'Neo-safavilik' mi 'neo ittihatçılık' mı?
Gaziantep'teki patlama; arkaplanda ne türden stratejik, siyasi hesap olursa olsun, sonuç olarak bölgesel aktör durumundaki tarafların ve bunların seslendiği tabanın aklı selim sınavında geçmekte oluşunun içeriye yönelik en üst düzeyde bir alarmıdır. Evet bu ülkede yaşayan herkes ve tüm taraflar olarak akıl, vicdan, ahlak sınavından geçmekteyiz. Bu topraklarda yoğrulmuş, toprağa sinen ruhun hâlâ diri olup olmadığının, tevarüs ettiğimiz medeniyetin tek tek de olsa tavırlarımızı ne kadar belirlediğinin denemesi... Farzı muhal Suriye rejimi içerideki taşeronları kullanarak tahrik gücü yüksek bu katliam gerçekleştirdi. Diyelim ki Irak'tan İran'a kadar kimi güçler "biz dememiş miydik" modunda açıklamalar yaptılar. Diyelim ki içimizde şavaş kışkırtıcıları "zaten tehdit ediyorlardı" kalıbına uygun olarak parmaklarını İran'a doğru sallamaya başladılar. Diyelim ki uluslararası hava sahasında Türk uçağını düşürenler Türkiye'yi Suriye'ye karşı harekete geçiremeyince yeni bir kumpas kurarak savaşa dahil olmamızı işaret ediyor...
Belli bir bakış açısından tüm bunların haklı gerekçeleri de olabilir. Her kışkırtma karikatür düzeyinde de olsa bir hakikat zeminine yaslanarak sonuç alır.
Suriye'deki olaylar her geçen gün dozu artan biçimde Lübnan'da tehlikeli biçimde tırmanışa geçerek etkisini göstermeye başladı. Suriye'de katledilen insanların yanısıra ülkenin şehirleri, fiziki varlığı, tarihi hafızası ve kültürel mirası da yok ediliyor. Bu yok ediliş sadece Suriye ile sınırlı kalmıyor. Bölgede yüzyıllardır süren rekabete karşın akil davranma refleksi geliştiren iki büyük gücü de karşı karşıya getiriyor.
İran olanca sıkışmışlığı ile Suriye üzerinden asıl hedefin kendisi olduğunu farkettiğinden adeta kaderini Esad'ın kaderine bağlamış görünüyor. Stratejik hesaplar insani boyutun önüne geçiyor. İran, bir yanda seçim atmosferine giren Amerikan yönetiminin zaaflarından istifade her an gelecek İsrail saldırısını önleyebilmek için sorunu alabildiğine büyütüp mücadele alanını genişletmeye çalışıyor. Stratejik olarak nokta hedef İsrail olmakla birlikte Suriye üzerinden gelecek baskıyı karşılamak için ABD ve müttefiklerini hedef tahtasına yerleştiren bir karşı hamle kozunu elde tutmayı deniyor.
İran devriminden bu yana Amerika ile kurduğu zıtlık ilişkisinde Türkiye'yi doğrudan hedef göstermeyen, dolaylı bir dil kullanmaya çaba göstermişken sıkışmışlığın verdiği bir öfke patlaması ile gayrı resmi de olsa tehditkar dil kullanmaya başladı.
Türkiye, bu kez, Amerika'nın müttefiki olmaktan daha fazla doğrudan İran'ı hedef alan radar üssüne izin vermekle İran'ın tahdit algısı içine girdi. İsrail'in ani baskınına karşı bunu engelleyebilecek tüm kozlarını kullanmak niyetinde görünüyor.
İran'ın sıkışmışlığı yeni bir durum değil. Bu kez farklı olan hem Suriye-Lübnan-Hizbullah üçgeni üzerinde doğal cephe hattı gördüğü zincirin kopma riski hayli yüksek. İsrail, Hizbullah üzerinden hissettiği baskıdan azade olunca İran konusunda eli çok daha rahatlayacak. En azından İran bu şekilde algılıyor. Kaldı ki gerek batı basınında gerekse ABD yönetimine yakın thik tank'lerden siyasilere uzanan çizgide bu stratejinin bölgede toplumsal kabul siyasi destek ve meşruiyet bulması için de Suriye'deki mezhep eksenli işlenen zulüm ve muhalif direniş bulunmaz fırsat sunuyor.
Arap Baharı'nı Suriye özelinde mezhep eksenli yırtılmaya ve bölgedeki fay hattının derinleşmesine vesile kılacak harita maalesef binlerce mazlumun kanı ile çiziliyor.
Bu süreçte, geleneksel olarak İran içinde, bilinen politik maharetiyle de uyuşamayan açıklamalara bakılacak olursa neo-safavi söylemin yükselişte olduğu şeklinde okuyabiliriz.
Tüm bu gelişmelerin kesişme noktasında bulunan Türkiye'de yükselişe geçen neo-ittihatçı söylem İran'da ipuçlarını veren neo-safavi söylemle zıtlaşmaya karşılık geliyor.
Her iki söylemin ne denli tehlikeli ve bir o kadar da maceracı sorumsuzluk içerdiğine dair yeterince tarihsel refransa sahibiz.
Türkiye ile İran ilişkileri, sadece400 yıllık statik bir sınır sabitlemesinden ibaret olmadığı gibi dinamik bir rekabete de işaret eder. Aynı zamanda derin bir aklı selim siyasetinin de çerçevesini çizer.. Her iki tarafın devlet tecrübesi krizleri mezhep farklılığına rağmen çözmesini bilecek kadar derindir.
Bugün gelinen noktada her iki taraf da farklı sebeplerle de olsa bu aklı selim siyasetinden uzaklaşma temayülü göstermektedir.
Sünni-Şii farklılığını düşmanca çatışmaya dönüştürüp bundan stratejik kazanç elde etmeyi uman neo-ittihatçılıkla İslami referanslardan çok herhangi bir ulusdevlet refleksi ile neo-safavi çıkışı iki tarafın siyasetine egemen olursa bölge için gerçek bir felaket olur.
İslamcılık konusunda özeleştiriden çok itirafçılığa dönüşen tartışmalarda özellikle atlanan bir husus, İslamcılığın en büyük alameti farikası olan İslam birliği, ittihadı, dayanışması fikrinin adeta yok sayılmasıdır. Mezhep eksenli bir ayrışmayı tahrik ederek, üstelik bölge dışı güçler adına saldırganlaşmayı meşrulaştırmaya yönelik ajandanın yaygınlaştırılması ile İslamcılık tartışmalarında bu hususun bilhassa atlanması sadece tesadüf müdür. Eski İslamcılara bir tür itirafçılık yaptırılarak mezhep kışkırtıcılığına soyunmaları ile İslamcılığın ümmet eksenli birlik idealinin gündemden düşürülmesi arasında doğrudan bir ilişki yoksa bile pratikte bu stratejiye hizmet ettiğinden eminim.
İttihatçılık Osmanlı'nın çöküş döneminin ürünüydü ve büyük devlet tercrübesinin maceraya teslim edilişini sembolize eder. No-e ittihatçılık da neo- safavicilik de böylesi bir ara dönemin, bir tür tarihsel tecrübeye dayalı aklı selim siyasetinin, basiretin iptal edilişine karşılık geldiği uyarısını yapmak da tarihi bir sorumluluktur.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT