Neler oluyor?
(devam)
Bir okurumun dünkü "Neler oluyor?"a ilişkin gönderdiği mesaj büyük ölçüde benim de duygu-düşüncelerimi açıklayan cinstendi. Değerli okurum son gözaltılarla önümüze dökülen haber ve yorumlara ilişkin şüpheci yaklaşımıma hak verdikten sonra şöyle devam ediyordu:
"Haklısınız ama açıkçası olup bitenler karşısında sevinmedik de değil yani!"
Aktarılan sevincin –pek çok köşe yazısında tekrarlandığı gibi- bugüne kadar "dokunulmaz" kabul edilen bazı kişilerin de gözaltına alınabildiğini görmekten kaynaklandığı açıktı. Bu sevince hak vermemek imkansız tabii ki. Devletin toplumun "dokunulabilirleri"ne - tarihinin her döneminde- aklına estiği gibi dokunabildiği bir ülkede bugüne kadar hiçbir "davet"e (buna TBMM'nin daveti de dahil) icabet etmeyen emekli generallerin ifadesinin de –nihayet- (hem de gözaltında) alınabilmesine şahit olmak tabii olarak bir "sivil sevinç"e vesile olacaktır.
Seviinç duyulsun tabii ki, ancak "'Kötüler'i alt etme şehvetinin adalet ve hakkaniyet duygumuzu tutsak almasına" asla izin vermeden. Aksi takdirde –eğer hürriyet mücadelesine samimi olarak inanıyorsak- "son sevinen"in kim olacağı sorusu yine cevapsız kalmış demektir.
İki satır yukarıdaki tırnak içine aldığım ifadeyi Mustafa Erdoğan'ın dünkü yazısının (Star, "Ergenekon'da esas usulü unutturmasın!") bir cümlesinden türettim. Erdoğan, Kötüler'i alt etme şehvetinin adalet ve hakkaniyet duygusunu tutsak aldığı bu günlere ilişkin şu yalın gerçeği hatırlatıyordu: " 'Ergenekon'cuların yapmaya çılıştıkları iddia olunan şey ne kadar vahimse, bu soruşturmanın yürütülüşündeki hoyratlık görüntüsü de o kadar vahimdir!"
Yazar bu tespitinden sonra şu güzel sözü de ediyor: "Esasen hürriyet de, başka bir çok toplumsal-siyasal ideal gibi- usulle kaimdir. Hürriyetin bekası büyük ölçüde usuli güvencelerle sağlanabilir."
Bu satırları okuyup yazarın (ve de benim) "ulusalcıların" ve onların medyadaki sempatizanlarının bugünlerde ekranlarda ve gazete sayfalarında sürdürdükleri kampanyaya yakın durduğunu sanmayın sakın.
Sanmayın çünkü buradaki mesele bambaşka. Son gözaltılara konu olan şahsiyetlerin yıllardır, bizi-hepimizi ilgilendiren alanlara, yani demokrasi ve özgürlükler alanına ilişkin yüksek seviyede kötücül bir demagojinin ne derece "şehvetli" militanları olduklarını ve işin bu yönü ile "saygıdeğer" sıfatını hiç mi hiç hak etmediklerini birbirimize tekrarlayarak bu meselenin altından kalkamayız.
Eğer bu kötücül fikriyat ve eylemlerin ortadan kalkmasını ve bir daha her ne ad altında olursa olsun karşımıza çıkmamasını aklımızla ve gönlümüzle arzu ediyorsak, hürriyetin "usulle kaim" olduğunu da aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Dün Yeni Şafak'ı açıp "Bunu yapmaya kimin hakkı var?" başlığı altındaki haberle karşılaştığımda, (böyle duygulardan cok uzak almama rağmen)) "gazetemle gurur duydum" doğrusu... Bir yıl önce (Ergenekon'dan) tutuklanıp bir yıl sonra cezaevinden sedye üzerinde tamamen tükenmiş birisi olarak çıkarılan iş adamı öylece karşımızda dururken "demokratik milat"tan söz edebilir miyiz? "Kötüleri alt etme şehveti" bize adalet ve hakkaniyet duygularımızı kaybettirmesin. Amin.
Mustafa Erdoğan -kendisinden beklendiği gibi- bu zor günlerde herkese adalet ve hakkaniyeti hatırlatan önemli yazısında üzerinde herkesin düşünmesi gereken bir başka hususa da şöyle dikkat çekiyor:
"Şimdi, diyelim ki, 'ulusalcılar'ın ve medyadaki sempatizanlarının iddia ettikleri gibi, bütün bunların sonucunda 'hiçbir şey' –en azından, yaratılan izlenim kadar vahim bir şey- ortaya çıkmadı. Peki o zaman ne olacak?
Ne olacağı belli. Bir kere, usuli güvenceler, dolayısıyla hukuk devleti fikri, zayıflamış olacak. İkincisi, darbeci-komitacı girişimlere meşruluk kazandırılmış olacak. Darbecilerin kendilerine güvenleri artacak, buna karşılık darbe karşıtı girişimlerin inandırıcılığı azalacak. Üçüncüsü, AKP bu işten büyük bir yara almış olarak çıkacak.. Eğer o zamana kadar kapatılmamış olursa, bu sefer de hukukun suiistimali yoluyla muhalefeti sindirmeye çalışmakla –yani, baskıcılığa yönelmekle- suçlanacak.
Bugünden bunları düşünmeyenlerin, korkarım ki,. yarın buna hiç fırsatları olmayacak."
Şu hatırlatmaya da yer açarak noktayı koyayım:
Canının dişine katarak "Ergenekon"la mücadele eden bir yayın organında yer alan bir yorumda bu yasadışı örgüt, "devlet içindeki çete"nin tasfiyesinin –nihayet- sırası gelmiş "sol ayağı" olarak değerlendiriyordu. Olabilir, bu da bir yorumdur.
Ancak insan sormadan edemiyor: "Sağ ayak"ın tasfiyesi –söylendiği gibi- gerçekten tamamlandı mı? (Bu soruyu Hrant'ı düşünerek sorduğumu söylemeye gerek var mı(ydı)? )
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT