1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Netanyahu, Siyonist toplumun talepleriyle çatışmayı sürdürecek mi?
Netanyahu, Siyonist toplumun talepleriyle çatışmayı sürdürecek mi?

Netanyahu, Siyonist toplumun talepleriyle çatışmayı sürdürecek mi?

Haydar Oruç, işgal rejiminde devam eden hükümet karşıtı gösterilerin Netanyahu'nun politik tercihlerinde bir farklılaşma oluşturma ihtimalini değerlendiriyor.

07 Eylül 2024 Cumartesi 17:00A+A-

Haydar Oruç / Açık Görüş

İsrail sokakları ne istiyor, Netanyahu ne yapıyor?

İsrail'de uzun süre devam eden ve 7 Ekim'den sonra ara verilen sokak protestoları, Netanyahu hükümetinin rehinelerin kurtarılmasını sağlayacak bir ateşkes ve rehine takası anlaşmasına yanaşmaması nedeniyle yeniden başladı.

7 Ekim'den önceki protestoların amacı neydi?

Aslında Netanyahu'nun mevcut hükümetinin kurulmasının hemen ardından başlayan protestoların temel motivasyonu; hakkındaki yolsuzluk suçlamaları nedeniyle yargılanması devam eden Netanyahu'nun istifa etmesini sağlamak ve sözde yargı vesayetini kırmak için hükümete anayasa mahkemesinin yetkilerini tırpanlama ve mahkemeyi yeniden şekillendirme yetkisi veren yargı reformu tasarısını engellemekti. Ancak Netanyahu'nun aşırı sağcı ve köktendinci partiler destekli hükümetinin her icraatı yeni protestolara yol açmış, 2023 yılı baharında protestolar tüm ülkeye yayılarak sivil itaatsizlik boyutuna ulaşmış ve ülke geneline yayılan grevler nedeniyle günlük hayat felç noktasına gelmişti.

Hatta bu protestolar ordu ve istihbarat kurumlarına da sıçramış ve bazı üst düzey komutanlar Netanyahu hükümeti emrinde çalışmak istemedikleri için istifa etmişti. Aralarında pilotların da bulunduğu binlerce yedek asker de orduda yeniden görev almak istemediklerini açıklamıştı. Kendisine karşı bir komplo kurulduğunu ileri süren Netanyahu, istihbaratı da protestoları organize etmekle itham etmişti. Bu yetmiyormuş gibi polis teşkilatını da, yargılandığı davada aleyhine deliller üretmekle suçlamıştı.

Yargı reformunun askıya alınmasıyla görece azalan protestolar hükümetin yargı reformunu tekrar meclise getirip kanunlaştırmasıyla yeniden alevlenmiş, mevzu hükümet yandaşlarıyla karşıtları arasında çatışmalara kadar gitmiş ve ülkenin bir iç savaşa doğru sürüklendiğine dair yorumlar yapılmaya başlanmıştı.

7 Ekim'de ne oldu?

İşte tam da böyle bir ortamda 7 Ekim saldırısı olmuş ve o ana kadar parçalı bir yapı sergileyen İsrail toplumu, hükümetin dezenformasyonu ve algı operasyonlarının da katkısıyla konsolide olarak, hükümetin ve ordunun yanında yer alıp, protestolara son vermişti.

Zaten farklı etnik, dini ve ideolojik katmanlardan oluşan İsrail toplumunda yarılmalara yol açan bu protestolar; 7 Ekim'den sonra devletin saldırı altında olduğu algısının pompalanması ve Yahudilerde yaygın olarak gözlenen "bir daha asla" mottosunun araçsallaştırılmasıyla, Hamas'ı ortadan kaldırmak için Gazze'ye yönelik başlatılan Demir Kılıçlar operasyonuna zeval vermemek ve yeni bir saldırıyla karşılaşmamak için zımni olarak da olsa sonlandırılmıştır.

Protestoların tekrar başlamasının sebebi

Ancak aradan geçen sürede hükümete verilen desteğin iyi değerlendirilemediği, hatta hükümete bu açılan bu kredinin kötüye kullanılarak halkın taleplerinden uzaklaşılıp, Netanyahu ve hükümetinin; bazılarına göre gizli, bazılarına göre de aslında herkesin bildiği fundamentalist ajandasının hayata geçirilmeye çalışıldığı anlaşılmıştır.

Bu saatten sonra İsrail sokaklarında yeniden hareketlenmeler başlamış ve 7 Ekim'den önceki dönemde olduğu kıvamda olmasa da, Netanyahu ve hükümete karşı protestolar yaygınlaşmaya başlamıştır.

