New York New York
Zamanı yakalamanın bir bedeli var. Iskalamanın da! Uçakla yapılan uzun yolculuklardan kalan 'jet lag' etkisi ruhun ödediği bedelin özeti gibi.
Bilinen hikâyedir, Güney Amerika'daki İnka medeniyet kalıntılarını gezdiren yaşlı rehber, zirveye hızla tırmanan turistlerin aksine, belli aralıklarla durup bekleyince, neden beklediğini soranlara 'Ruhum geride kaldı, ruhumu bekliyorum.' cevabını vermiş. İnsan ruhunun hızla ilişkisi çağın en önemli sorunu. Bilinç akışını bozan, insanı ayarlı olduğu ritmin dışına düşüren her türlü hız bozulma getiriyor. Jet lag bu bakımdan, sadece bedenin değil, ruhun da konusu. Yaşadığınız ülke, yaşadığınız hayat başka bir zaman dilimindeyken yeni zamana uyum sağlamanız hiç kolay değil.
Modernizmin görkemli kalesi New York'a, Türkiye'den bir grup gazeteci ile, kültür festivalini izlemek üzere davet edildik. Manhattan'ın merkezindeki Grand Central'da başlayan etkinliklerden fırsat buldukça şehri keşfe daldık. New York'a dikkatli baktığınızda, modernizmin ruhunu arayanların neden hep burada soluklandığını anlıyorsunuz! Yirminci yüzyılın bu görkemli kalesi, en azından insan azminin yaratabileceği büyüklük konusunda somut bir cevap verebilmişti.
Bu devasa şehre bakıp insanlığın macerası hakkında tefekküre dalmamak elde değil. Tabii tefekküre, günümüzün Amerikan siyasetine yön veren kırılmanın yaşandığı dünya ticaret merkezinden başlamak farz. Sadece Amerikan tarihinde değil, tüm dünya için bir milat olan 11 Eylül saldırılarına konu olan merkezde bugün yaşanan tartışmalar gelecekteki siyasetin anahtarı çünkü. Ground Zero olarak nitelenen alanda hummalı bir faaliyet yürütülüyor. Devasa makineler, vinçler gece gündüz, yıkılan kulelerin yerine yapılan yeni kompleksi inşa ediyorlar. Projenin biçiminden, adına hemen her adımında kamuoyunda ciddi tartışmalar olmuş. Tartışmaların kasıtlı olduğu şüphe götürmez. Alanın yakınına yapılacak cami inşaatı için koparılan kıyamet hatırlanırsa başlatılan tartışmanın sembolik değeri daha çok anlaşılıyor; mesele caminin merkeze ne kadar uzak olup olmadığı değil çünkü. Tıpkı diaspora Ermenilerinin, soykırım temasını/ tarihte kurban olmayı, kimliğin temel harcı olarak yeniden üretmeleri gibi, Amerikalılar da giderek derinleşen 11 Eylül mitine sığınıyorlar. Bir mit ihtiyacı olduğu çok açık. Ground Zero'nun 50 metre ötesinde açılan 9/11 preview site merkezinde sunulanlar bu sembol arayışının özeti gibi; İkiz Kuleler'in patlama anından sonrasındaki yangına, olayın tanıkları ile yapılan söyleşileri içeren belgesel duyguları canlı tutmaya yönelik. Bir müzenin satış reyonu gibi düzenlenen alanda, 11 Eylül günü olanları anlatan kitaplardan birer milli kahraman olarak anılan itfaiyeci maskotlarına, itfaiye arabalarına, üzerinde polislerin resimleri olan kahve kupalarından maskotlara her şey var. Ve hepsi satılık. Galeriye doluşan kalabalıkta ağlayanlar da var. Gözyaşlarına hakim olamayan bir kadının hikâyesini sahiden merak edip, 11 Eylül günü nerede olduğunu sormak istedim. Ama gözyaşları her durumda meraktan daha değerlidir diyerek sormaktan vazgeçtim.
Amerika kaybettiği bir kimliği arıyor sanki. Televizyon kanallarındaki tartışmalardan kamuoyunun gidişattan memnun olmadığını anlıyorsunuz. Obama'nın beklentileri karşılamadığı artık sakınılmadan konuşulan bir konu. Kasım ayında yapılacak olan senato seçimlerine hızlı başlayan Çay Partisi'nin yükselttiği milliyetçi dalga da tehlike sinyalleri yayıyor. Tea Party adıyla örgütlenenlerin başını çektiği muhafazakâr ekolün savunduğu argümanlar Amerikan taşrasının yontulmamış değerleri, ırkçı, sağcı, İslam düşmanı ve olabildiğince beyaz.
Amerika, gücü azalan bütün büyük iktidarlar gibi, giderek aşırı ideolojinin, kof siyasetin içine yuvarlanıyor. Aşırı ideoloji bu durumlarda güçsüzlüğü perdelemenin aracı.
Yenilenmesi mümkün olmayan bir sistemin arkaik olana sığınması kaçınılmaz. Giderek yükselen İslam karşıtlığını, güç iddiasındaki Amerika'nın ihtiyaç duyduğu bir tema olarak görmek gerekir. [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT