Ne zaman konuşacağız?
Maraş'ı henüz konuşmadık. Şairin söylediği gibi 'henüz çok taze mezar toprağı'. Cumhuriyet tarihinin en acımasız olaylarından biri yaşanırken, insanlar satırlar ve baltalarla doğranırken oradaydım.
İçinde değildim belki ama Maraş'a 25 km mesafedeki köyümüzde 'bizi ne zaman öldürecekler?' kaygısıyla bekleyenler arasındaydım. Öldürülenler arasında tanıdıklarımızın olmasını geçmek isterdim. Ama geçemediğim bir doğmamış bebek ve oyun arkadaşı var. Suna ailesinden öldürülen yedi kişiden biri oyun arkadaşımız Ali'ydi. Diğeri ailenin dokuz aylık gelini. Otopside karnındaki ceninin vücudundan saçmalar çıkarılmıştı. Serçe vurmak için kullanılan saçmalardan reva görmüşlerdi henüz doğmayan, doğamayan cenine.
Lafı uzatmayacağım. Bugüne kadar Maraş'la ilgili yazamadım. Yazmak istemedim çünkü sözün bittiği yer gibi algılıyorum hâlâ.
Yaşanan acının kanırtılmasından yana değilim. Haksız yere birilerini suçlamayı zul addederim. Suskunluğun taşıdığı anlamı, çığırtkanlığın yaydığı telaşa değişmem çünkü.
Olayı yaşayan çoğu kişinin de aynı sessizliği seçtiğini biliyorum. Aradan yıllar geçti. Bugün 'aşiret' olarak anılan Maraş Alevileri biraz da katliamın verdiği ruh haliyle sığındıkları Avrupa'dan zenginleşerek döndüler. Maraş esnafı bir zamanlar kaybettiği aşiret ahalisini yeniden kazanmış olmanın zenginliğini yaşıyor bugün. Kimsenin bundan şikâyeti yok. Sadece ticaret değil, hayat da devam ediyor. Siyasî tezgâhların bozduğunu, para çözüyor! Ama kabuk bağlayan yaranın altındaki dert dinmiş değil.
'Maraş katliamı ve söylenmeyenler' yazıma aldığım tepkiler de gösterdi ki, konuşmaya henüz layık değiliz. Hazır değiliz demiyorum, layık değiliz.
Konuşmaya layık olmak acıları yarıştırmayı huy edinmemekle mümkün çünkü. Herkesin acısı kendi dünyasında anlamlı ve derin çünkü.
Hemşerilerimden aldığım çoğu mektup 'olayda Sünniler de öldürüldü' şeklinde. Sanki 'O anmada Alevilerin yanında, Sünniler de olmalıydı, katliam birlikte kınanmalıydı' diyen ben değilmişim gibi.
Alevilerin, 'hulul' inanışı içinde olduğunu, Ermeni dönmesi olduklarını ve katlinin vacip olduğunu söyleyen bile var! Bunları geçelim...
Şunu söylüyorum; Maraş'ı konuşmak, en az Aleviler kadar Sünnilerin de konuşmaya hazır hale gelmesiyle mümkün.
Alevilerin satırlarla doğrandığı olaylardan söz etmek, kimseyi topyekün suçlamak değil. Maraş'ta vicdan sahibi insanların varlığını kimse inkâr etmiyor. Benim sözünü ettiğim, oradaki galeyan potansiyelinin sorgulanması gerektiği. Bizzat Maraşlılar tarafından sorgulanmasının anlamlı olacağı.
Ama Türkiye böyledir. Derin devlet deriz, derin oyunları tezgâhlayanları biliriz. Ama iş o derinliğe eğilmeye gelince kimseyi bulamazsınız.
Galiba asıl derinlik bu. Ergenekon'un en kirli tezgâhı Maraş katliamına hep beraber bakalım dersin, yanında ne Sünni, ne Alevi kimseyi bulmazsın. Tezgâhı yöneten akıl nasıl bir cevvallikteyse; mağdur Alevileri arka bahçe, araçsallaştırdığı Sünnileri ise sistemin mağdurları haline getiriyor. Ne mübarek bir döngü!
Aleviler hakkında söylenecek de çok şey var; her dönemin ve durumun mağduru oldukları halde nasıl bir aymazlıkla Ergenekon safında hizalandıklarını anlamak mümkün değil. Ama konu bu değil zaten. Konu, aradan geçen 32 yılda birilerinin çıkıp, yaşananları kınamasının olağan karşılanmaması. 'Burası Maraş buradan çıkış yok' sloganıyla üstelik.
Tıpkı üzerine konuşulmayan acılar gibi, 'burası Maraş buradan çıkış yok' sloganı da geçmişin kuyusunda duruyor. Lümpen olduğu iddia edilen üç-beş genç aynı sloganı hangi refleksle o kuyudan çekip alıyor acaba? Hangi duygusal destekle?
Nereye gömüldükleri bile belli olmayan, kesik başların, kopmuş gövdelerin cennetten size baktığı bir gökyüzü orası. Hesabını nasıl vereceksiniz? 'Buradan çıkış yok' diyen gençleri savunarak mı?
O gençlerin evlerine dönmesi ve sokakların katliam korkusundan arınması için ne yapmalıyız ona bakalım hep beraber. Çünkü orası hepimizin toprağı. Kimse kimseden ne mezhebi, ne de kimliğiyle üstün. Birilerinin sesinin daha yüksek çıkmasına bu ülke artık izin vermemeli. [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT