“Ne olacak bizim halimiz !”
Bu soru yaşadığımız toplumun vaziyetinin özetidir. Hemhal olduğumuz toplumun fertleri hangi kalıp üzere olurlarsa olsunlar kendilerine ve çevrelerine bu ve benzeri soruları yöneltmektedirler. Coğrafyalar ve parçalar farklılaşsa da bireyler kendi toplumları adına bu tarz soruları sormaya devam etmektedirler: “Ne olacak Türkiye’nin hali”, “Ne olacak Irak’ın hali” vs.
Aslında böyle bir sorunun kaynağında; muhatap olunan toplumun ve vaziyetin vahametinden çok, bu vahameti aşacak çözümleri üretememenin oluşturduğu tıkanmışlık ve kafa karışıklığı ile bunun getirdiği melalin kabullenilmesi ya da içselleştirilmesi yatmaktadır. Konumlarını muhafazakar, gelenekçi, partici, mütedeyyin, sağcı, sünni, şii, tarikatçı gibi kavramlarla özetleyenlerin hayal ettiklerine ulaşabilmede attıkları her adım da önlerine sürekli yeni problemler çıkmaktadır. Her yeni problem de mesih arar vari soruları ardı ardına getirmektedir.
Kurtuluş arayanların gerek kendilerine gerekse de birlikte oldukları topluma “biz nerede hata yapıyoruz”, ya da “biz de eksik olan ne” sorularını sormaları gerekiyor. Bu sorgulamanın dışında bir hakimlik içerisinde bulunanlar ve sorguculuğu sürekli farklı kalıplar üzerinden yapanlar problemlerini halının altına süpürmekteler. Bu biriktirici çözüm arayışından öte bir değer ifade etmemektedir.
Konumlarını ve durumlarını mesajın ve aklın sorgulamasına tabi tutmayan grupların kalabalıkları kurtarma arayışına girmeleri ve proje üretmeleri ya geçici rahatlamalarla halkları oyalamakta ya da yeni yeni problemler oluşturmaktadır. İletilen temelli bir sorgulamaya kendini muhatap kılmayan kişi ve hareketlerin zihinlerini meşgul eden bulanıklığı aşmaları mümkün değildir. Bu tarz kişi ve gruplar yaşadıklarını öyle özümsemişlerdir ki, yanlış yerlerdeki arayışları açmazlarını daha da katmerlemiştir.
Nefsini, birlikteliğini ve yolunu sorgulayan ve sorgulatanlar eğer bunu yaptıracakları kaynağı doğru seçebilirlerse ancak o vakit kurtuluşa erme cihetinde adım atmış olacaklardır. İman et ve salih amel işle emrine muhatap olan kişi ve toplumların duruşlarını ve icraatlarını Yaratıcı’nın emirlerine sorgulatmaları buna vesile olabilecek yegane yoldur. Ancak bu sorgulatma kişiye yaşadıklarının oyundan oynaştan ibaret olduğunu gösterebilecektir. Bunun aksi tüm fikir ve ideolojiler varolanı onaylamaktan öte hiçbir iş ve işlem ortaya koyamayacağı gibi kazanıyorum derken kaybetme süreci daha da yoğunlaşacaktır.
Güzel örneklik, eminlik, ahlaklılık, erdemlilik tarzı Kur’an’i mesajla yüklenmiş kavramlarla yaşamını süslemiş olanlar kendilerini kurtardıkları gibi toplumlarının kurtuluşuna da vesile olacaklardır. İmansız bir amelin işe yaramayacağı, amelsiz bir imanın da değer ifade etmeyeceğinin altını çizersek, toplumuna güzel iman ve salih amelle gidenler “ne olacak bizim halimiz” gibi yeis yüklü sorularla oyalanmayacaklardır. Çünkü onlar için çıktıkları yolda daha baştan vaadler vardır. Onları bu yolun sonunda bekleyen Allah’ın rızası ve cennetidir. Kişi bu aşamadan itibaren yaşamını tamamen adanmışlık üzerine kurar ki, bu adanmışlık insanı doğru yolda tutar, sapkınlarının yolundan alıkoyar.
İşte bu gerçek kurtuluştur. Bu kurtuluş sorularla oyalanmakla değil, kitabı önüne almakla sağlanır. Kitabı arkasına atanlar sapıklığa ve yokluğa giderken, kitabı kendisine düzenleyici edinenlerse kurtuluşa ve salih kul olmaya yönelecektir. Bu yol en güzel yoldur. Nimet verilenlerin yoludur. “Ne olacak bizim halimiz” muhabbetinden sıkılanlar ve cevabını alamayanlar için tek çare Furkan’a muhatap olmaktır. Çünkü kitabı arkasına atıp sorularla uğraşanların yolu mutlaka gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluyla kesişen bir yoldur. Bu tarz sorularla oyalanmayı alışkanlık edinmişlerin yaşamlarında hak ile batılın bir birinden ayrılması mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki, “kişi için yalnız çalışmasının karşılığı vardır”
YAZIYA YORUM KAT