi harekete geçirilemez. Birilerine lazım olan bu tepkiler, bu linç enerjisi.
Bu ortamda tek parti döneminin o çetrefil tarihi hafızayı biraz fazla yorar, fazla uzağa gitmek lazım tabi. Oysa bugün hala o dönemde yaşananların zihinleri inşa ettiği bir durumda yaşıyoruz halbuki. Komplekslerimiz orada, başkalarına özenmelerimiz, kendimizi unutuşumuz, hafızayı asıl derinden kaybedişimiz, kendimize yazık edişimiz hep orada gerçekleşti. Herkesin bildiği ama hiç kimsenin dillendiremediği, konuşmaya kalkışanların sustuğu, susturulduğu, büyük sırların gizlenme becerisinin sergilendiği yer de orası. Büyük travmalarımızın cereyan ettiği zaman o zaman. O zamanla yüzleşmeden, o tarihle bütün muktezasınca yüzleşmeden, hesaplaşmadan büyüyemeyiz, hiçbir kompleksimizi aşamayız.
Bugün sosyal medya üzerinden bazı paylaşımlar hafıza parıltıları şeklinde o tecrübeleri, o travmaları gündeme getiriyor. Bir geliyor bir gidiyor, bir parlıyor bir kayboluyor, sürekli rahatsız ediyor.
Bu vesileyle bir kez daha anlıyoruz ki, büyümek için, bazı rahatsızlıklarımızdan kurtulabilmek için oraya gitmek, oraya müracaat etmek, o yaşadıklarımızla bir yüzleşmek gerekiyor.
İlk zamanlar konuyu açanların üzerinde sallanan kanunlar ve olabildiğince kaba ve olabildiğince somut bir otorite vardı. Bugün aynı kaba-saba otorite sosyal medya üzerinden, tam da o medyanın sunduğu imkanların maksimum baskı üretebilme kapasitesiyle kurulup işletilmeye çalışılıyor.
Bu baskı bazen pozitif olarak susturmak üzere çalışır, ama birilerini sustururken, geri kalan herkesi de teyit etmeye, otoriteyi onaylamaya, konuşmaya zorlar. Tam da faşizmin meşhur kuralı gibi, çoğu kez susturan bir güç olarak işlemez faşizm, herkesi otorite lehine, onun ideolojisini dillendirmek üzere konuşmaya zorlar. Konuşmayanın, alkışlamayanın, biat etmeyenin, saçma sapan ideolojinin papağanı olmaya razı olmayanın vay haline.
HABERE YORUM KAT