Neden geri kaldık?
Batıcılar ve İslamcıların üzerinde anlaştığı ortak nokta "geri kalışımız" olduğuna göre, bunun "terakkide geri kalma"da vücut bulduğu açıktır.
Hüküm cümlesi şöyle kurulmuştur: "Batı karşısında geri kaldık!" Batıcıların teşhisine göre, suç ve kusur İslam dininde olduğuna göre, İslamiyet'i etkin olup düzenleme talebinde bulunduğu her alandan tasfiye etmedikçe eski gücümüze kavuşamayız. Radikal Batıcılara göre -Abdullah Cevdet vd.- bu pozitivizmi ve materyalizmi resmi görüş ilan etmekle; diğerlerine göre reform yapıp onu -Hıristiyanlıktaki gibi- vicdan işlerine çekmekle olur. Ziya Paşa bunu şöyle özetler: "İslam imiş devlete pa-bend-i terakki / Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı."
1850-2000 arası zamanda ilk iki nesil İslamcılar kendi aralarında iki gruba ayrılır:
1) Geri kalışımızın sebebi dinimiz değil, onu tarihte yanlış anlamamızdır. Bunda gelenek, örf ve âdetler; özellikle tasavvuf, bid'at ve hurafeler; donmuş fıkıh, içtihat kapısının kapanması; Meşşailik yerine Eş'raliğin revaç bulması, Mutezile'nin mahkûm edilmesi, Gazali'nin filozoflara indirdiği ağır darbe; saltanat rejimleri vs. rol oynamıştır. Cemaleddin Efgani'den Abduh'a, Mehmet Akif'ten Muhammed İkbal'e, S. Ahmet Han'dan Said Nursi'ye kadar neredeyse herkes böyle düşünür.
2) Geri kalışımızın sebebi İslamiyet'in "yanlış veya eksik anlaşılması" değil, İslamî hükümlerin gereklerini yerine getirmeyişimiz, İslamiyet'i bir hayat nizamı olarak yaşamayı terk etmemizdir. Atalarımız İslamiyet'i doğru anladı, ama yaşamadılar, dinî hayatı ihmal ettiler. Bu grubun en tipik temsilcisi Mustafa Sabri Efendi'dir (1869-1954.)
Mustafa Sabri Efendi'ye göre, geçmiş Müslümanların dini yanlış anlamaları söz konusu değildir. Onlar yalnız dinin emirlerini gerektiği şekilde yerine getirmediler (Dini Mücedditler, İstanbul-1977, s. 118). Eğer geçmişte Müslümanlar dinî vazifelerine fiilen ve amelen riayet etmemeye alışmamış ve itikatça dine bağlılıklarını gevşetmemiş olsalardı bu hale düşmezdik (İnsan ve Kader, çev. İsa Doğan, İstanbul-1989, s. 298; Dini Mücedditler, s. 18.)
Mustafa Sabri Efendi; Muhammed Abduh veya Said Nursi'nin aksine pozitif bilimlere pek iltifat etmez, dinî hakikatleri veya imanın düsturlarını maddî tabiat olayları üzerinden göstermeye kalkışmaz. Açıkça "Kur'an, bir fen kitabı olmadığı gibi, fenlere mutabakattan gelecek şerefe de muhtaç değildir" der. "Kur'an, insana insanlığını öğretir; yüksek bilgiler verir, cismanî hastalıklardan ziyade ruhî hastalıklara çare gösterir." (Meseleler, sadeleştiren: O. Nuri Gürsoy, İstanbul-1978, s. 32.)
Mustafa Sabri Efendi'nin teşhis ve tespitleri önemlidir. Ancak o da yenilgimizin sebebini "geri kalışımız"da bulur, geri kalışımızı İslamiyet'i hakkıyla yaşamayı bir kenara bırakmamızda arar. Bu, onun da sorunlarımıza Batı'nın "ilerlemeci tarih görüşü" içinden baktığını göstermektedir. Anahtar terim "terakki"dir: "Müslümanların terakki yolunda geri kalmaları dinlerinden değil kendilerindendir" der. (Meseleler, s. 29)
İslamcıların "mağlupların galipleri taklid etmesi" kuralını aşıp "Hayır biz Batı karşısında geri kalmadık, askerî ve ekonomik olarak yenildik" deyip ilk iki neslin yanlış sorusunu gündemlerine almaları 1990'lara rastlar. (Bkz. A. Bulaç, Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş, 3. bsm, İstanbul-2006; s. 207 vd.).
Batıcılar veya ilk iki nesil İslamcılar, prensipte Batı karşısında geri kaldığımızı kabul ettikleri için, Batı ile aramızdaki mesafeyi -kimi dini tamamen terk ederek, kimi tarihsel tortularından temizleyerek veya amelî olarak yaşayarak- kapatabileceğimizi savunur. Bu süreçte her iki kanadın paradigması "bilim, medeniyet, akıl, teknoloji ve ilerleme" parametreleri üzerinde inşa edilecek, dolayısıyla herkes bu beş ileri umdeye ulaşabileceğimiz konusu üzerinde kafa yoracaktır.
Üçüncü zamanda şunu idrak ettik: Her iki kanadın hareket noktası iki açıdan yanlıştır: a) İlk düğmeyi yanlış iliklemeniz gibi, bir kere soruyu yanlış sormuşsanız ilanihaye yanlış cevaplar bulmaya çalışırsınız. b) Sizin kendinize özgü bilgi/ilim, medeniyet, akıl, teknik ve tarih görüşünüz yoksa, sonuna kadar Batı'yı geriden takip edeceksiniz; bu sizin Avrupalılaşma demek olan asrileşmeden bugünkü küreselleşmeye kadar modernliğin her aşamasında dünyanın hegemonik güçlerine bağımlılığınızın sebebi olacaktır. Çünkü siz bunları üretmiyorsunuz, üretildikleri merkezlerden iktibas edip tüketiyorsunuz.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT