1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. FİLİSTİN

  4. Netanyahu: Modern İsrail faşizminin kurucusu
Netanyahu: Modern İsrail faşizminin kurucusu

Netanyahu: Modern İsrail faşizminin kurucusu

Merwan Bishara, Siyonist rejimdeki yeni koalisyonun kimliğine dikkat çekerken Netanyahu'nun politikadaki gücünün göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade ediyor.

31 Aralık 2022 Cumartesi 18:00A+A-

Merwan Bishara / Perspektif

Netanyahu: Modern İsrail faşizminin kurucusu

 

“Yahudi Devleti”nin son seçimlerinden ve eski başbakan Benjamin Netanyahu’nun yeni bir koalisyon kurmak için görüşmelere başlamasından bu yana, İsrail’e dost ya da düşman herkesin aklında faşizm var. İsrail’in “faşist bir teokrasiye doğru yol aldığı” ya da “uyurgezer bir biçimde Yahudi faşizmine doğru yürüdüğü” uyarıları artıyor.

Netanyahu, İsrail’in faşist partileriyle koalisyon halinde başbakanlığa dönüş yolunu çizerken, tüm bu uyarılara kulak asılmıyor gibi görünüyor. İsrail demokrasisinin olası ölümüne ve Batı’da, özellikle de ABD’de, itibarının zarar göreceğine dair endişeleri pek ciddiye almayarak, Yahudi Devleti’nin geleceği söz konusu olduğunda, Amerika’da olduğu gibi İsrail’de de son sözü kendisinin, yani Netanyahu’nun söylemesinde diretiyor.

Bu da muhtemelen yerinde ama güven verici değil. Yıkıcı.

Washington şu ana kadar, önde gelen birkaç Amerikalı Yahudi İsrail’de sandıklardan çıkan faşist tehlikeye ilişkin eleştirilerini dile getirirken dahi, önemli ölçüde sessiz kaldı. Biden yönetimi söz konusu endişelere doğrudan eğilmek yerine kaçak dövüşerek önümüzdeki Netanyahu hükümetini “şahsa değil, politikalara göre” yargılayacağını ima etti.

Trump pervasızsa, Biden da suça ortaktır. Netanyahu’yu tebrik eden Arap rejimlerine gelince, söyleyecek söz bulamıyorum.

Aman yanlış olmasın. İsrail’deki faşizm sorununun sorumluluğu kurulacak hükümetin bir parçası olacak aşırılıkçı partilerden çok, buna izin verenlerde. Uzun süredir Ürdün Nehri’nin iki yakasında hüküm sürecek bir Yahudi devleti için canla başla çabalayan Netanyahu ve şovenist partisi Likud’dur.

Netanyahu, kısmen kendini yüceltme, kısmen propaganda, kısmen de faşist bir manifesto olan otobiyografik ucubesi Bibi, My Story’de (Bibi, Benim Hikâyem) merhum babası Benzion’a bir bölüm ayırıyor. Hayarden (Ürdün) gibi yerinde bir ada sahip bir yayının editörlüğünü yapmasıyla ve Yahudilerin tarihi Filistin’in tamamı üzerinde egemenlik hakkı olduğunda ısrar eden militan revizyonist hareketin önde gelen seslerinden olmakla övünüyor. En nihayetinde Likud’un selefi Herut’u kuran revizyonist savaşçılar, 1948 Bağımsızlık Savaşı ve öncesinde terör faaliyetleri nedeniyle kötü bir şöhrete sahipti.

O sene, Albert Einstein, Hannah Arendt ve diğerlerinin de aralarında bulunduğu önde gelen bir dizi Yahudi ses, New York Times gazetesinde yayınlanan bir basın açıklamasında Herut Partisi’ni “örgütlenmesi, yöntemi, siyaset felsefesi ve hitap ettiği kitle bakımından Nazi ve Faşist partilere oldukça yakın bir siyasi parti” olarak nitelendirmişti.

Armut dibine düşer. Babasının revizyonist gurusu Vladimir Jabotinsky’nin pek de iyi bir nama sahip olmayan 1923 tarihli makalesi Demir Duvar’da (The Iron Wall) vaaz edasıyla söylediği gibi, Netanyahu Filistinli Arapları yurtlarındaki haklarından vazgeçmeye ikna etmek için Siyonizm’in askeri güç kullanmak zorunda olduğuna da inanıyor.

Netanyahu bu inançla siyasete girdi ve yavaş yavaş kendisini inşa ederek modern İsrail faşizminin babası oldu. İşe Oslo Barış Anlaşmalarını imzaladığı için dönemin başbakanı Yitzhak Rabin’i şeytanlaştırarak ve Yahudi bir fanatik tarafından öldürülmesinin yolunu açmaya yardım ederek başladı. 1996’da başbakan olduktan sonra, yeni nesil faşist ve ırkçı liderleri yetiştirmeye girişti. Avigdor Lieberman, Gideon Sa’ar, Naftali Bennett ve Ayelet Shaked gibileri Likud partisinde Netanyahu’nun kanatları altında olgunlaşıp, yollarına kendi aşırı sağ partilerini kurup yöneterek devam ettiler.

Seçimlerden önce Netanyahu, faşist-dini partiler Otzma Yehudit ile Dini Siyonizm’in liderleri Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich’i, aralarındaki farklılıkları aşmalarına şahsen yardım etmek üzere evine davet etti ve bu iki parti arasında yeni bir ilişkinin kurulmasına önayak oldu. Netanyahu, parlamentoya girebilmeleri ve böylece kendisini yeniden başbakanlığa taşıyabilmeleri için bu partileri tek bir seçim listesinde bir araya getirmeyi istemişti.

Başardı da. Dikkate değer.

Anketler, iki partinin seçime ayrı ayrı girmeleri halinde Knesset’e (Meclis) girmek için aşmaları gereken barajın altında kalacağını söylerken, birleşerek oyların yüzde 11’ini aldılar ve 120 sandalyeli Knesset’te 14 sandalye kazandılar. Daha da kötüsü, Netanyahu’nun steroid kullanmışını andıran Ben Gvir seçimi özellikle İsrailli gençler arasında oldukça başarılı götürdü.

Aşırılık yanlısı ortaklar

Netanyahu ayrıca, Yahudi devletinde dini, eğitimsel ve sosyal meseleler üzerinde otorite kurmaya çalışan İsrail’in iki önemli ultra-dinci partisi Shas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği ile yakın ilişkiler geliştirdi. Artık istediklerini fazlasıyla elde edecekler.

Yeni aşırılık yanlısı ortakları, bunun karşılığında yargı organının rolünü azaltmak ve yüksek mahkemenin Knesset üzerindeki denetimine son vermek üzere parlamento çoğunluklarının kullanılmasında anlaştılar. Bu da Netanyahu’nun ülke üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmasını mümkün kılacak ve bununla kalmayıp rüşvet, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlamalarına ilişkin olarak yargı önünde hesap vermekten kaçmasına da yardımcı olacak. Bu partiler daha şimdiden Knesset’teki çoğunluklarını kullanarak Shas Partisi Genel Başkanı Aryeh Deri’nin rüşvet ve vergi kaçırmaktan suçlu bulunmasına rağmen bakan olmasının önünü açtılar.  

Yolsuzluk bir yana, İsrail’in aşırı sağ fanatikleri, kutsal ve tarihsel bir ulus ve herhangi bir modern demokrasi ve yurttaşlık nosyonundan üstün bir geleneğe inanç gibi bazı temel faşist özellikleriyle ön plana çıkıyor; göze çarpan bir ezilmişlik ve mağdurluk vurgusu; militarist eğilimler ve bu yola sadakat kültü, Netanyahu da bu sadakat karşılığında altın madalyon dağıtıyor.

Ayrıca, kendilerine vaat edilen toprakların davetsiz misafirleri olarak gördükleri Filistinlilere karşı açık bir ırkçılıkla hareket ediyorlar. Nitekim Netanyahu liderliğindeki yeni hükümet, bir Filistin devletinin kurulmasına şiddetle karşı çıkıyor, işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasadışı Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesini ise destekliyor. Batı Şeria’nın tamamını değilse de bir kısmını ilhak etmeye çalışıyor ve Yahudi Devleti’ndeki yerli Filistinli azınlığı eşitlikten mahrum bırakıyor. Filistinlilerden tarihi yenilgilerini kabul etmelerini ve barış içinde yaşamak için Yahudileri ülkenin münhasır sahibi olarak tanımalarını isteyecekler.

Bunun çoğu, Holokost’tan sağ kurtulan ve İsrail’in faşizm konusunda önde gelen otoritesi sayılan merhum Profesör Zeev Sternhell tarafından öngörülmüştü. Sternhell “İsrail’de Büyüyen Faşizm ve Erken Nazizm Benzeri Bir Irkçılık” (In Israel, Growing Fascism and a Racism Akin to Early Nazism) başlıklı 2018 tarihli makalesinde, bu faşistlerin “Filistinlilere fiziksel olarak zarar vermeyi istemediklerini, sadece onları kendi devletlerinde kendi kendini yönetme ve baskı görmeme hakkı gibi temel insan haklarından yoksun bırakmayı istediklerini” anlatıyordu. Ulusal Güvenlik Bakanlığı’na sadist Ben Gvir’in atanması ise Filistinlilere fiziksel zarar verilmesini istemekle oldukça ilgili.

Kısacası, faşizmin İsrail için yaklaşan bir tehlike olduğundan şüphe etmeyi sürdürenler faşizmin birleşen şovenist güçlerinin, Yahudi devletini tam teşekküllü bir faşist teokrasiye dönüştürmek üzere İsrail’in liberal kurumlarından geriye ne kaldıysa hepsini nasıl talan etmeyi planladığıyla ilgilenmiyorlar.

Olan biteni hafife almanın zamanı değil.


Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. 

HABERE YORUM KAT