Ne oldu da 10 yıl öncesine döndük?
Türkiye'nin son 10 yılda takip ettiği komşular ve bölge politikası "gayet iyi, ümit verici bir seyir takip ederken" ne oldu da bir sene içinde "çökme noktası"na geldi?
Irak Başbakanı Nuri el Maliki "Türkiye'nin bölgeye felaket ve savaş getirmek istediğini" söyleyip üstü kapalı uyarıyor: "Bu durumdan Türkiye etkilenir. Onların da farklı mezhep ve etnik grupları var... Eğer bizim hukuk mercilerimizle ilgili konuşacaklarsa biz de onların hukuk mercileriyle, eğer bizim anlaşmazlıklarımızla ilgili konuşacaklarsa biz de onlarınkini konuşuruz."
AK Parti adına Maliki'ye cevap veren bir sözcü "Irak'ın bir Maliki sorunu olduğunu" söyledi. Bunu aslında "Türkiye'nin bir Maliki sorunu oldu" şeklinde anlayabiliriz. Suriye'de bir "Esed sorunu" vardı, şimdi buna Maliki sorunu eklendi.
Belli bir zamandır Türkiye'nin bir "İran sorunu" olduğu kimsenin meçhulü değil. Üstelik İran sorunu yönetimle, mesela Ahmedinejad'la ilgili de değil, yönetime Musavi ve ekibi de gelse, sorun devam edecek. Zira sorunun temelinde NATO'nun İran'a karşı Malatya'da füze radar sistemini yerleştirmiş olması var. Kasım 2011'de İran Devrim Muhafızları komutanlarından Emir Ali Hacızade, "İran'a yönelik bir tehdit olduğu takdirde, ilk hedeflerinin Malatya'daki füze radarı olacağını" açıkladı. Ekim ayında da İran İslam Devrimi Yüksek Danışmanı Tümgeneral Rahim Safevi de, "radar sisteminin kendilerine yönelik tehdit olduğunu" söyledi.
Bana sorarsanız Türkiye'nin Kuzey Afrika politikası da pekiyi gitmiyor. Uzun zamandır, oradaki yönetimler ve muhalefet partileri "elinde model bölgeye düzen vermeye çalışan ağabey rolü"yle sahneye giren Türkiye'nin bu tutumundan rahatsız, hoşnutsuzluklarını bir şekilde dile getirmek için uygun bir zamanı bekliyorlardı. İlk işaret Cezayir'den geldi. Fransa'da parlamentodan geçen "Ermeni soykırımıyla ilgili yasa tasarısı" dolayısıyla, BM'de Cezayir'in kuruluşunda her nasılsa çekimser oy kullandığını unutan Türkiye, Fransa karşısına Cezayir bağımsızlık mücadelesinde şehit düşen bir milyonu aşkın Cezayirliyi ileri sürünce, Başbakan Ahmed Uyahya, sersemletici tokat yerine geçen bir açıklama yaptı: "Türk dostlarımızdan Fransa'nın Cezayir'deki sömürgecilik dönemini iç siyasi amaçlarına alet etmemesini istiyoruz. Herkes çıkarlarını savunmakta özgürdür. Ancak kimsenin Cezayirlilerin kanını bu işe alet etmeye hakkı yoktur."
Gizlemeye, tevil etmeye gerek yok. Mısır başta olmak üzere bir bir eski otokrat yönetimlerin yerine geçmekte olan Müslüman Kardeşler de, bıkmadan usanmadan onlara yol gösteren, nasıl ve hangi siyasi zeminde anayasa yapacakları konusunda "ilköğretim müfredat seviyesi"nde ders veren Türkiye'nin "laik başöğretmen" tavrından, kibrinden hiç mutlu değiller. Birebir konuştuklarımız, Türkiye halkına duydukları derin sevgi ve Batılı ejderhaların öfkelerini üzerlerine çekmemek için nezaketen ve sabırla yüzümüze tebessüm ediyorlar. Bazen patlıyorlar da. Mesela geçen ay Gaziantep'te düzenlenen sempozyumda Ortadoğu'dan katılan konuşmacıların neredeyse tamamı "Türkiye'nin kendilerine model olmasını, ağabeylik yapmasını istemedikleri"ni, sadece tecrübesinden yararlanmak istediklerini ve bölgenin eşit şartlarda karşılıklı işbirliği ve kardeşlik ruhuyla yeni bir şekil alması gerektiğini en açık cümlelerle ifade ettiler. Biz kesinlikle mesajı alamadık.
Şimdi sormamız gereken sorular var:
Ne oldu da Türkiye, daha bir sene önce Suriye ve Irak'la ortak bakanlar kurulu kuruyorken; Şamgen vizesiyle neredeyse nüfus cüzdanını gösterip Trabzon'dan kalkan bir insan Tebriz'den Bağdat'a, Şam'dan Amman'a serbestçe gidebilecekken, şimdi güney ve doğu sınırlarımız kapandı; üç ana ülke (İran, Suriye, Irak) ile çatışma noktasına geldik? Lübnan'a veda ediyoruz. Mısır bize soğuk, Cezayir "uzakta kal sevgilim", Tunus ve Fas "gölge etme başka ihsan istemem" diyor?
Evet, ne oldu da neredeyse bölgenin tamamında bundan 10 sene öncesine döndük?
Sükunetle ve suhuletle bu sorulara cevaplar aramaya, olup biteni anlamaya çalışalım..
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT