Neden ‘Squid Game’ bana Suriye hapishanesindeki yıllarımı hatırlatıyor?
Ömer Al Şığri Suriyeli bir mülteci. Çevresindeki insanların Güney Kore yapımı bir diziyi çok fazla izlediklerini belirterek, “Onlar, o diziyi bir kapitalist dünyanın zalimliğini yansıtıyor olarak görüyorlar ben ise yaşadım…” ifadelerini kullanıyor.
Fatih Demir / HAKSÖZ HABER
Ömer Al Şığri, Washington Post gazetesinin “Küresel Fikirler” bölümü için yazdığı anı türündeki makalesi ile ‘Suriye zindanlarında yaşadıkları’ ile ‘Squid Game’i kıyaslıyor.
Ömer Al Şığri, Suriye’nin Banyas yakınlarında bulunan el-Beyda adlı sahil köyünde yaşayan bir gençti. 2012 yılında tutuklandığı zaman 15 yaşındaydı. Orduyu seven emekli bir subayın oğluydu. Gösterilere katıldığı için tutuklandı. "Tarihteki en kötü yer" olarak adlandırılan Sednaya Hapishanesi’ne gönderildi. 3 yıl tutuklu kaldı.
Sednaya Hapishanesi için şöyle denir: “Sednaya, mahkumların kanlarıyla kirlenmiş bir yerdir. Buranın fotoğrafları yoktur. Sednaya ile ilgili sadece hikayeler vardır. Harvard Üniversitesi gibi Sednaya Cezaevi'ne girmek için ayrıcalıklı olmanız gerekiyor.”
Ömer, Sednaya'da yaşadıklarının benzerlerini bir kurgu dizisinde görünce anlatmaya başladı:
“Tanıdığım birçok insanın, oyuncuların geleneksel Kore çocuk oyunlarının gerçeküstü versiyonlarına katıldığı distopik drama olan Netflix yapımı “Squid Game”i izlediğini gördüm. Ben de bazı anılar ile beraber izledim…”
Ömer Al Şığri: “Arkadaşlarım (Türkçe, Kalamar Oyunu) Squid Game’i bir tür korku filmi, günümüzün kapitalist toplumlarında zengin ve fakir arasındaki uçurumun grotesk bir yorumu olarak görüyor. Onlara göre bu bir fantezi, korkutucu bir masal…
Dizi farklı nedenlerle benim de ilgimi çekti ve izledim. Bana Suriye hapishanelerinde geçirdiğim üç yılı hatırlatıyor. Dizinin, yaşadıklarımı anlamama yardımcı olup olmayacağını görmek istiyorum… Son derece acı verici bir deneyim…"
Squid Game dizisinde; Kore kültürüne ait bazı çocuk oyunlarının oynandığı dizi, dünya çapında 100 milyondan fazla izlendi. Ödül ve ölüm arasında tutulan oyuncuların, bu oyunları oynaması ile bir kazananın olduğu bir distopyanın anlatıldığı kurgu dizisi, metaforik ve somut anlamda bir kapitalizm eleştirisi sunuyor. Dizide; çocuk oyunlarını oynayan yarışmacılardan kaybedenler ölümle cezalandırılırken, tek bir kazanan milyonlarca Kore wonunu alıp arkasında yüzlerce ölü bırakarak özgürlüğüne kavuşacaktır…
Ömer, "Kıskançlıkların olduğu, aç gözlülükle yoğrulmuş bir vahşet dünyasını detaylı anlatan dizi beni bazı yoğun duygulara maruz bıraktı. Ama beni en çok vuran altıncı bölüm oldu: "Gganbu".
Hikayenin karakterlerini şimdiye kadarki en vahşi testlerden geçirip, dostları ve müttefikleri karşı karşıya getiren yer burasıydı bana göre.
Oyunculardan ortak seçmeleri istendiğinde, ilk içgüdüleri en sevdikleri kişiyi seçmekti. Daha sonra pişman olacaklarını bilmiyorlardı.
Oyunun kuralları açıklandığında, oyuncular acı gerçeği öğrenirler: İki ortak birbiriyle yarışmaktadır ve oyunu kim kaybederse “elenir” yani ölür…
Suriye'nin kötü şöhretli “Sednaya Hapishanesi”nde bu bölümün gerçek hayattaki versiyonunu yaşadım.
Gardiyanlar hücrelere geldi ve arkadaşım Cihan'dan mahkûmlar arasından en yakın arkadaşını kendilerine söylemesini istedi.
Onlara adımı vermemesine şaşırdım. Sonuçta, onun orada herkesten daha uzun süredir arkadaşıydım.
Onun yerine Cihan başka bir arkadaşımızı söyledi. Sonra gardiyan ona bir tornavida uzattı ve sakin bir sesle, "Bunu arkadaşını öldürmek için kullan, yoksa seni öldürmek zorunda kalacak. On dakikan var." dedi.
Gardiyan hücreyi kilitledi ve uzaklaştı. Arkadaşı hemen Cihan'a yalvarmaya başladı: "Beni öldürürsen çocuğum yetim kalır." diyordu.
Ama Cihan bir çıkış yolu bulamadı. Sevdiklerinin ölümünün acısını çekeceğini biliyordu. Son saniyelere yaklaştıkça, arkadaşını öldürmeye ve sonsuza kadar onunla yaşayacak olan suçluluğu taşımaya karar verdi. Bu, hayatımın hapishanedeki en korkunç anlarından biriydi. Bir arkadaşımın, gözlerimin önünde birini öldürmesini izledim. “Squid Game”i izlemek bana her şeyi geri getirdi.
Altıncı bölümün ilerleyen bölümlerinde, iki genç kadın karakter olan Sae-byeok ve Ji-yeong'un yer aldığı olay örgüsü beni, yaşadığım başka bir ana götürdü.
Bölümde Ji-yeong, Sae-byeok'un kazanmasına izin vererek hayatını feda etmeye karar verir. Sae-byeok'un oyundan sonra daha iyi bir geleceği ve onu bekleyen daha iyi bir hayatı olduğuna inanıyordu ve bu yüzden kazanmasına izin veriyordu.
Ji-yeong'u izlemek bana çok güçlü bir şekilde bizimle hapishanede aylar geçiren kuzenim Beşir'i hatırlattı.
Ji-yeong'un aksine, hiçbir zaman doğrudan kendini feda edecek bir konuma getirilmedi. Ama ona bu şans verilseydi, bu şansı değerlendireceğine kesinlikle inanıyordum.
Bunun yerine, başkalarına hayatta kalma gücü vererek dolaylı olarak aynı şeyi yaptı. Herkes gibi açlıktan ölmesine rağmen, yemeğini kendisinden daha zayıf olanlarla paylaşırdı.
Ve Ji-yeong gibi, hapishanenin ona yaşattığı dehşete rağmen bir şekilde gülümsemeyi başarıyordu.
Kollarını çenesinin altında kavuşturmuş, her mahkuma gülümseyerek baktığını hatırlıyorum. Gülümsemesini, insanlığımıza tutunmamıza yardım etmek için kullanıyordu.
Bana sürekli olarak hapishanenin dışında beni bekleyen parlak gelecekten bahsetti. Yaşamaya devam etmem için, ‘bir sebep vermek için’ elinden gelen her şeyi yaptı.
3 Mart 2014'te Beşir kollarımda öldü. Ölmek üzereyken bana sevgiyle baktı ve “yüz gül” dedi. Benim için, Arapça anlamlarıyla bu kelimeler - miet warda - o zamandan beri büyük kötülüğün varlığında bile iyilik ve pozitifliğin eş anlamlısı haline geldi.
“Squid Game”in bu sahnesini izlerken Sae-byeok ve Ji-yeong'u görmedim. Kendimi ve kollarımda can veren Beşir'i gördüm."
Ömer, “Squid Game”de kayıp kardeşini arayan onurlu bir polis memuru vardı. Bu ölüm çarkına bir son vermek için her şeyini riske atıyordu.
İnanılmaz bir şekilde, onun da gerçek hayattaki eşdeğerleri var. Suriye hükümetinin hapishanelerinden birinde çalışan ve sonunda kurbanların binlerce fotoğrafını kaçırmayı başaran “Sezar” olarak bilinen firari kişi gibi.
Bugün, Esed rejiminin “Squid Game”, dizisinde gördüğümüz sadizm ve suçluluk düzeyini gölgede bırakan eylemleri var. Yüz binlerce insan onun hapishanelerinde işkenceler ile öldürüldü. Ve öldürülmeye devam ediyor. Esed hiçbir ceza almazken masum insanlar göz göre göre öldürülüyor.
Bu diziyi izleyenler, ‘ insanların maruz kaldıkları insanlık dışılığa karşı isyan ediyor’ ve ‘insanlık onurunu çiğneyen hareketleri kabul etmeyen karakterleri tasvip edip övüyor’. Peki ya Suriye için durum böyle mi?
Bu insanlık içgüdüsü Suriye’deki vahşete karşı neden suskun? Gerçek dünyada, sayısız insana ölümüne işkence etmekten sorumlu olan Suriye rejimini, normalleştirme konusunda gayet iyi olan birçok ülke ve insan var!
Ömer Al Şığri’nin şu sözüyle şaşkınlığımızı gösterirken yazımızı da sona erdirelim: Ömer, “Söyleyebileceğim tek şey, hayatın gerçekten bazen kurgudan daha garip olduğu.”
HABERE YORUM KAT