Ankara'da 28 Şubat Darbesi Protesto Edildi
28 Şubat Darbesi;13.Yıldönümünde Ankara Müslümanları Darbelere Karşı Dayanışma Platformunun çağrısıyla Kızılay YKM Önünde düzenlenen Basın Açıklamasıyla Protesto edildi.
Müslümanların aktif katılımıyla gerçekleştirilen Basın Açıklaması, Mehmet İnanlı'nın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. 28 Şubat'ın unutulmadığını haykırmak için burada toplanıldığı ve bu meseleyle ilgili henüz ciddi yaptırımların icra edilmediği konularına kısaca değinen Mehmet İnanlı, Platform adına Basın Açıklaması yapmak üzere mikrofonları Genç Birikim Dergisi'nden İbrahim Hakkı Toprak'a bıraktı. İbrahim Hakkı Toprak şunları söyledi.
"Türkiye, kuruluşundan bu yana halkın iradesini dışlayıcı ve aşağılayıcı bir anlayışıyla yönetilmiştir. 10 senede bir yapılan darbeler, bunun en canlı örneğidir!.. Her dönem, yönetimde söz sahibi olması gereken halk, bu darbeci yönetim anlayışının dayatmacı, baskıcı, tek tipçi tavırları yüzünden sürekli itilmiş, dışlanmış ve horlanarak sindirilmiştir. 1 Kasım 1922'de yapılan 'korkarım ki bazı kelleler koparılacaktır' tehdidi, bu dışlama ve sindirme geleneğinin temelini oluşturmuştur. Bu gelenek, bugün aynı yöntemle devam ettirilmektedir…"
"1990'dan bu yana olaylar incelendiğinde, 28 Şubat darbesini gerçekleştirenlerle Ergenekon terör örgütünü oluşturanların aynı zincirin halkaları olduğu görülecektir. Veli Küçük, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Arif Doğan, Abdülkerim Kırca, Sisi lakaplı Seyhan Soylu, Doğu Perinçek, İlhan Selçuk, Ümit Oğuztan Ergenekon, Susurluk ve 28 Şubat süreci dolayısıyla daima gündeme gelmiş isimlerdir. 28 Şubat sürecine darbe diyen Erol Özkasnak, balans ayarı yaptık diyen Çevik Bir, ses kayıtlarıyla darbelerdeki rolü ortalığa saçılan Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, bin yıl sürecektir diyen Hüseyin Kıvrıkoğlu, 28 Şubat sürecinde orkestra şefliği yapan Süleyman Demirel ise bu süreçteki etkin rollerine rağmen dokunulamayanlar listesinde bulunan isimlerdir. Bu illegal oluşumlara finansal destek sağlayan işadamları, attıkları "topyekûn savaş" manşetleriyle desteklerini sunan medyatörler aleyhlerinde yargı sürecini başlatmayan brifingleştirilmiş yargı mensuplarına dokunulmadan bu illegal yapılanmaların üzerine gidiliyor denemez..."
Basın Açıklaması sık sık aşağıdaki sloganlarla kesildi:
Balyoz Tehdidi Yıldıramaz Bizleri, Darbeciler Yenilecek İslami Direniş Kazanacak, Maske Düştü Balyoz Göründü, Darbeci Karargâh Dağıtılsın, Darbelere Karşı Omuz Omuza, Zulme Karşı Direneceğiz, Dik Dur Eğilme Darbeciden Hesap Sor, Cuntanın Balyozu Kırılacak, Halka Değil Darbeciye Balyoz, Kahrolsun Cübbeli Darbe Düzeni
Bu sloganlar ve Tekbir sesleriyle yankılanan meydanda, şu dövizlerin taşındığı görüldü:
Kahrolsun İslam Düşmanı Cunta!, Balyoz Tehdidi Yıldıramaz Bizleri!, Darbeciler Yenilecek İslami Direniş Kazanacak!, Maske Düştü Balyoz Göründü!, Cunta Dağıtılsın Darbeciler Yargılansın!, Balyozcu, Kafesçi Paşalardan Hesap Sorulsun!, Neden Herkese Aynı Askere Ayrı Yargı, 28 Şubat, 27 Nisan, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, Eldiven, Yakamoz, Ayışığı, Kafes, Balyoz, Sarıkız Darbeciler Halka Hesap Verecek, Hukuk Balyozu Darbecilerin Kafasına İnmelidir!, Genelkurmay Kanlı Oyunlara Son Ver!, Sarıkız, Yakamoz, Eldiven, Ayışığı, Kafes Ve Şimdi De Balyoz!, Darbeciler Yargılansın!, Militarist Bataklık Kurutulsun, Darbecilerin Balyozu Üzerimizde Dolaşıyor, Üzülme Gevşeme Allah Bizimle, Darbeci Karargâh Dağıtılsın, Darbeciler Halka Hesap Verecek!, Cuntanın Balyozu Kırılacak, Darbeciler Yargılansın Militarist Bataklık Kurutulsun, Halka Değil Darbeciye Balyoz, Balyoz Tehdidi Yıldıramaz Bizleri, Başörtüsü Yasak, Darbeciler Serbest
Basın Açıklamasının ardından ÖZGÜR-DER Başkanı Rıdvan Kaya şunları söyledi:
"28 Şubat Türkiye'nin karanlık darbeler defterinin kapkara bir sayfasıdır. Hukuksuzlukla, dayatmayla zorbalıkla dolu bu sayfada İslami kimliğe ve Müslümanlığa düşmanlık had safhadadır. 28 Şubat uygulamaları emperyalist güçlerin uygulamalarıyla birebir örtüşmektedir. ABD'nin Irak'ta, Somali'de, Afganistan'da İslam'a ve Müslümanlara açtığı savaş neyse, 28 Şubatçıların düşmanlığı da aynıdır. Danimarkada'ki karikatür rezaleti, Fransa'daki başörtü düşmanlığı, İsviçre'deki minare yasağı hep 28 Şubatçılarla emperyalistlerin aynı zihniyeti paylaştıklarının göstergesidir.
Omuzu kalabalık bir faşist general, basına yansıyan ses kayıtlarında, başörtüleri keneye benzetiyor ve hiç acımayın ezin diyordu. Gerçekten de acımadılar. Ellerinden geldiğince ezdiler ama Allah'ın işine bakın ki bu general şimdi Silivri'de muhtemelen kendisine acınılması için tahliye dilekçeleri yazmakla meşgul. Diğer Generaller gibi herhalde hasta olduğunu kendisine acınılıp GATA'ya sevkini istiyor olmalı.
Müslümanlar olarak Allah'a hamd olsun ezme sindirme politikalarına karşı dün olduğu gibi bugün de direniyoruz. Bugün sadece Ankara'da değil İstanbul'dan Van'a, Çorum'dan Antalya'ya kadar her yerde Müslümanlar, zorbalığı protesto ediyor. Biz haklı olduğumuzu biliyor ve inanıyoruz. Direnmeye devam edeceğiz ve inşallah da kazanan da biz olacağız."
Daha sonra söz alan İLKAV (İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı) Başkanı Mehmet Pamak ise konuşmasında şunları ifade etti:
"Osmanlı yönetiminden sonra Cumhuriyet adı altında bürokratik saltanat ve diktatörlük devam etmiştir. Bürokratik, oligarşik diktatörlüğün öncülerinin asker ve sivil (özellikle yargı) bürokratları olduğunu bugün artık açıkça görmekteyiz. Kendilerinin yapıp halka dayattıkları darbe anayasalarıyla zaten yeteri kadar vesayet ve egemenlik kurdukları halde, bir de darbeler ve çetelerle zulümde sınır tanımadıklarını göstermiş oldular. Asker ve yargı darbeleriyle sürekli halkı; kendi keyfi arzu ve istekleri, doğrultusunda ve seküler ideolojiler istikametinde hizaya sokmaya çalıştılar. Onlar hep devletin, ülkenin ve hatta halkın sahibi-efendisi oldukları zannıyla hareket ettiler. Halkı ise köle, askere giden, vergi veren ve itaat eden konumunda tutmaya hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakmaya çalıştılar. Emperyalistlerin işbirlikçisi taşeronu konumundan hiç çıkmayan bu darbeci çeteci kadrolar; bir de ulusalcı olduklarını iddia ettiler. Yeri geldi emperyalist devletlerin desteğiyle darbeler yaparak halkın vergileryle finanse edilen tankları halkın üzerine sürdüler. Hukuka da, insani erdemlere de, ahlaka da aykırı bir tutumla halkın silahını halka çevirdiler. Halkın dış güvenliğini sağlamak için maaş alan kadrolar utanmadan halka darbe yaptılar ve muhtıralar verdiler. Halkın İslami kimlik ve değerlerini, tehdit ve düşman ilan ettiler. Farklı halk kesimlerini birbirine kırdırarak, kaos oluşturup hegemonyalarını sürdürmek için kanlı provokasyonlar gerçekleştirdiler. Kendi askerlerini öldürmeyi, kendi halkına tuzak kurmayı, müzede çocukları toplayıp kitlesel çocuk katliamı yapmayı, camileri bombalamayı bile kaos çıkararak darbeye zemin hazırlamak için planlayabildiler. Bu ölçüde vahşileşebilen tam bir cinnet hali yaşayan bürokratlar ne hikmet ki fazlasıyla TSK' dan çıkabilmektedir. TSK neden ve nasıl bunca cani üretebiliyor ve bunları önleyebilecek tedbirleri almıyor.!
TBMM ve Hükümet eğer gerçekten halkı bu bürokratik diktatörlüğün zulmünden kurtarmak istiyorsa; daha fazla geciktirmeden bir an önce başta TSK ve Yargı olmak üzere tüm devleti, insan hakları ve Hukuk ekseninde yeniden ve köklü bir değişimle yapılandırmak zorundadır. TSK ve Yargı içindeki bütün darbeci ve darbe yandaşları tasviye edilmeli, üst kademelerde doğacak büyük boşluk alt kademelerdeki hukuka bağlı kadrolarla bir kereliğine terfi atlatılarak doldurulmalıdır. Ordu kışlasına ve dış güvenliğe döndürülmeli, yargı da resmi ideolojiden arındırılarak hukuka dönderilmelidir. Bütün bu reformların yapılabilmesi için de halkımız daha fazla meydanları doldurmalı, maaşını ödediği bürokratlardan hesap sormalı, bu ülkenin sahibinin halklar olduğunu bürokratların ise halka hizmetkâr olduğunu hatırlatmalıdır. Ve halkın nasıl düşünüp neye inanacağı ve nasıl giyineceğine bürokratların karar veremeyeceğini onlara öğretmelidir.
Bizler bu ülkenin müslüman halklarıyız. Kendi ülkemizde insanca, müslümanca, özgürce yaşama hakkımızı Allah'ın izniyle mutlaka alacığız. İslami kimliğimizle varız ve herşeye rağmen var olmaya devam edeceğiz. Herkes kendisini buna alıştırsın. Bizler hiç kimseye zulm etmedik ve zulmetmeyeceğiz. Bu ülkedeki bütün kesimlerin adaletle muamele görmesini ve özgürce yaşamasını savunmaktayız ve savunmaya devam edeceğiz. Kendimize yapılan zulümlere ise asla rıza göstermeyeceğiz. Meydanları doldurarak itiraz etmeye, hesap sormaya, hak ve özgürlüklerimizi alana kadar Tevhid, Adalet ve Özgürlük Mücadelesini ısrarla sürdürmeye devam edeceğiz."
Katılımın yoğun olduğu Basın Açıklaması Tevhid ve Tekbir nidalarıyla sona erdi.
Basın Açıklamasının Tam Metni
28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ VE ERGENEKON!..
Türkiye, kuruluşundan bu yana halkın iradesini dışlayıcı ve aşağılayıcı bir yönetim anlayışıyla yönetilmiştir. 10 senede bir yapılan darbeler, bunun en canlı örneğidir!.. Her dönem, yönetimde söz sahibi olması gereken halk, bu darbeci yönetim anlayışının dayatmacı, baskıcı, tek tipçi tavırları yüzünden sürekli itilmiş, dışlanmış ve horlanarak sindirilmiştir. 1 Kasım 1922'de 'korkarım ki bazı kelleler koparılacaktır' tehdidi, bu dışlama ve sindirme geleneğinin temelini oluşturmuştur. Bu gelenek, bugün aynı yöntemle devam ettirilmektedir. Asker ve sivillerden oluşan bürokratik oligarşinin oluşturduğu kontrgerillacılık, Jitemcilik, çetecilik, Ergenekonculuk gibi illegal oluşumlar bu kadim geleneğin ürünüdür. 1 Nisan 1923'de Birinci Meclis'in darbeyle feshedilmesi, ardından yapılan tüzük değişikliği ile ülkenin tek ve değişmez 'Ebedi Şef'liğin ilanı, bu geleneğin günümüzde de devamını sağlamıştır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri ve son olarak 27 Nisan'da verilen e-muhtıra, bu darbeci geleneğin halen devam ettiğini göstermektedir.
Aslında, egemen irade tarafından çıkarılan söz konusu yasa maddeleri, Türkiye'de darbe yapmayı suç saymaktadır. Darbe yapanlara, hatta darbe teşebbüsünde bulunanlara, aynı yasa maddeleri ağırlaştırılmış müebbet hapsi ( TCK değiştirilmeden önce bu suçun cezası idam idi) öngörmektedir. Ancak, şu ana kadar, Türkiye'de bu tür cezalar, sadece darbecilikte başarılı olamayanlara tatbik edilmiştir. Nitekim 1962 ve 1963'lerde yaptığı darbelerde başarılı olamadığından dolayı Talat Aydemir ve arkadaşı idam edilmiştir. Ama 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat darbecileri ile 27 Nisan muhtıracısı, taltif edilerek kimileri terfi ettirilmiş, kimileri ise devlet başkanlığına getirilmiştir. İşin ilginci, Afrika'nın en ilkel kabilelerinde bile rastlanmayacak uygulamalarla, bunların darbe dönemlerinde yaptıkları faaliyetlerinden dolayı soruşturulamayacakları yasal güvence altına alınmıştır.
DARBECİLER YARGILANMALIDIR!..
Türkiye'deki idari ve siyasi sistem, kâğıt üzerinde de olsa, askere siyaset dışı bir konum belirlemiştir. Bu konum, askerin makamı ve mevkii ne olursa olsun siyasi, sosyal ve iktisadi konularda basına sözlü ya da yazılı bir açıklama yapma hakkı dâhil siyasi konularda görüş belirtme hakkını vermemektedir. Ancak, askerin silahı ve gücü elinde bulundurması sebebi ile, daima siyaseti ve siyasetçileri yönetme ve yönlendirme hakkını kendisinde görmüştür. Bu yönetme ve yönlendirme işi, bazen doğrudan yönetime el koyma, bazen de postmodern denilen, bir yöntemle gerçekleştirilmiştir. Oysa var olan mer'i mevzuata göre, TSK siyasal iradenin emrindedir. Bu sistemde Genel Kurmay Başkanı, TSK'nın istek ve taleplerini, Cumhurbaşkanı ve Başbakanla yaptığı olağan görüşmelerde ve MGK dışında herhangi bir ortamda gündeme getirme hakkına ve imkânına sahip değildir. Nitekim TSK İç Hizmet Kanunu'nun 43'ncü maddesinde, 'Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi fikir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir. Bundan ötürü Silahlı Kuvvetler mensuplarının siyasi parti veya derneklere girmeleri, bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır" denilmek suretiyle askerlere ait yetkilerin çerçevesi belirlenmiştir. Darbe yapma veya darbe teşebbüsünde bulunmanın cezası ise eski Türk Ceza kanunu'nda idamdı, şimdilerde ise ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Emekli hâkim Dr. Ümit Kardaş "Darbe ya da postmodern darbe yapmanın bizim yasalarımıza göre cezası nedir?" şeklindeki bir soruya, "İdamdır. Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesi bunu, 'Anayasayı tağyir, tebdil ve ilgaya teşebbüs' olarak niteler" diye cevap vermektedir.
Yasal çerçeve böyle iken, bugüne kadar darbe yapan, darbe teşebbüsünde bulunan ya da basın açıklaması yapan hiçbir TSK mensubunun yargılan(a)maması düşündürücü değil midir? 28 Şubat sürecine bir tv kanalında açıkça 'postmodern darbedir' diyen Genelkurmay eski Genel Sekreteri Erol Özkasnak ile ABD'de iken Sincan'da tankların yürütülmesinden dolayı 'balans ayarı yaptık' diyen Genelkurmay eski İkinci Başkanı Çevik Bir'in, bu yasa maddelerine rağmen yargılanmaması hangi gerekçelerle izah edilebilinir? Bu durumda, anayasadaki herkes kanun karşısında eşittir maddesi içi boş ve anlamsız hale gelmiş olmuyor mu?
Şemdinli olaylarında dönemin Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt tarafından 'iyi çocuklardır' dediği astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'e 39 küsur yıl ile cezaya çarptırmışken, davanın askeri mahkemelere intikal ettirilmesiyle tahliyeedilmeleri, mevcut yasal çerçevede nereye oturtulacak?
27 Nisan e-muhtırası ile hükümete açıkça muhtıra verilmesine rağmen hâkimlerin, savcıların, bu muhtırayı hiç görmemeleri, askeri vesayetin ulaştığı yargılanamazlık boyutunu göstermiyor mu?
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 2009 yılında, TSK'nın 28 Şubat postmedorn darbesinin arkasında olduğunu açıklaması karşısında yargı organlarının harekete geçmemesi, yargının, askeri bürokrasinin üzerine gitmeye cesaret edemediğini göstermiyor mu? Peki, sivil ve askeri yasalarda darbe suç olmasına, hatta ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını öngörmesine rağmen, bir Genelkurmay Başkanı nasıl olur da bir darbenin arkasında olduğunu açıklayabilir? Diyelim ki Genelkurmay Başkanı suç olmasına rağmen darbeyi desteklediğini alenen açıkladı; peki nasıl olur da ülkenin siyasi ve yargı erki, alenen işlenen bu suç ile ilgili herhangi bir işlemde bulunmazlar? Bu durum, yargının iflas ettiğini ve sadece gücünün yettiğine göstermesi açısından önemlidir. Zaten brifingleştirilmiş yargı organlarından bundan başka bir şey de beklemek doğru değildir.
28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ VE ERGENEKON!..
12 yıl geriye bakıldığında, 28 Şubat postmodern darbe sürecinin 1997'de başlamadığı, TC'nin kuruluşundan bu yana devam eden sürecin bir halkasını teşkil ettiği, bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Zaten dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun, 28 Şubat darbe sürecinin Cumhuriyetle yaşıttır açıklaması da bunu teyid etmektedir. Dolayısıyla 1997 yılında yeniden hortlatılan 28 Şubat postmodern darbe süreci, 1920'li, 1930'lu yıllara yani Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına tekrar dönmeyi hedefleyen kapsamlı bir projenin o yıla tekabül kısmıdır. 28 Şubat geriye dönüştür; yani Kemalistlerin çok sevdikleri bir deyimle irticai bir kalkışmadır. Bu irticai kalkışma, 1950'ye kadar tek parti diktatörlüğü şeklinde, çok partili dönemde ise 10 yılda bir yapılan darbelerle sürdürülmüştür.
Türkiye'de, çok partili dönemde darbe geleneğinin oluşması, ABD tarafından kur(dur)ulan Özel harp Dairesi ya da Kontrgerilla- ile başlamıştır. Bu kurum, her ne kadar Komünizme karşı kurulmuşsa da, biliyoruz ki içe dönük, ABD menfaatlerine aykırı hareket eden kişi, grup, örgüt ve partilere karşı kullanılmıştır. Darbelerin, faili meçhul cinayetlerin, toplu katliamların; 1 Mayıs Katliamının, Kahramanmaraş, Çorum ve Malatya olaylarının, hep bu örgüt tarafından organize edildiği, bu ülkede bakanlık ve başbakanlık yapmış kişiler tarafından dile getirilmiştir.
1997'de hortlatılan 28 Şubat postmodern darbe süreci de, bu örgütün katkı ve yönlendirmesiyle, dış emperyal ve Siyonist güçlerin ve özellikle de ABD'nin menfaatleri doğrultusunda başlatılmıştır. Bu sürecin başlatılması için de ilk işaret 1990'da Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra yapılan NATO toplantısında verilmiştir. Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle birlikte düşmansız kalan NATO, yeni duruma uygun olarak yaptığı konsept değişikliği ile düşman konumuna İslam'ı ve Müslümanları oturtmuştur. İşte, NATO üyesi ve/veya ABD'nin arka bahçesine dönüşen her ülke de, bu duruma uygun olarak konsept değiştirmek zorunda kalmıştır. Bu, bazı ülkelerde fiili darbe, bazı ülkelerde ise postmodern darbe şeklinde gerçekleştirilmiştir. Bu yeni konseptin asıl amacı, her ülkede, başta İslami muhalefet olmak üzere her türlü muhalefeti bastırmak ve sindirmek, iktidara gelme ihtimallerini ortadan kaldırmak, var olan İslami görünümlü iktidarları ise alaşağı etmektir. Dış emperyal ülkeler, bu sürece destek vermemiş ya da göz yummamış olsalardı, bu darbenin, Türkiye'de, sadece iç dinamiklerle gerçekleştirilmesi mümkün olamazdı. Eğer darbeler, dış Siyonist ve emperyal destek olmadan da gerçekleştirilebilseydi, 2003 ve 2004'de 'Sarıkız', 'Ay Işığı' ve 'Eldiven' darbe girişimleri gerçekleşebilirdi. Oysa, darbeci generaller tarafından çok arzu edilmesine rağmen, dış emperyal konjonktür müsait olmadığından, bu darbeler, gerçekleştirilememiştir.
Türkiye'de son iki yıldır gerçekleştirilen operasyonlarda ortaya çıkarılan Ergenekon terör örgütü, yeni örgütlenen ya da yeni ortaya çıkarılan bir örgüt değildir. Öteden beri devam eden örgüt, değişik zamanlarda, değişik isimlerle faaliyet gösterir. Dolayısıyla bir örgütün çökertilmesiyle, ülkedeki derin örgütlenme tamamı ile çökertilmiş ya da bitirilmiş olamaz. Gladyo/Kontrgerilla şemsiye örgütün altında onlarca örgüt kurulabilir veya kapatılabilir, ama asıl çatı örgüt, yani Gladyo/Kontrgerilla faaliyetine, değişik isimlerle devam edecektir. Çünkü asıl örgüt, 1950'li yılların başında resmen kurulmuş, ama sivil vatanseverlerden oluşan yer altı unsurlarıyla illegal faaliyet gösteren terörist ve eli kanlı bir örgüttür. Jitem, Susurluk, 28 Şubat süreci ve bu çerçevede oluşturulan Ergenekon, Sauna/Küre ve Atabeyler yapılanmalarının, bu üst şemsiye örgütten bütünüyle bağımsız faaliyet gösterdikleri anlamına gelmez.
1990'dan bu yana olaylar incelendiğinde, 28 Şubat darbesini gerçekleştirenlerle Ergenekon terör örgütünü oluşturanların aynı zincirin halkaları olduğu görülecektir. Veli Küçük, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Arif Doğan, Abdülkerim Kırca, Sisi lakaplı Seyhan Soylu, Doğu Perinçek, İlhan Selçuk, Ümit Oğuztan Ergenekon, Susurluk ve 28 Şubat süreci dolayısıyla daima gündeme gelmiş isimlerdir. 28 Şubat sürecine darbe diyen Erol Özkasnak, balans ayarı yaptık diyen Çevik Bir, ses kayıtlarıyla darbelerdeki rolü ortalığa saçılan Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, bin yıl sürecektir diyen Hüseyin Kıvrıkoğlu, 28 Şubat sürecinde orkestra şefliği yapan Süleyman Demirel ise bu süreçteki etkin rollerine rağmen dokunulamayanlar listesinde bulunan isimlerdir. Bu illegal oluşumlara finansal destek sağlayan işadamları, attıkları "topyekûn savaş" manşetleriyle desteklerini sunan medyatörler, aleyhlerinde yargı sürecini başlatmayan brifingleştirilmiş yargı mensuplarına dokunulmadan bu illegal yapılanmaların üzerine gidiliyor denemez.
28 ŞUBAT DARBE SÜRECİ DEVAM ETMEKTEDİR!..
28 Şubat darbesi, sonuncu darbedir, ama son darbe değildir. Çünkü darbeci bir mantıkla kurulmuş bir rejim, ancak darbeci bir mantıkla hayatiyetini devam ettirilebilir. Bu mantık, muhalefete, farklılıklara, itirazlara tahammülü olmayan bir mantıktır. Ülke, tek partili dönemde de çok partili dönemde de, hep bu mantıkla yönetilmiştir. Darbeler bunun için yapılmış, muhtıralar bunun için verilmiştir. Dolayısıyla bu vesayetçi ve darbeci mantık anlayışı devam ettiği müddetçe, darbe, kılıcı sürekli halkın ensesinde sallanacak ve konjonktür müsait olunca da darbe gerçekleşecektir. 28 Şubat sürecinden sonra ortaya saçılan darbe girişimleri ve 27 Nisan e-muhtırası ya da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 'biz TSK olarak, 28 Şubat postmodern darbe sürecinin arkasındayız' tarzındaki açıklaması da bu sürecin devam ettiğini ve bundan sonra da devam edeceğini göstermektedir. Nitekim Başbuğ'un bu meydan okumasına –DP Genel Başkanı Süleyman Soylu hariç- siyasiler ve yargı mensupları dahil hiç kimseden bir tepki gelmemiştir. Nihayetinde bir memur olan Genelkurmay Başkanı'nın 28 Şubat'ın arkasındayız demesi; açıkça ve alenen ağırlaştırılmış müebbet cezayı gerektiren bir suç iken ilgili yetkililerden hiç ses çıkmamıştır? Sadece bu açıklamaya tepki gösteril(e)memesi bile, 28 Şubat darbesinin halen devam ettiğini göstermektedir. Halen bu ülkede üç beş insanın bir arada Kur'an okuması terör suçu olarak kabul ediliyorsa, 28 Şubat darbe süreci devam ediyor demektir.
Halen çağdışı bir uygulama olan İmam Hatiplerin katsayı meselesi halledilememişse, başörtülüler kamu alanı saçmalığı dolayısıyla zenci muamelesi görüyorsa, başkomutanlık şapkası da bulunan Cumhurbaşkanı ve ülkeyi yönetmekte olan Başbakan ve Bakanların eşleri başörtülerinden dolayı kimi tayin edilmiş sivil ve askeri memurlar tarafından protesto ediliyor, protokol ve resepsiyonlara giremiyorlarsa, 28 Şubat darbesi elbette devam ediyor demektir.
Türkiye'nin bir nebze normalleşebilmesi, bu tür illegal yapılanmalardan kurtulması ile mümkün olacaktır. Ergenekon yapılanmasının çözülebilmesi ve 28 Şubat darbe sürecinin bütün kirliliği ile ortaya çıkarılması ile mümkündür. 28 Şubat darbe süreci de ancak, üst çatı görevini gören ve esas illegal örgütlenme olan, emperyal ve Siyonist güçlerce de desteklenen Gladyo/Kontrgerillanın çökertilmesi ile söz konusu olabilir.
ANKARA MÜSLÜMANLARI DARBELERE KARŞI DAYANIŞMA PLATFORMU ADINA