Ne Söylediği Önemli
Medyada her zaman dikkat çeken ancak ne üslubu ne de müktesebatı bakımından ciddiye alınmayan isimler her daim olmuştur. Sözlerinden, iddialarından çok dil ve üsluplarıyla gündeme gelirler.. Bu kişilerin daha çok ne söylediğine değil, nasıl söylediğine yoğunlaşır insanlar. Zaten bu tiplerin yapmak istedikleri de budur. Meselenin özünü kaçıranlar üsluba takılırlar. Kendi fikirleri yoktur. Birileri adına konuşurlar. Patavatsızlık ve terbiye sınırlarını aşmaları da bunlara suflörlük yapanları gizlemek içindir aslında. Geniş kitleler şekil şartlarına odaklanmışken belli yerlere mesaj verilmiştir. Aşırı iddiaların arasına gizlenmiş ana metni bulmak bazen zor olabilir.
Siyasetin açık ve tartışılabilir bir mecrada yürümediği bir toplumda daha çok sorumluluk sahibi olmayan ve yaptıklarıyla da hesaba çekilme kaygısı gütmeyen kalemlere iş düşer. Suflörü görmeyenler, sahnedekinin oynadığı rolü gerçek sanabilir.
Köşe yazarlığı olgusunun başlı başına tartışmalı olduğu bir basın ortamındayız. Her gün her konuda insanlara akıl verme misyonu biçilen bu yazarların pek çoğuna dil, üslup ve düşünceleri nedeniyle değil, daha çok kurduğu ilişkiler ve belli ağırlık merkezinin sözcüsü olmaları hasebiyle alan açılır. Kritik dönemlerde bunların işlevlerini yerine getirmesi beklenir.
Referandum sonrası 'yeni bir dönem' beklentisi var; ancak herkesin 'yeni'si , 'dönem'i ve de 'beklenti'si farklı.
Oysa geleneksel basın refleksinin tümüyle terk edilmediği medya çağında kimi isimlerin gündeme getirdiği konulardan çok getiriş tarzı tartışılıyor. Elbette kamuoyu önüne çıkanların yazdıkları özel not defteri değil. Fikirleri kadar bu fikirlerin nasıl ifade edildiği de toplum ahlakı bakımından sorgulanmalıdır. Ancak toplumsal tepkilerin sürekli üsluba takılı kalması muhtevanın tartışılmaması, siyasal anlamının çözümlenmemesi de manidar.
Yeni dönemde büyük resmin nasıl şekilleneceği tartışıladursun ayrıntı gibi duran asıl meseleye dair bazı ipuçları pek patavatsızca da olsa gündeme düşüverdi. Muhtemelen yeni dönemin sistemik ilişkilerini belirleyecek olan anahtar kelime İslamcılık olacak.
Bu arada görünürde 'İslamcıyım' diyen kimseler yok ama herkesin muhayyel bir İslamcılık üzerinden toplum ve siyaset çözümlemesi yapıyor olması, gerçek ile söylem arasındaki Türkiye siyasetinin çelişkisinin bir uzantısıdır…
Bulunduğu konum ve ideolojik duruşu bakımından herkesin farklı İslamcısı ve İslamcılık anlayışı olduğunun altını çizelim.
En dış halkadan başlarsak, Batıcı seküler çevreler nezdinde' İslamcı bir hükümet var ve tüm olumsuzluklardan sorumlu olan da İslamcılık' tır. Aslında bu çevreler bu İslamcılık yakıştırmasını bilinçli olarak yanlış kullanıyorlar. Hem yaşanan olumsuzlukları eleştirmek ve buradan kendilerine alan açmak hem de İslamcılık ve hatta Müslümanlıkla özdeşleştirdikleri hükümet üzerinden İslamı ve İslamcılığı mahkum etmek. Aslında bilinçli bir saptırma ile siyasi bir rekabet olmaktan çıkıp bir dünya görüşü, hatta dini bir tartışmaya zemin açılmak isteniyor.
Benzer bir şey de AKP'ye eleştirel duran muhafazakar kesimde özellikle kendini İslamcı olarak tanımlayanların İslamcılık noktayı nazarından hükümet ve parti eleştirilerinde gözlemleniyor. Oysa İslamcılık yakıştırması kendi içinde tutarsızlık arz ediyor. Kendi siyasal kimliğini 'Muhafazakar demokrat' olarak tanımlamış, seküler yasalar çerçevesinde siyaset yapan bir yapıya böylesi bir anlam yüklemek tutarsızlık olsa gerek. Hiçbir zaman İslamcılık iddiasında bulunmamış bir siyasi harekete hem İslamcı çevrelerden hem muhalif Batıcı seküler kesimlerden benzer eleştirilerin gelmesi ilginç. Bu durum AKP'nin her icraatının ve söyleminin çelişkiden azade, tutarlı ve ilkeli siyaset örneği olduğu anlamına gelmez. Neyi hangi zeminde hangi kritere göre eleştirdiğimizi bilmek zorundayız.
Bir başka çelişki bizzat AK Parti'nin İslamcılık konusunda düştüğü açmazdır. Hiçbir zaman İslamcı olduğunu beyan etmese de adeta 'mış gibi' yaparak, sessizce geçiştirerek toplumda böylesi bir algı oluşmasına katkıda bulunduğu da bir gerçek. Özellikle seçim atmosferinde alabildiğine dini bir dil ve argüman geliştirerek dini heyecanı harekete geçiren retoriği ile İslamcılık algısının oluşmasına de facto katkı verdi. Ki bu da kısa vadede siyaseten kullanışlı bir söyleme dönüşecektir.
Tüm bunlara bakarak görünürde hiç İslamcıyım diyen olmadığı ama lehte ve aleyhte İslamcılık üzerinden bir algının, siyasetin yürütüldüğü de gerçek.
Bugünlerde kaba bir şekilde gündeme gelen İslamcıların tasfiyesi anlamındaki söylemler, yeni dönem siyasetinin ne yönde şekilleneceğinin işaretleri olarak okunmalıdır. Burada tasfiyesi söz konusu olan İslamcılardan çok İslamcılık olarak tanımlanan uygulama ve siyasetin tasfiyesi de kastediliyor olabilir. Muhtemeldir ki devlet denilen aygıt kendi mecrasında stratejik tercihleri doğrultusunda, İslamcıların muhafazakarlaştığı, muhafazakarların sistemle barışma kıvamına geldiği siyasal ortamı yeterli görmüş olabilir. Geriye kalan ise yeterince uyum sağlayamayan muhalif tiplerin tasfiyesi ya da piyasa şartlarına entegre edilmesidir.
Medya, dilinin bunca irtifa kaybetmesine rağmen siyaset okuması için hala önemli bir mecra. Kimin kim adına ne söylediği; neyi nasıl söylediğinden daha önemli olsa gerektir.
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT