Nevzat Çiçek ile Moro İslami Hareketi Üzerine
Nevzat Çiçek, 40 yıldır Filipinler devletine karşı varoluş mücadelesi veren Moro İslami hareketini Islah-Haber'e anlattı.
Filipinli, diğer adıyla Morolu Müslümanlar son 40 yıllık direnişleri sonucunda nihayet 15 Ekim 2012 tarihinde yapılan bir özerklik sözleşmesi ile tekrar gündeme geldiler.
1990’lı yıllara oranla Türkiye Müslümanları arasında da neredeyse unutulan Morolu Müslümanlar ve bölgedeki İslami hareket, çağdaş İslam coğrafyası ölçeğinde belki de hakkında en az bilgi sahibi olunan bir bölge. Morolu Müslümanlarla ilgili olarak 1992 yılında Şafak Yayınları tarafından “Filipinlerde Çağdaş İslami Hareket” adıyla tercüme edilen C. Edib Majul’un kitabı hariç tutulduğunda Türkçe literatürde kayda değer bir eserin bulunmayışı da bu ilgisizlik ve bilgisizliğin göstergesi.
Aslında bu durum sadece Morolu Müslümanlarla ilgili de değil. Asya’daki Malay Müslümanlarının geneli için geçerlidir bu ilgisizlik ve bilgisizlik. Hâlbuki çağdaş İslami ıslah ve direniş hareketleri bağlamında Moro’daki İslami hareketlilik çok önemli bir tecrübeyi ifade etmektedir. İslami mücadelenin fikrî/ıslah boyutunda üzerinde durulabilecek bir katkıları elbette ki yok ancak bu mücadelenin direniş boyutu söz konusu olduğunda Moro’daki İslami hareketin katkısını yabana atmak mümkün olmasa gerek. Modern dönemde 40 yıllık bir gerilla hareketi ve silahlı mücadeleden söz ediyoruz. Daha eskilere gidildiğinde ise 16. yüzyılın ortalarından itibaren İspanyolların başlattığı emperyalist asimilasyon politikalarına karşı 500-600 yıllık bir İslami varoluş mücadelesi söz konusu bu coğrafyada.
Filipinler derken kamuoyu ve basında öne çıkan en önemli olgulardan bir tanesi de Ebu Seyyaf örgütü olmaktadır. Hâlbuki bu örgüt bölge Müslümanlarının geneli içerisinde belki de en son anılması gereken isimlerin başında gelmektedir. Ne var ki adam kaçırma ve öldürme eylemleriyle neredeyse özdeşleşmiş olan bu oluşum, Nevzat Çiçek’in de deyimiyle Batılı basın kuruluşları ve onların yerli mukallitlerince öne çıkarılmakta ve adeta bölgedeki İslami hareketler buna indirgenmeye çalışılmaktadır.
Biz Islah Haber olarak 40 yıllık istikrarlı bir mücadelenin sonunda özerklik anlaşmasıyla gündeme gelen Morolu Müslümanlar hakkındaki bilgi kıtlığımızı gidermeye dönük bir adım atma zamanının çoktan geldiğini düşünüyoruz. Bu cümleden olarak konuyla ilgili özerklik sözleşmesinin imza toplantısında orada hazır bulunan Timeturk sitesinin genel yayın yönetmeni gazeteci-yazar Nevzat Çiçek ile yaptığımız kapsamlı röportajı ilginize sunuyoruz.
HAŞİM AY / ISLAH-HABER
Filipin’de uzun bir mücadelenin sonucunda devlet Morolu Müslümanlarla masaya oturmak zorunda kaldı. Siz de anlaşmaya varılan özerklik sözleşmesinin imzalanması esnasında orada hazır bulundunuz. Bize öncelikle Filipin devleti, oradaki Müslümanların tarihi ve genel durumları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Filipinler esasında 7 bin yüz yedi adadan oluşan büyük bir ada devleti. Bu ada devleti, ismini İspanyolların burayı sömürmesiyle birlikte İkinci Filip’ten alıyor. Ve oradan Filipin ismi türemeye başlıyor. Filipinler daha sonra Amerika ve birkaç diğer ülkenin daha işgali değil, kiralaması neticesine maruz kalıyor. En son bağımsızlığını ilan ediyor fakat Filipinler daha çok Hıristiyanların ağırlıkta olduğu bir yerleşim birimi. Ama eskiden bu nüfus oranı çok farklıydı.
Moro, resmi adı ile Mindanao adası, Filipinler devletinin en güneyinde, Endonezya’nın da kuzeydoğusunda yer almakta. Buradaki Müslümanlar Arap tüccarlar vasıtasıyla İslam’ı kabul ediyorlar. Bu kabullenişle beraber özellikle de şuan ki başkent Manila ve çevresinde yoğun bir nüfusları var. Bölgede ilk İslami siyasi birliğin Seyyid Abdulkadir tarafindan 1450 yıllarında teşkil edildiği bilinmektedir. Şerif Haşim’in soyundan gelen bir devlet reisiydi.
1521 senesinde İspanyollar ilk kez saldırıya geçerler. Gayeleri Avrupa’da bir İslam medeniyeti olan Endülüsü yok ettikleri gibi Filipinlerdeki İslam medeniyetini de yok etmek olacaktı. 26 yıllık çetin savaşlardan sonra Müslümanlar İspanyolların deniz kuvvetine dayanamayıp başkentleri Manila’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Morolu Müslümanlar 1500’lü yıllardan itibaren bu Hıristiyan yayılmacılığından dolayı kendilerini koruyamayacaklarını düşünüyor ve aşağı Mindanao Adasına ve çevresine doğru gelmeye başlıyorlar. Buraya gelirken de bütün mal-mülk varlıklarını geride bırakıyorlar ve buradaki insanlar onlara tarlalarını kiralatıyorlar Müslüman oldukları için. Ondan sonra yerleşim buralarda başlıyor.
İspanyollara karşı direniş 10 Aralık 1898 yılına kadar devam etmiştir. İspanyollar 1898 yılında tam 104 sene önce Filipinler adaları 10 milyon dolara Amerikalılara satıyor. Tabii ki Moro adası da dâhil. Bu sefer Müslümanlar 40 yıl Amerika Birleşik Devletleri ile çetin bir bağımsızlık mücadelesine giriyorlar.
İkinci dünya savaşında ise Amerikalılar Filipinler adalarından çekilip bu sefer bu adaları işgal eden Japonlara karşı savaşmaya başladılar. İkinci dünya savaşının bitimine kadar Japonlar ile çatışma aralıksız devam etti.
Savaştan sonra 1946 senesinde Filipinler adaları Amerika’nın izni ile bağımsız oluyor. Filipinler devletin bağımsızlığından 22 yıl sonraya kadar bir kargaşa yaşanmıyor. Fakat 1968 yılında 68 Müslüman gencin Filipinli askerler tarafından öldürülmesi neticesinde protesto gösterileri ve yürüyüşler başlıyor. Çanakkale zaferini örnek alarak, o zaferin tarihi olan 18 Martta, 1968’de Siyasal Bilgiler Fakültesinde Müslüman öğrenciler örgütlerini kurup direnişe yemin ediyorlar.
1972 yılında Müslümanlara karşı şiddetli bir katliam hareketi başlatıldı. İbadet yerleri, camiler, medreseler, mescidler ve yerleşim merkezleri her taraftan karadan ve havadan bombalandı. Bu durumda Müslümanlar silaha başvurmak zorunda kaldılar.
Daha çok bir ada devleti olması hesabiyle sıcaklığın her zaman hemen hemen eşit olduğu, kışın hiç yaşanmadığı, sürekli yağmurların yağdığı bir coğrafya.
Moro’daki İslami hareketin kökleri çok çok eskiye dayanıyor. Türkiye’de Moro’daki İslami hareketi daha çok Şiirlerden biliyorduk. Moro’yu, Eritre’yi ve benzeri yerleri… Fakat daha sonra gidip gördüğümüzde Moro’daki İslami hareketin kökenlerinin özellikle 1960 kısmının Müslüman Kardeşler’den etkilenmekle birlikte ortaya çıktığını gördük. İlk başlarda MNLF sonrasında MILF olarak ikiye ayrılan bir kuruluş şuan söz konusu. Selamet Haşimi 1981 yılında ayrılıyor ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi’ni kuruyor.
Özellikle 1972 yılı çok önemli bir tarih. Silahlı mücadelenin başladığı tarihlerden bir tanesi. 1972 yılında Filipinler hükümeti özellikle Müslümanlardan arındırılmış bir bölge istediği için, bütün Müslümanların katline yönelik yağma, yıkma vb. her türlü vahşeti sergilediği için buradaki Müslümanlar da silahlı bir direniş başlatıyorlar. 1972’den beri devam eden silahlı mücadele süreç içerisinde oluşan bir takım anlaşmalarla sonlandırılmaya çalışılsa da bir türlü istenen netice elde edilemiyor. Bu son görüşmeler de 16 yıldır devam ede gelen görüşmeler. En son 2007 yılında bir anlaşma zemini yakalanmıştı fakat orada da Moro’nun yer altı kaynaklarının kullanılması hususunda bir çıkmaza girilmişti. Şuan itibariyle özellikle de temas halindeki ülkelerin; Malezya, Türkiye, Norveç, Libya, Bruni Sultanlığı gibi ülkelerin girişimleri ile bir ateşkes söz konusu.
Şuan ki anlaşma, bir çerçeve anlaşması, tam anlamıyla nihai bir anlaşma değil; bunları karıştırmamak lazım. Sonuç itibariyle tam sonuçlanmış bir anlaşma değil, Kasım ayının ortasında Malezya’da görüşmeler devam edecek ki “detay görüşmeleri” diyorlar bunlara. Yani silahın bırakılması ve özerkliğin tanınması noktasında nihai bir çerçeve imzalandı ama yer altı kaynaklarının kullanılması, vergi aktarımı, hükümetin buradaki payı, mücahitlerin polis gücü yapılması vb. konularla ilgili detay görüşmeler halen devam ediyor.
Filipinler tarihinde sizin de temas ettiğiniz gibi 1565 İspanyol işgali öne çıkan bir olgu. İspanyol işgalinin ve toplumu Hıristiyanlaştırma çalışmalarının Filipin’in sonraki tarihindeki etkisi nasıl oldu? Çağdaş Filipin’de fanatik Katolik bilincinin gelişimi ve Müslümanlara dönük saldırılarda bu tarihî bilincin etkisi var mı?
Filipinler sonuç itibariyle Hıristiyan misyonerler tarafından hızlıca Hıristiyanlaştı. Yani sadece kaynakları ele geçirme veya stratejik olarak burada bulunma gerekçeleri değil, bölgeyi Hıristiyanlaştırma projesi söz konusuydu. Biraz önce bahsettiğim gibi Müslüman Arap tüccarlar vasıtasıyla bu bölge çok erken zamanlarda İslam’la tanışan bir coğrafya. Daha sonra Asya’nın geneline baktığımız zaman diğer yerlerde de aynı durum söz konusu. Ticaret için gelen Müslüman Arap tüccarlar burada hem tebliğ çalışması yapıyor hem de talep gördüklerinde bir iki kişiyi orada bırakıp toplumun eğitilmesini sağlıyorlar. Dolayısıyla Filipinlerde Hıristiyanlığın çok ciddi bir şekilde yayılmasıyla birlikte Müslümanlık bir tehdit olarak öngörülmeye başlanıyor. Ve bunların birbirinden ayrışması noktasında çok ciddi yoğun çatışmalar yaşanıyor. Hatta 1500’lerden sonra Müslümanların özellikle bugünkü Manila çevresini terk edip aşağıya güneye doğru gelmelerinin en büyük sebebi de kendilerini koruyamayacaklarına olan inançlarıydı. Bu koruyamama daha çok dönemin şartlarından ziyade inançsal olarak sonraki neslin asimilasyona uğramaması amacına yönelikti. Bu yüzden Mindanao adası çevresinde Müslüman nüfus yoğun olarak bulunuyor.
İspanyol emperyalizmine karşı da bölge Müslümanlarının uzun soluklu direnişlerinden söz ediliyor. Sulu, Mindanao, Buayan sultanlıkları bunun örnekleri… Hatta 1457’de kurulan Sulu Sultanlığı 19. yy. son çeyreğine kadar İspanyol egemenliğini tanımıyormuş. Emperyalist İspanyollara karşı verilen mücadeleler sonucunda “Moro savaşları” terkibi bile oluştu. Filipinlerde Müslümanların direniş tarihi ümmet coğrafyasının diğer halkalarınca yeterince biliniyor mu?
Evet, bölgede Müslümanların direnişi yeni bir şey değil. Özellikle İspanyolların sömürüsüyle birlikte burada 500-600 yıllık bir direniş kültüründen bahsediyoruz. Buradaki esas mesele zaten az önce Sulu Sultanlığı dediğiniz Mindanao adası denilen ülkenin güney kısmı… Burası zaten Müslümanlar tarafından kendilerini rahat ve güvende hissettikleri için özellikle Filipinlerdeki Müslümanlar da 1560’dan sonra buraya geliyorlar. Buradaki Müslümanların kendilerine kucak açmasıyla kendileri için rahat bir yaşam imkânı buluyorlar. Fakat özellikle bundan sonra merkezî hükümet, düşmanlığını buraya doğru yönlendiriyor. En son örnek olarak somut bir şekilde 1972’deki silahlı bastırma harekâtına girişiyor ve yoğun katliamlar gerçekleştiriyor. Zaten 1972’den sonra Moro’daki İslami hareket silahlanmaya, daha görünür şekilde mücadele etmeye başlıyor. Ve sayıları 100 binlere varan insan silahlı mücadeleye katılıyor ve buna uygun eğitimden geçiriliyor. Öyle bir noktaya geliniyor ki; bazen bu insanların dışarıyla temas kurmasını engellemek ve onların deyimiyle bu “tebliğciler”in dışarı çıkmaması amacıyla adaların tümü abluka altına alınıyor. Yani giriş-çıkışlar belli bir dönem yasaklanıyor. Böyle bir zulüm görülüyor Moro’da.
Filipinlerde İspanyollardan sonra Amerikan hâkimiyeti nasıl oluştu? Toplum üzerindeki etkisi nasıl oldu? Ek olarak milliyetçi akıma karşı Müslümanların Amerikan himayesine sıcak baktıkları söyleniyor. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Şöyle bir durum var: Öncelikle bu coğrafyayı çok iyi bilmek gerekiyor. Filipinler dediğiniz, Myanmar dediğiniz, Malezya dediğiniz, Endonezya ve Singapur dediğiniz bütün bu coğrafyaları çok çok iyi bilmek gerekiyor. Bu coğrafyaların temel bir özelliği, deniz gücünden hâkimiyetiniz varsa bu coğrafyalarda çok ciddi bir avantaj ve söz sahibi olabiliyor olmanızdır. Bir zamanlar burası Amerika tarafından işgal değil, kiralanıyor. Ve belli bir dönem kiralık olarak kalıyor. Kiralık olarak kaldığı zaman burada Müslümanlarla ilgili aşırı bir sorun yaşanmadığı ifade ediliyor. Bu noktada elimizde yeterli kaynak olmadığı için bu iddiayı doğrulatamıyoruz ama anlaşılan o olduğu için söylüyorum; bu nedenden dolayı eskiye oranla Hıristiyan unsurlar pasifize edildiği için Müslümanlar bu konuda biraz daha rahat olduklarından, zaten ülkenin güneyinde oldukları ve Amerika’yla çatışmalar olmadığından dolayı böyle bir şey olmuş olabilir.
Yani bu, bölgenin şartlarıyla ilgili bir durum olup liberal-seküler anlamda bir Amerikancılık ya da Batıcılık talebi olmasa gerek değil mi?
Hayır, hayır. Zaten Moro’daki İslami yapıların en büyük özelliği her zaman için kendi kökleri üzerinde durabilmiş olmalarıdır. Sultan Kudrat bugün Moro’daki Müslümanların tarihî lideri olarak kabul ediliyor. Sultan Kudrat’ın bu noktadaki tespitleri, duruşu çok önemli. Zaten bu noktada herhangi bir sıkıntı yok. Bunun dışında Moro’daki önde gelen şahsiyetlerden bir tanesi zaten savaş ilanını veriyor ve cephede vefat ediyor. Yani burada Moro’daki Müslümanların uluslararası alanda bir destek talebi söz konusu değil, bu destek talebi liberal vb. değil. O günkü konjonktür içerisinde bir şeydir.
Moro Müslümanlarının Filipinler devletine karşı varolma savaşını biraz daha irdeleyelim… Savaşın gerekçeleri, öne çıkan talepler ve devletin bu taleplere karşı tutumu hakkında özetle neler söylenebilir?
Birinci mesele; aslında burada bahsettiğimiz gibi tarihî süreç içerisinde Müslümanlar buradaki varlıklarını, özerk yapılarını sürdürmeyi, kendi kendilerini yönetmeyi istiyorlar.
İkincisi; kendi bulundukları bölgelerde yer altı kaynaklarından tutun da yönetimsel tüm konulara değin her şeyi kendileri halletmek istiyorlar. Ekonomik anlamda bağımsız olmak istiyorlar. Kendi kendilerini yönetme talebinin içinde güvenlik de var.
Aslında Moro’daki Müslümanların Filipinlerde herhangi bir hakkı yok. Esas olarak olaya buradan bakmak gerekiyor. Kültürel anlamda bir haktan, eğitimsel anlamda bir haktan, yer altı kaynaklarının kullanılabilirliği konusunda bir haktan, vergilerin buraya aktarılması noktasında bir haktan vs. söz edemeyiz. Bu konularda ciddi anlamda kayda değer bir hakları söz konusu değil. Burada esas mesele Moro’daki Müslümanların tüm bu hakların dışında kendi öz kimliklerini talep etmesi… Zaten bugün Moro İslami Kurtuluş Cephesi lideri el-Hac Murad İbrahim bizi kabul ederken bunu özellikle belirtti. Bu hakların ancak esas mesele olan dinî kimliklerinin korunmasıyla sağlanabileceğini söyledi. Daha bu alanda henüz yeterli bir zemin oluşmamıştır. Savaşın temel gerekçesi de budur. Bu halk orada kimliksel, kültürel ve tarihsel olarak tanınmıyordu. Bu da bir yana bir azınlık statüsü muamelesi bile yapılmıyordu. Mücadele zaten bu nedenlerle söz konusuydu.
Bu son sözleşmeden önce de Filipinlerde İslami hareketin devletle çeşitli zamanlarda müzakereleri oldu. Bu cümleden olarak Mindanao Özerk Bölgesi (ARMM) 1 Ağustos 1989’da kuruldu. Kuruluşa etki eden faktörler nelerdi?
Bunun kuruluşuna etki eden faktörleri anlamak için Filipinlerde özellikle de Markos dönemi sonrasını iyi bilmek gerekiyor. Markos döneminde ciddi anlamda bir diktatörlük vardı. Bu diktatörlük döneminden Moro’daki Müslümanlar da çok ciddi anlamda etkileniyorlardı. 1989 sürecine, 1972’de başlayan direnişin bir sonucu olarak bakmak gerekiyor. Çünkü 1972 mücadelesi aynı zamanda silahlı direnişin çok yoğun olarak Moro’nun her tarafında başladığını görmek mümkün. Topyekûn mücadelenin başlamasından itibaren talepler de somutlaşmaya başladı. Ve tabii taleplerin somutlaşmasıyla birlikte bu söz verildi. Bu, direnişin başarısıydı. Fakat bununla birlikte verilen sözlerin tutulmaması büyük bir sıkıntıydı. Bu sıkıntı yüzünden hâlâ bugün bile yeni bir özerklik anlaşması meydana gelebiliyor. Çünkü 1989’da özellikle de Moro İslami Kurtuluş Cephesi MNLF ve MILF arasındaki farklılık da söz konusu değildi. Yani direnişin başarısıyla beraber direnişin bütünsellik ve homojenliği de belirleyici bir faktör olmuştur.
1972 döneminde başlayan süreçte bir taraftan siyasal müzakereler yoluyla çaba sarf edilirken bugün Moro İslami Kurtuluş Cephesi’ni oluşturan kısım da silahlı mücadele yürütüyordu. Dolayısıyla burada verilen sözler Moro’daki Müslümanların kendi aralarında da topyekûn kabul edilmiş değildi. Çünkü taleplerinin tamamını kapsamıyordu. Ama kısmen de olsa bu anlaşma bazı talepleri en azından kâğıt üzerinde karşılıyordu. Fakat bu anlaşma sonrasında meydana gelen karşı çıkışların zamanla aslında Moro halkının karşı çıkışı olduğu anlaşıldı ve 1989’da hükümetin bu konuda verdiği sözleri tutmadığı belirginleşti.
Keza aynı şekilde 1996 yılında da bir anlaşma zeminine gidildi ancak bundan da sonuç alınamadı. Bu dönemdeki anlaşma büyük oranda rahmetli Erbakan’ın çok ciddi emeğiyle hazırlanmıştı. Hatta Erbakan’ın o dönemdeki danışmanlarından biri olan Bülent Alan kampa gittiğinde Filipin hükümeti onun orada olduğunu bile bile kampı bombalamıştı. Bu anlaşmaya rağmen yoğun bir taciz söz konusuydu.
2007’de buna benzer bir anlaşma tekrar söz konusu oldu. Fakat bu sefer yer altı kaynaklarının kullanımı noktasında Filipin hükümeti geri adım atmayınca müzakere ve anlaşma süreci orada da tıkandı. Ve en son bu geldiğimiz noktada özellikle de Malezya ve Bruni Sultanlığı’nın ve Türkiye’nin de yoğun desteğiyle şuan ki anlaşmaya varıldı. Ama kendilerinin de ifade ettiği gibi geçmiş dönemdeki tecrübelerinden hareketle bu anlaşmanın da nihai bir anlaşma olmadığını söylüyorlar. Bu bir çerçeve anlaşması… Detay görüşmelerinden sonra nihai anlaşma yapılacak diyorlar. Bu görüşmeler de Kasım ayının ortalarında Malezya’da başlayacak.
Geldiğiniz yerden devam edelim… Az önce sözünü ettiğiniz bu son çerçeve anlaşması ne tür detaylar içeriyor?
Çerçevenin orijinal metnini sağolsunlar bize teslim ettiler. Orada özellikle dikkat çeken hususlar;
1- Moro’daki yapının artık Moro İslami Kurtuluş Cephesi’yle beraber anılması ve anlaşmanın bu örgütle yapıldığının vurgulanmasıdır.
2- Bu anlaşmanın Moroluların kendi kendilerini yönetme hakkını yasal güvence altına alıyor olmasıdır.
3- Üçüncü olarak silahlı direnişe son verilmesini öngörüyor.
4- Dördüncüsü mücahitlerin büyük bir kısmının özerk yönetimin polis gücü olma planını içeriyor.
5- Beşincisi yer altı kaynaklarının Moroluların kullanımına verilmesi noktasında bir düzenlemeyi ihtiva ediyor.
6- Çerçeve metninde yer alan dikkat çekici bir husus da özerk yönetimin yasal mevzuatıyla ilgili. Moro’da ikili bir hukuksal işleyiş öngörülüyor. Bunlardan biri ve en önemlisi de şer’î hukukun uygulanmasıdır. Bence Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin en önemli başarısı budur. Yani kendi iç hukuk sistemini inandığı şer’î kurallar zeminine oturtması ve bunu Filipinler devletine kabul ettirmesi…
Anlaşmada ana detaylar olarak bu hususlar var. Detay görüşmelerinde müzakerelerin nasıl yapılacağı, silahların hangi süreçte nereye nasıl bırakılacağı vb. cevap arıyorlar.
Bunun dışında toplumun yeniden inşası noktasında Filipin hükümetinin buraya aktaracağı kaynaklar meselesi ana çerçeve olarak belirtilmiş.
Öncekilerde olduğu gibi bu anlaşmanın detay görüşmelerinde de sıkıntıların çıkabileceği düşünülüyor mu?
Aslında kimse çıkacağını düşünmüyor ancak yüzlerinde yine de bir korkunun izlerini okumak mümkündür. Geçmiş dönemde de benzeri anlaşmalar yapıldı fakat sonuç alınamadı. Tersine sürekli sabote edildi. Bu anlaşmanın da Hıristiyan unsurlarca sabote edilme ihtimali bulunmaktadır. Moro İslami Kurtuluş Cephesi liderinin aktardığına göre Hıristiyanların koruyucusu Avrupa da anlaşmaya sıcak baktığı ve politik olarak desteklediği için anlaşmanın büyük bir ihtimalle yürürlüğe girme olasılığı var.
Filipinler derken basında öne çıkan bir isim de Ebu Seyyaf örgütüdür. Bu örgüt söz konusu anlaşmaya nasıl yaklaşıyor?
Bunlar daha çok Sulu adasında faaliyet gösteriyorlar. Faaliyet tarzlarıyla da uluslararası kamuoyunda daha çok adam kaçırma fiiliyle gündeme geliyorlar. Bizim orada aldığımız bilgi bunların liderinin öldüğü ve sonrasında beş parçaya bölündükleri şeklinde. Beş parçaya ayrıldıkları için bu anlaşmaya dönük kolektif bir yaklaşımlarından söz edilmesi zor. Yine de bir kısmı karşı olduklarını bize anlattılar. Bunların karşı oluş sebeplerinin daha çok yerel ilişkiler ve güç siyasetinden kaynaklı olduğu izlenimini edindik. Esas husus MILF karşısında yer alan MNLF diye bildiğimiz yapının yaklaşımı… Onlar da bu anlaşmaya karşı çıkıyorlar fakat karşı çıkış nedenleri şu: Daha önceki görüşmelerde ağırlıklı olarak bunlar muhatap/imzacı taraf. Ve bundan dolayı da bir konumları, ağırlıkları söz konusu. Bu yaklaşım da esasında anlaşmanın içeriğiyle ilgili olmaktan ziyade muhataplık çekişmesi olarak öne çıkıyor. Sonuç olarak çok ciddi bir sıkıntı yok. Moro İslami Kurtuluş Cephesi yetkilileri de bütün bunları gördüğü için görüşmelerden sonra bir siyasal parti oluşturacağını ve bu parti içerisinde tüm grupların yer alacağını ifade ettiler. Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin bulunduğu bölge daha çok Mindanao bölgesi, MNLF’in bulunduğu bölge ise Sulu ve yakınındaki ada. Dolayısıyla coğrafi olarak birbirlerinden biraz uzaklar. Bu anlamda aralarında çok büyük bir sorun çıkacağına ihtimal vermiyorum.
Filipinlerdeki son özerklik anlaşması Türkiye’deki PKK-devlet çatışmasında son zamanlarda yoğun olarak gündeme gelen “demokratik özerklik” tartışmalarının yaşandığı bir sürece denk geldi. Türkiye’den hareketle konuyu tartışıyoruz. Bu bağlamda Türkiye ile karşılaştırdığınızda sizce ne tür benzerliklerden veya ayrılıklardan bahsedilebilir? Benzeri bir sürecin Türkiye’de de yaşanması muhtemel midir?
İkisinde de şu var:
Birincisi; sonuç itibariyle Türkiye’deki meseleyi konuştuğumuzda evet, tıpkı Filipinlerde olduğu gibi devlete karşı savaşan bir örgüt gerçekliği söz konusu… Ama yine tam da burada önemli bir ayrılık var. Şöyle ki; bu adamların mücadelesi tamamen İslami bir mücadele… Yani Türkiye’deki mücadele tarzından buradan ayrışıyor ve karşısındaki muhatabı Hıristiyan bir yönetim.
İkincisi; bu insanların hakikaten 40 yıllık savaş boyunca ciddi anlamda ahlaki bir durum söz konusu. Mesela hiçbir zaman sivil hedeflere yönelmemişlerdir. Sivil hedeflere yönelmeme gerekçesini Moro İslami Kurtuluş Cephesi şöyle açıklıyor: “Biz mücahitlerimize aynı zamanda İslam’ı öğrettiğimiz için İslam’da çocuk, kadın ve silahsızlara yönelme haram olduğundan dolayı biz asla ve asla sivillere yönelmedik.” diyorlar ve bunu bir örnekle açıklıyorlar: Savaş boyunca her iki taraftan yaklaşık 120 bin insan ölüyor. Ve bunların yüzde 40’ı Filipin askeri, yüzde 40’ı siviller ve yüzde 20’si de mücahitlerden oluşuyor. Sivil kayıpları azaltmak için daha önceleri şehrin yakınındaki eylemlerini şehrin dış bölgelerine doğru kaydırmış ve sivillerin arada kaynamasını engellemeye çalışmışlardır. 2009’dan bu yana sivil kayıplarda bu yüzden azalma yaşanmış.
Üçüncüsü; Moro İslami Kurtuluş Cephesi müzakere yürütürken asla ve asla eylem yapmamış. Yani müzakere sürecinde hiçbir zaman çatışmaya yanaşmamış. Hacı Murad, “Biz müzakerelerden sonuç almadığımızda yeniden silahlı mücadeleye dönüyoruz ancak bu durumda bile müzakere zeminini oluşturmayı esas alıyoruz. Biz nihai olarak sorunların çözümünde müzakereyi merkeze alıyoruz.” diyor.
Dördüncüsü; Türkiye’de silahların nereye bırakılacağı noktasında veya silahlı milislerin konumunun ne olacağı çok fazla tartışılıyor. Moro’da bunu mücahitlerin polis gücüne dönüştürülmesi şeklinde kendi içinde çözmüşler.
Beşincisi; Bence Türkiye ile en büyük farklılık Moro’daki hareketin iplerinin kendi elinde olmasıdır. Hal böyle olunca çok fazla karışan bir devlet de söz konusu olmuyor. Moro İslami Kurtuluş Cephesi bunu çok önemsiyor. Dolayısıyla bu nedenle verdikleri sözü uygulayabilme kabiliyetleri çok yüksek. En azından bir karar aldıkları zaman başka bir unsurun bunu sabote edebilme riski söz konusu değil. Bunda kararlılık gösteriyorlar. Örneğin Moro İslami hareketinin TAK’ı yok!
Altıncısı; bir diğer fark da Moro’daki İslami hareketin Moro halkının neredeyse yüzde 90’lık kesiminin desteğini arakasına almış olmasıdır. Dolayısıyla bu yönden de ayırmak gerekiyor.
Yedincisi: Hareketin lideri cezaevinde olmayıp bizzat kendisi müzakere masasında…
Bunun dışında Hacı Murad’ın tavsiyelerinden Türkiye’deki durumdan haberdar olduğunu gözlemledik. “Örgütler şunu bilmeli artık;” diyordu: “Silahlı mücadele tek seçenek değildir. Evet, silahlı mücadele gerektiğinde olmalı ama müzakere ile birlikte.”
Bir diğer tavsiyesi şuydu: “Eğer fırsat oluşmuşsa müzakereye otursunlar. Biz 40 yıllık mücadele deyimimizden biliyoruz ki; silah, nihai çözüm olmuyor.”
Son olarak da şunu ekliyordu: “Bir örgüt ne istediğini bilmeli. Biz bağımsızlık talebinde şuan bulunmadık çünkü bu talebin pek de gerçekçi olmadığını biliyoruz. Kısmi özgürlük istedik.” “Bağımsızlık talebiniz sona mı erdi?” diye sordum. “Sona ermedi ama eğer halkımız yeterli görürse biz buna da razıyız.” dedi.
Türkiye’yi takip ettiklerini ve Kürt sorunu noktasında Hükümetin açılım politikalarını bildiklerini gözlemledik. Ancak PKK konusunda çok da şey bilmiyorlardı.
İki ülke ve her iki örgüt arasındaki önemli farklardan biri de galiba Türkiye’nin nihai olarak İslam coğrafyasına mensubiyeti ve de Kürtlerin Müslümanlığı… Türkiye’deki durum dışarıdan bakılırken sonuçta Müslümanlar arası bir sorun; ama Filipinlerde toplum dinsel temelde bölündüğü için saflar çok net…
Tabii. Moro İslami Kurtuluş Cephesi ve Moro toplumunun bugün Filipinler devletine karşı silah kullanmasının en temel nedeni 1-Müslüman olmaları, 2-Müslüman olmalarından dolayı kendilerine uygulanan zulüm ve baskılardır. Orası ırksal bir ayrımdan dolayı silaha sarılmış bir yer değil. Dinsel anlamdaki baskıdan dolayı, Müslüman kimlikleri tanınmadığından dolayı silaha sarılmış bir yer. Bu ikisini birbirinden çok net ayırmak gerekiyor. Karşıdaki/Filipinler hükümeti Hıristiyanlığı temsil ediyor, Moro Müslümanları da Müslümanları temsil ediyorlar. Hıristiyan yönetime karşı Müslüman halkın kendi kimliğini koruma mücadelesidir bu.
Son olarak müsaade ederseniz İslami yapılarla ilgili olarak bir iki sorumuzu daha cevaplamanızı rica ediyoruz. Bölgedeki İslami uyanışın yakın dönem kökleriyle ilgili olarak İhvan etkisinden söz ettiniz. Bu yapılar düzeyinde mi bir etkilenme yoksa genel anlamda mı?
Bu, daha çok 1960’larda ortaya çıkan mücadele kısmı için geçerlidir.
Örgütsel anlamda bunun belirli bir uzantısı var mı?
Uzantısı şu anlamda: el-Ezher’de eğitim görmeye giden insanların, döndükten sonra buradaki İslami hareket metodunu benimsemeleri ve bunu topluma yayma çabaları söz konusu.
Yani fikrî bazda bir etkileşim söz konusu?
Evet, evet. Orada etkileniyorlar ve döndükten sonra burada bir birliktelik zeminini örgütlemeye çalışarak yeni bir mücadele yöntemini benimsiyorlar.
Bu mirasın en azından fikrî düzeyde şuan ki hareketlere yansıması var mı?
Tabi, tabi. Fikrî düzlemde zaten 1960’ların düşünsel yapı ve birikimi şuan burada devam ediyor.
Filipinlerin de dâhil olduğu Asya’daki en büyük sıkıntı savaş olgusudur. Onlar yoğun baskı ve asimilasyon karşısında sürekli olarak direniş halinde olmuşlar. Bu durumda belli şeyleri ya yakalayamamış ya da kaybetmişler. Silahlı mücadele sonrasında asimilasyon tehlikesiyle karşılaşabileceklerini hatırlattık. Çünkü yoğun baskı ortamına karşı silahlı direniş halinde olduğunuzda içe dönük çok fazla özeleştiri imkânınız olmaz. Silahlı mücadele dönemi bittiğinde doğal olarak yeni ortamda çok farklı şeyler olabilir. Kendileri de bunun farkında olduklarını kabul ediyorlar. O yüzden genel global bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyorlar. Ancak çok aşırı bir selefi unsuru gözlemlemediğimizi belirtmek gerek. Fıkhî anlamda Şafii mezhebine bağlılar.
Söz buraya gelmişken Filipin denildiğinde akla gelen bir isim de Ebu Seyyaf örgütüdür. Hatta iç-dış basında bu örgüt genellikle el-Kaide ile özdeşleştirilmektedir. Bu yargı doğru mu?
Bunu kendileri de ifade ediyorlar. Şunu da ifade ediyorlar: O örgütün kendileriyle herhangi bir alakaları söz konusu değil. Oradaki mizacı Müslüman unsurunu rencide edecek türden. Çünkü insan kaçırma eylemleriyle kamuoyunda meşhur olmuşlar. Ve büyük bir kısmının fidyesini aldıktan sonra da öldürüyorlar. Yani İslami duruş noktasında kendilerinden ayırıyorlar. Karşı çıkıp çıkmadıklarını sorduk; karşı çıktıklarını söylediler. Sayıca da abartıldıklarını belirterek sayısal oran olarak beş yüz kişiyi aşamayacaklarını ifade ettiler.
Ama buna rağmen ses getiriyor, basında öne çıkarılıyorlar?
Batı medyası öne çıkarıyor.
Bize ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederiz.
Rica ederim, ben de teşekkür ederim.
HABERE YORUM KAT