Protestocular ne istiyor?

7 Ekim'de Hamas'ın eline geçen yaklaşık 250 rehinenin bir kısmı Kasım 2023 sonundaki bir haftalık ateşkes ve rehine takası esnasında serbest bırakılırken, bir kısmının da İsrail'in saldırılarında öldüğü ve kısıtlı sayıdaki rehinenin de İsrail'in operasyonlarıyla kurtarıldığı bilinmektedir.

Şu an Hamas da dâhil olmak üzere Gazze'deki tüm grupların elinde yaklaşık 95-100 civarında rehine olduğu tahmin edilmekte, ancak ne kadarının sağ olduğu bilinmemektedir.

Gelinen noktada Netanyahu hükümetinin Gazze'de tutulan rehinelerin kurtarılmasına yönelik olarak yeterli gayreti göstermediği, hatta önceliğin Hamas'ın ortadan kaldırılmasına verildiği için rehinelerin hayatının tehlikeye atıldığı fark edilmiştir.

Bunun yanı sıra ABD, Katar ve Mısır'ın arabulucuğunda süren ateşkes görüşmelerinin de Netanyahu'nun, Hamas'ın tekrar güçlenebileceği gerekçesiyle sabote ettiğinin ortaya çıkmasının ardından sokaklar tekrar ısınmış ve protestocular Netanyahu ile birlikte rehinelerin hayatına önem vermeyen hükümetinin de istifasını istemeye başlamıştır.

Bu protestolar çok kısa sürede 7 Ekim öncesinde olduğu gibi rutin hale gelmiş ve özellikle cumartesi akşamları başta Tel Aviv olmak üzere neredeyse tüm şehirlere yayılarak, hükümet karşıtı protestolara dönüşmüştür.

Son olarak Refah'ta 6 rehinenin ölü olarak bulunmasının ardından tekrar sokağa dökülen halk; Netanyahu'nun istifasını ve rehinelerin canlı olarak kurtarılması için derhal bir ateşkes anlaşması yapılmasını talep etmeye başlamıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, sokak protestolarının gerekçesinin İsrail'in Gazze'de uyguladığı soykırımın sona erdirilmesi veya İsrail askerlerinin Gazze'den çekilmesi değil, bilakis sadece rehinelerin kurtarılmasını mümkün kılacak bir ateşkes ve rehine takası anlaşmasının yapılması olduğudur.

Protestocuların talepleri gerçekten barışçıl mı?

Zira protestolara katılan kitlelerin toplumun yalnızca yüzde 10'nuna tekabül ettiği ve bu kesimlerin de zaten Netanyahu ile aşırı sağcı/köktendinci hükümetine kategorik olarak karşı oldukları, dolayısıyla İsrail toplumunun genelini temsil etmedikleri anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla bu protestolara bakarak İsrail toplumunun Filistinlilerle bir barış yapılmasını istediği veya Gazze saldırılarının sonlandırılarak Gazze'nin yeniden imarını destekledikleri çıkarımında bulunmak söz konusu değildir.

Netanyahu'nun ajandası ve protestoculara karşı tavrı

7 Ekim'deki Aksa Tufanı saldırısını, sahip olduğu tüm imkânlara rağmen öngöremeyip engelleyemediği için yoğun şekilde eleştirilen "bay güvenlik" lakaplı Netanyahu, hem kendi üzerindeki baskıyı azaltmak, hem ordu ve istihbaratın kaybedilen caydırıcılığını yeniden tesis etmek, hem de 7 Ekim'i İsrail'in 11 Eylül'üne çevirerek ortaya çıkacak fırsattan istifade Hamas'ı ve topyekûn olarak Filistinlileri cezalandırmak için Demir Kılıçlar operasyonunun emrini vermiştir.

Daha sürecin başında Gazze'ye benzeri görülmemiş bir saldırı yapılacağını açıklayan Netanyahu, bu suretle bugün müşahede ettiğimiz yıkımın ve katliamların sinyallerini vermiştir. Filistinlileri Tevrat'ta geçen tabirle "Amelekler" olarak tanımlayarak; askeri bir gereklilik olduğu kadar dini bir emir olarak da Yahudilerin düşmanı ve ortadan kaldırılması gereken varlıklar (insanlar değil) olarak göstermeye çalışmıştır.

Bununla birlikte Filistin devletinin ayrılmaz bir parçası olan Gazze'de 2005 öncesi statüye dönülmesi gerektiğini ifade eden Netanyahu, henüz Gazze'de somut bir başarı elde edememişken Gazze'nin gelecekte kimin tarafından yönetileceğine dair planlarını açıklayarak, aslında ajandasında bulunan Gazze'yi ilhak etmek düşüncesini de ifşa etmiştir.

Böyle bir ajandası olan Netanyahu'nun, bırakın Gazze'de herhangi bir ateşkes anlaşmasına taraf olmayı, bunu duymaya bile tahammül gösteremeyeceği ortadır. Kaldı ki, Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırı sağcı hükümet ortaklarının herhangi bir ateşkes anlaşmasını kabul etmesi halinde hükümete verdikleri desteği çekeceklerini beyan etmeleri de Netanyahu'nun ateşkesten uzak durmasını sağlayan etkenlerden birisi olmuştur.

Zira hakkında yolsuzluk davaları devam eden Netanyahu'nun, hükümetin bozulması halinde başbakanlığı kaybedeceği ve yargıyla yüzleşmek durumunda kalacağı da muhakkaktır. Dolayısıyla Netanyahu'nun, her ne kadar son günlerde dozları artmış olsa da sokak protestolarına itibar etmediği ve etmeyeceği, bilakis onları bazı diğer bakanları gibi İsrail'in ulusal güvenliğine tehdit olarak görüp, ihanetle suçlayacağı aşikârdır.

Zaten Netanyahu ve diğer hükümet üyelerinin protestolara karşı tavrı da bu cihette olmuştur. Bir taraftan ABD yönetiminin zoruyla müzakere masasına katılım sağlarken diğer taraftan daha önceden deklere edilmiş anlaşma metinlerine ilave şartlar ekleyerek, muhtemel bir anlaşmayı sabote etmişlerdir.

Kendisine yöneltilen, "rehinelerin akıbetini dikkate almıyor" ve "onları ölüme terk ediyor" şeklinde eleştirilere de aynı zaviyeden cevap veren Netanyahu, bu konuda ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, hatta düzenledikleri operasyonlarla bazı rehineleri sağ olarak kurtardıklarını söyleyerek, protestocuların kendisine ve hükümetine değil, rehineleri kaçıran ve hatta sözde ateşkes olmadığı için rehineleri infaz eden Hamas'a ve onun arkasındaki İran'a baskı yapmaları gerektiğini söylemiştir.

Görüldüğü üzere, Netanyahu'nun söylem ve eylemleriyle sokaklara çıkıp Netanyahu'yu ve hükümeti protesto eden İsrail halkının talepleri arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Her ne kadar protestocular İsrail ile Filistin arasında nihai bir barıştan veya iki devletli çözümden dem vurmasalar da, nihayetinde Gazze'deki rehinelerin kurtarılmasını sağlayacak bir ateşkes anlaşması yapılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadırlar.

Buna rağmen Netanyahu ve şürekâsı, Hamas'ın yeniden toparlanabileceğini ileri sürerek saldırılara herhangi bir ara verilmesine karşı çıkmakta, hatta ülkenin güvenliği için gerekirse rehinelerin hepsinin ölmesinde bir sakınca görmemektedir. Bu sebeple esasta bir konsensüs sağlanması mümkün görünmeyen hükümet ve halk arasında yakın zamanda bir uzlaşı olması beklenmemektedir. Hatta Netanyahu'nun önümüzdeki günlerde de rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayacak bir ateşkesten imtina etmesi halinde protestocularla güvenlik güçleri arasında yer yer çatışmaların çıkması sürpriz olmayacaktır.

Sonuç olarak, rehinelerin kurtarılması için sokaklara dökülerek hükümetten en kısa sürede bir ateşkes ve rehine takası anlaşmasını talep eden protestocuların, şu an için Netanyahu hükümetinin kararlarını etkileyerek bir ateşkese zorlaması beklenmese de; İsrail'in kısa sürede Gazze'deki hedeflerine ulaşamaması, daha fazla asker kaybı yaşaması ve sağ olan rehinelerin de saldırılarda ölmesi halinde büyük bir toplumsal kırılma yaşanabileceği ve bu kırılmanın da sadece Netanyahu'nun siyasi ikbalini değil, genel olarak İsrail devletinin varlığını zora sokabileceği öngörülmektedir.

Nihayetinde, kendilerinden başka hiçbir bir milletin varlığına saygı duymayan, kendilerini tüm hukuk kurallarının üstünde görerek alenen soykırım suçu işleyen ve hiçbir insani değerden nasibini almamış İsrail'in sonunun da tarihteki emsalleri gibi olması kaçınılmazdır.

Zira Yunus Emre'nin de dediği gibi "Zülumle abad olanın ahiri berbad olur".

HABERE YORUM KAT