Ne Mutlu “Taksim Devrimcisiyim” Diyene
Bütün Türkiye, hatta ABD’den Avrupa ve Suriye’ye kadar pek çok ülkede Taksim’de başlayan ve günlerdir devam eden olaylar konuşuluyor. Konuşulması da gayet doğal. 28 Mayıs’tan bu yana 67 ilde 258 eylem ve etkinliğin yapıldığı bizzat İçişleri Bakanı Muammer Güler tarafından açıklandı.
Olaylar vesilesiyle yazılıp çizilenlere bakıldığında, herkesin eteklerindeki taşları dökmekle meşgul olduğu aşikar. Her kesim kendi zaviyesinden yaşananları farklı ton ve dozajlarda yorumlarken, her yol Roma’ya çıkar misali yegane hedef tahtasına oturtulmuş olan kişi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın hataları, üslubu, “ben yaptım oldu” şeklindeki müstağni politikaları sürecin yegane günah keçisi olarak adeta ortak bir kabul halini almış görünüyor. En yakınımızdaki insanlarda dahi son dönemlerde Erdoğan’ın totaliter tutumlarının bu öfke patlamasının ardındaki müsebbip olduğuna dair kanaatler yaygınlaşma istidadı göstermekte. Liberalinden solcusuna seküler kesimlerden duymaya alışık olduğumuz bir dizi eleştiri, muhafazakar camialarda da ciddi manada müşteri bulmaya başladı.
Hiç şüphesiz kaosun gücü bu eleştiri potansiyelinin propagandif yönünü güçlendiriyor. Dikkatler tek bir noktaya, hatta tek bir kişiye yöneltiliyor ve böylelikle zihni karışıklar açısından da resim tamamlanmış oluyor: Erdoğan’ın diktatörlüğü, yaşadığımız sorunların biricik sorumlusudur. Bu öfke patlamasının da sebebi, sadece ağaçlar ya da polis gazı değil, öfkenin yıllara yayılmış birikimidir.
Bunlara ek olarak şunlar ifade ediliyor: Süreci yanlış yönlendiren Erdoğan’ın dili, üslubu, tavırlarından ziyade mesele, demokratik kazanımların Erdoğan’ın gücünü pekiştiren bir manivelaya dönüşmesiyle ilgilidir. Hayat alanlarına müdahale edilen, hatta daraltılan kitleler artık buna bir son vermenin zamanı geldiğini düşünmekteydiler; bugün o gündür ve bugün Türkiye tarihine bir milat olarak kaydedilmelidir!
Bu kesimler Erdoğan’ı bu süreçte Hüsnü Mübarek ya da Beşşar Esed ile özdeşleştirmekte de bir beis görmediler. 2007-2008’lerden bu yana AK Parti’ye ve Erdoğan’a destek verenlerin de aynı koroya dahil olmaları şaşırtıcı olmadı. Bugüne dek CHP’den popülist bir üslupla duymaya alışık olduğumuz ve kamuoyunda gülümsemelere, eleştiri dozajının kaçırılmış olmasına yönelik eleştirilere sebebiyet veren her türlü tanımlama, bugünlerde sağdan sola ivme kazandırılarak dillendirilmeye başlandı.
“Cambaza Bak” Propagandalarını İfşa Etmenin Önemi!
Günah keçiliğini tek bir noktada toplayarak Türkiye halkını propaganda bombardımanına tutan kesimlerin başarılı olmadıklarını söylemek doğru olmaz. Bu öyle bir başarı ki The Guardian gazetesi’nin “Ağaçları korumak için başlayan eylemler, baskıcı bir rejime karşı direnişin tohumlarını attı” şeklindeki manşeti ciddi ciddi tartışma konusu yapıp, geleceğin Türkiyesi adına kehanet üretenlerin notları arasında yer alabiliyor. Kimileri -Cengiz Çandar gibi- bu süreçten hakikaten heyecan duyup, gençliklerinde başaramadıkları işleri “facebook gençliği”nin başarmak üzere olduğu hissiyatıyla yazıp-çizerken, kimileri de Erdoğan’ın siyaseten hedefe konmuş olması yetmiyor ola ki, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün örneğinde olduğu gibi tweetlerinde ondan “O…Çocuğu” olarak bahsetmekten geri kalmıyor.
Ne kadar ilginç bir tesadüftür ki; Venezuela’da Hugo Chavez, halkın desteğiyle ABD destekli kartel medyasının oyunlarını bozarken de aynı şekilde “Diktatörlük”le suçlandığında mezkur kesimler onun nasıl da devrimci bir kişilik olduğuna dair yazıp çiziyorlardı. Benzer kesimlerin 100 binden fazla insanın katili Beşşar Esed için aynı kelimeyi kullanmaya dili varmazken, aksine onu anti-emperyalist ilan etmekten bir an geri durmamışlardı. Üstelik hangi diktatörün ülkesinde kendisinden “O…çocuğu” diye bahsedilebileceğini düşünmekten de aciz bir konum serdediyorlardı.
Bir diktatör düşünün ki, bir siyasi kaos ortamında herkes ağzına geleni söylemekte serbestçe yazıp çizebiliyor; bir sinemaya ya da ağaçlara yapılan zulüm(!) üzerinden o diktatöre demediğini bırakmıyor. Üstelik Batılı ajanslar, Suriye rejimi, Boyner'ler, Koç'lar, Kartel yazarları, bizim mahallenin şaşkınları hepsi aynı safta. İnsana “meğer ne çok ağaçsever varmış” ya da ülkeye bakın ki duyarlı çevreciler(!) tarafından bir diktatör rahatlıkla sallanabiliyor dedirten cinsten gelişmeler bunlar. Ağaçsever sosyalistler, anarşistler, halkevleri, karteller, Acarkent ve Beykoz villaları gibi orman arazilerine çöreklenenler, Kemalistler, Kemalsevmeyenler, Kapitalistler, anti-kapitalistler(!), emperyalistler, Esedseverler, Suriyehalkısevmezler, barışsüreçcileri, barışsevmezler hepsi aynı safta. İnsan “Bu işte bir tuhaflık yok mu?” demeden edemiyor.
Suriye rejimi AKP hükümetini pişkince istifaya çağırıyor; Ergenekoncu tutuklu sanıklar toplu açıklama yaparak halkın devrimine(!) selam çakıyor; Batılı büyük ajanslar reklam anlaşmalarını feshediyor; Aynı ajanslar normal yayın akışlarını kesip "Türk Baharı" yayınları yapıp Tahrir-Taksim özdeşleşmeleri kuruyor; TÜSİAD tehditler savuruyor ama bizlerden Tayyip’in efeliğini konuşmamız isteniyor; olayların baş müsebbibinin o olduğuna iman etmemiz salık veriliyor. “Bu kadar mı basiretiniz bağlandı?” diye sormazlar mı insana?
Dolayısıyla bütün bu efeler tepemizde pineklemiş bekleşiyorken, “Tayyip’in efeliği” ya da Kasımpaşalılığı üzerinden yapılan siyasi tahliller, en hafif deyimle şark kurnazlığı içermekte, en anlamlı tespitlerle de bir psikolojik harekatın genişletilmek istendiğine işaret etmekte. Bir yetmişlik devirince hükümeti de devireceklerine inanmış bazı zavallı gençlere ve yanlışlara yönlendirilmiş emniyet güçlerine bakıp da bu olayları değerlendirdiğimizde, yine en basit şekliyle “ipe un sermeye çalışanlar”a değil “cambaza bakmış” oluruz.
Taksim’in Kimliği ve “Suriye’deki Ağaçlar da Taksim Devrimcilerini Bekliyor”
Öncelikle, bu kaotik ortamda Cumhuriyet mitinglerinden bu yana ya da Suriye olayları başladığından beri arzu ettikleri muhalefet ortamını yaratmayı beceremeyenlerin, buradaki başarılarını kutlamak gerekir. Ancak bunu yaparken bir onları tutarlılığa davet etmek açısından bir önerimiz de olacak:
“Bravo TGB, İP'siz SAP'sızlar ve THKPCKLMNOÖPRS, sizlere de Bravo. CHP gençlik teşkilatlarına ayrıca tebrikler. ‘Ağaç devriminiz’ kutlu olsun. İnsancıkları geçtik, camileri, evleri, okulları hepsini geçtik; Suriye'deki ağaçlar da sizleri bekliyor!”
Özellikle Taksim’de toplanan önemli sayıda insanın anti-emperyalizm maskesi altında Esedsever güçlerden oldukları, bugüne dek binlerce kişinin tecavüzcüsü katillere “Diktatör” demeyi bırakın “Kahraman” ilan ettiklerine; Reyhanlı tezgahçılarıyla olan gönül birliğine, kader ortaklığı ve politik işbirliğine dikkatleri çekmek gerekir. “Taksim direnişçileri(!)” denen güruhların halkın hangi kesimini temsil ettikleri malum. Onların kendilerini “devrimcilik” gibi bir sıfatla tanımlamaları onları tanımak açısından yetersiz kalmakta. “Erdoğan’ı devirmeye şartlanmış” devrimcilik’in aslında Chavez’i devirmeye, Mursi’yi defetmeye, Nahda’yı bitirmeye çalışan devrimcilikten bir farkı yok!
Dolayısıyla öncelikle şu hususlar iyiden iyiye kavranmalıdır ki zihinler karışmasın: Ulusalcılıkla devrimcilik birarada olmaz! Ergenekonculukla-devrimcilik birarada olmaz! Sosyal-faşistlikle devrimcilik birarada olmaz! AKP karşıtlığı üzerinden şeriat düşmanlığı üretmekle devrimcilik birarada olmaz! "Suriye halkı Türkiye'den defol" demekle devrimcilik birarada olmaz! Suriye içinden ya da dışından Suriyeli mücahidlere "cihadçı teröristler" diyenler de devrimci falan olamaz!
Gerçek olan şu ki bu güruhların tümü Taksim’e akın akın gidenlerin başını çekmekte, hatta onlar içerisinde -elleri şişeli ve “İki Ayyaşın Torunları Geliyor” pankartları taşıyan FB, GS, BJK taraftarlarını saymazsak- en örgütlü olan kesimleri temsil etmekteydiler.
Ortadoğu intifadalarına karşı olan, İslamcıların iktidarı ele geçirmesinin ardından Tunus, Mısır ve Libya devrimlerini çalmakla meşgul olan Batı medyasının bazı kesimlerinin “Ağaçları korumak için başlayan eylemler, baskıcı bir rejime karşı direnişin tohumlarını attı” manşetini benimseyip onları Tahrir eylemcileriyle özdeşleştiren zevata da şunu söylemek gerek:
“Gülelim mi, ağlayalım mı?
Bu tespit bize, Mısır'da İhvan'a, Tunus'ta Nahda'ya karşı gerçekleştirilen askeri vesayetçi, darbeci, sosyalizan ve faşizan eylemliliklerin meşruiyetini savunan Baas artığı Arap milliyetçilerinin kendi ülkelerindeki eylemlere bakışını hatırlattı.
ikleri bu eylemleri böyle görebilirler. Ama o zaman bizler de sorarız: O halde niçin Tunus, Mısır, Libya ve Suriye'deki halk hareketlerini kirletmeye, alçakça karalamaya devam ediyorlar. Madem ki kendileri taklitçi ve meşru, o halde neden Ortadoğu'da olanlar gayrı meşru ve emperyalizmin hizmetinde? Bunlar ya aynaya bakmıyorlar ya da birilerinin onurlu mücadelelerini kendi kirli siyasetlerinin meşruiyetine kılıf yapma kurnazlığına sığınıyorlar. Propagandanın bu kadarına pes doğrusu!
Tabii ki birileri örgütledikleri eylemleri böyle görebilirler. Ama o zaman bizler de sorarız: O halde niçin Tunus, Mısır, Libya ve Suriye'deki halk hareketlerini kirletmeye, alçakça karalamaya devam ediyorlar? Madem ki onlar taklitçi ve meşru, o halde neden Ortadoğu'da olanlar gayrı meşru ve emperyalizmin hizmetinde? Bunlar ya aynaya bakmıyorlar ya da birilerinin onurlu mücadelelerini kendi kirli siyasetlerinin meşruiyetine kılıf yapma kurnazlığına sığınıyorlar. Propagandanın bu kadarına pes doğrusu!
Şu kadarını söyleyelim: Halkın değerlerine, İslam'a, bölge halklarına düşmanlık yaparak anti-emperyalist payesini sinelerinizde taşıyamazsınız. Hele Silivridekileri koruyarak hiç! Önce olan biteni doğru anlayın. Vesayetçilik, ulusalcılık bitti! Bunları savunarak devrimci olunmaz! AKP düşmanlığı altında hiç kimse kendi kirli siyasetlerini, İslam ve halk düşmanlıklarını meşrulaştırmaya kalkmasın. Gülünç oluyor! Arkalarına Silivrideki ağabeylerini almış sahte devrimcilere duyurulur.
İntifada karşıtlarının, eylemci olsun, sançtı-yazar taifesinden olsun bu Tahrir hayranlığı doğrusu ilginçti. Tahrir benzetmelerini ‘Türk Baharı’ı izledi. Ama bu işte bir tuhaflık da yok değildi. Bunlar değil miydi ki 2 yıldan fazladır ‘Tahrir’in arkasında ABD-İsrail var; Suriyeli direnişçilerin arkasında Batı var’, diye barın barın propaganda yapanlar. O halde sormak gerekmez mi Taksim’in, Ankara’nın, İzmir’in ve bilumum meydanların arkasında kimler var? diye hiç mi merak edilmedi. Kimler olduğu belliydi ama her kesimden yazar-çizer taifesi “Bunlar var ama...” diyerek “Ama…”lı cümlelerin ardına mega sosyo-politik analizler yerleştirmekten geri durmadılar. “Tamam darbeciler var ama…” diye başlayan tespitlerin ardından sanırsınız ki çok daha mühim bir analiz gelecek. Tüm “ama…”lı cümleler Erdoğan’ı işaretliyordu. Ne Ergenekon’un, ne Barış sürecinin, ne Ortadoğu politikalarının bir önemi vardı. Tüm kuyruk acısı yaşayanların Erdoğan’a yönelik öfke patlamasının farklı bir sebebi vardı. İşte Taksimciler, tecrübeli ağabeylerinin bugüne dek içlerinde taşıdıklarını dışa vurabilmelerine fırsat vermişlerdi. Ne büyük mutluluk! Sanırsınız ki Erdoğan bir gitse tüm ülke -bu ileri demokrasi öğretmenlerinin öncülüğünde- güllük gülistanlık olacak.
Propagandalardan etkilenen ve hükümetin hatalı tutumlarına ilişkin samimi sorular soran genç kardeşlerimize şu uyarılarda bulunmayı önemli görüyoruz:
“Tahrir'de İhvan'a karşı, Tunus'ta da Nahda'yı devirmeye çalışan ergenekoncu-darbeci-askerci güruhun eylemlerinden ne kadar uzaksak, buradaki eylemlerden de bizler o kadar uzağız. Keşke dert sadece ağaçları korumak olsaydı. AKP üzerinden anti-emperyalistlik ve İslam düşmanlığı yapanların, darbecilere övgüler yağdıranların, 28 Şubatların tekrar hortlaması için renkten renge bürünenlerin propagandalarına alet olmayın.
Bunlar kaybedilen kurumların intikamını, tarihte her daim olduğu gibi gençleri kullanarak almaktalar. 1960 öncesi Beyazıt meydanında yaşananları üretenler, orada ölen gençleri devasa bir törenle anitkabire gömmüşlerdi. Darbeyi bu olaylar sayesinde gerçekleştirmişlerdi. Asker-öğrenci-üniversite işbirliği ile. İşleri bitince de aynı öğrencilerin mezarlarını 12 Eylül'de açıp gizlice başka yerlere gömmüşlerdi. Yani artık rejimin bunlarla işi kalmamıştı. Önce olayları örgütleyip, buradan bir trajedi çıkartıp kirli emellerine ulaşanlara karşı dikkat kesilmek gerek. Masummuş gibi görünen taleplerin nerelere uzandığını hepimiz gayet yakından biliyoruz. Elbette polisin-valiliğin-hükümetin basirtsizlikleri de bu işleri kolaylaştırtırdı. Ama dediğimiz gibi "cambaza bak" siyasetine karşı dikkatli olmak gerek. "Cambaza bak" propagandası bu seküler güruhların üzerini çeşitli yalanlarla sosladıkları ve bu işleri de iyi becerdikleri bir konudur.”
Kaostan Nemalanan Tecavüzcü Katiller ve Ergenekoncu Darbeciler “Halkın İradesi”ni Keşfettiler!
Bu tezgahtan nemalananların pişkince başını çekenler arasında Suriye rejimi de vardı. Suriye Dışişleri Bakanlığı vatandaşlarını Türkiye’ye gelmemeleri konusunda uyardı.
Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Bakanlığımız Suriye vatandaşlarını güvenlikleri için bu dönemde Türkiye’ye seyahat etmemeleri konusunda uyarmaktadır. Zira Türkiye’nin bazı şehirlerinde güvenlik koşulları kötüleşmiştir ve Erdoğan hükümeti barışçıl protestoculara şiddet uygulamaktadır” denildi.
Üstüne üstlük, Suriye Enformasyon Bakanı Umran el Zubi bir açıklama yaparak Gezi Parkı protestolarında şiddet kullanımını eleştiriyor ve Erdoğan’ı istifaya çağırıyordu.
İki yılda yüz binden fazla insanı katleden, binlerce kadına tecavüz eden, binlerce çocuğun katili bir rejim de ortamdan istifade alçaklık ve çirkefliğin zirvesine varıyordu. Üstelik Türkiye medyasından bu açıklamalara dönük doğru düzgün bir ses de çıkmıyordu. Varsa yoksa Erdoğan’ın gerçekleri görmesi, kendine çekin düzen vermesi, kartellere, sendikalara, sivil topluma(!), monşerlere kulak vermesi ve diktatörlüğü. Tunus ve Mısır’lı Baasçı artıklarının “Diktatör Mursi”, “Şeriatçı/Darbeci Nahda” sloganlarına ne kadar da benziyor.
Silivri’deki Ergenekon sanıkları da olaylara balıklama dalmayı ihmal etmediler. Mal bulmuş mağribi için bundan iyi ortam mı olurdu? “Ergenekon tutsakları” adıyla hazırladıkları yazılı açıklamada,
“Türk Milleti yıllardır sürmekte olan hukuksuzluğa, adaletsizliğe, işkenceye karşı büyük bir irade göstermiş ve buna 'dur' demiştir. Taksim'de başlayıp bütün ülkeye ve dünyaya yayılan diktatörlüğe karşı direniş, halkımızın özgürlük talebinin eylemli ifadesidir. ‘Ergenekon’ davası üzerinden kurulan korku imparatorluğu yıkılmıştır. Korkunun adresi hükümet olmuştur” deniliyordu.
Aslında bir açıdan ilginç bir gelişme de ortaya çıkıyordu. Bu türden yazı, makale, haber, basın açıklaması ve ültimatomlarda göze çarpan husus, “halkın iradesi”nin de keşfedilmesi idi. Ortadoğu intifadalarında Libyalıları “Nato Devrimcileri” diye niteleyen, Mısır, Tunus ve Suriye halkını ABD-İsrail, AB, Katar, Suud ve benzerlerinin dümen suyunda hareket edenler olarak gösteren tüm güruhlar ve bilumum yazar taifesi, birden Taksim’de “halk”ı, ve “halkın iradesi”ni keşfediyorlardı! Örgütlü yapıları marjinal unsurlar olarak gösterirken, asıl paye “sivil birey”lerin oluyordu. Hayat alanlarına dokundurtmayan ve sosyal medyayı çok iyi kullanan bu gençliği artık kandırabilmek mümkün değildi! Üstelik ‘Halk’, ‘2013 gençliği’, ‘hayat alanı’, ‘adalet ve özgürlük’ güzellemelerinin bolca yer aldığı bu makaleler sadece liberal ya da sol çevrelerden sadır olmuyordu. Suriye hakkında iki yazıya imza atmamış olanları bu rüzgar oldukça heyacanlandırıyor, ‘çevrecilik’ ve ‘özgürlük’ türküleri çığırmakta en ön saflara doğru iteliyordu. Eylemlerin El-Ceziresi payesi de Ulusal Kanal ve Halk TV’ye nasip oluyordu!
Yalanın ve propagandanın da biri bin para idi. Avrasya Maratonu’ndan görüntü kırpıp “Halk Ayaklandı Taksim’e Yürüyor” manşetlerinden tutun; “Panzerle ezilen genç”; “gözü çıkarılanlar”; “öldürülenler” sosyal medyanın etki alanında hızla yayılıyor; hatta OdaTV’den “Ayağa Kalk! ORDU TAKSİME DESTEK İÇİN TOPLANIYOR” kampanyasıyla malum davetiye - şark kurnazlığı eşliğinde- yeniden tezgaha sunuluyordu.
İşin ilginci sloganlarında AKP’yi kapitalizmin ve ABD’nin uşağı ilan edenlere Taksim’in en lüks otelleri kapılarını açıyor, Alkol lobileri Taksim devrimcilerine destek veriyor, küresel kapitalizmin en büyük ajansları büyük markaların reklamlarını iptal ettiriyor; Koç grubu gibi TÜSİAD’ın baş aktörleri destek açıklamalarında bulunuyor, kapitalizmin, emperyalizmin, büyük sermayenin, Batılı ajansların ve tröstlerin desteğinde bir garip işbirliği daha tarih sayfalarındaki yerini alıyordu. “Yeniden 28 Şubat’a Umutlar Çoğalıyor” hissiyatıyla ortaya konan bu işbirliğinde, Ordu’nun içinde bulunduğu durum bilindiğinden olsa gerek, esasen uluslararası kamuoyuna davetiye çıkarılarak “Siz oradan biz buradan” mesajları geçiliyordu. Çengiz Çandar AKP’yi “Olayların AB gündemine ve komisyonlara düşmüş olması”yla tehdit ediyordu.
Bütün bunlara rağmen, sosyal medyada AKP’nin AVM politikaları ve polis gazından dem vurup bizlere de eleştiriler sunan Müslümanlara sabırla şu tavsiyelerde de bulunmayı önemli buluyoruz:
“Propaganda ve yalan olarak üretilenler bir yana, bu sözünü ettiğiniz konularda insan olan hangi kişi bunları tasvip edebilir. ‘Cambaza bak’ misali, gündemleştirilen hususlar konunun özünü oluşturmuyor. Suriye için açılan stantlara saldıran, Reyhanlı tezgahına sıcak bakan ya da içinde olanlarla birlikte hareket edenlerin mide bulandırıcı, tiksindirici, alçakça tutumlarını, Suriyeli mazlumların sesini bastırmak için anti-emperyalist sloganlarla Esed oligarşisine gülücük gönderenlerin resimleri gözlerimizin önüne geldikçe içine girilen tezgahı göremeyip, sırf AKP karşıtlığı üzerinden bu alçaklarla birliktelik oluşturan İslami camianın müntesiplerine bazen şaşkınlık, bazen öfke, bazen de acıyarak bakmak zorunda kalıyoruz. Aklımıza 27 Mayıs öncesi DP'ye karşı kullanılan Beyazıt meydanındaki üniversite öğrencileri geliyor. Şu kadar öğrenci kesildi, şuralara gömüldüler naralarının ardından gelen darbe süreçlerini işletenlerin takipçilerinin ne yapmak istediklerini iyi kavramak gerekiyor. AKP karşısında tevhidi bir duruş sergilemek istiyorsanız, öncelikli olarak yiğidi öldürürken hakkını teslim etme tavrını ortaya koymanız gerekir. Sistem karşıtlığı ya da devrimcilik adı altında müfteriliğe varan tavır ve eleştirilerin Müslümanca yaklaşımla bir ilgisi yok. Ve herkes bir sözü söylerken, ya da bir tavrı sergilerken ne yana düştüğünü, kimlerle oturup kalktığını, sivil insiyatif adı altında hangi planların kurbanı olduğunu görebilmeli. Beylik sözler ve yaklaşımlar ortaya koyarken adalet maalesef ‘AKP nerede ise ben tersinde olayım’ değildir. "Cambaza bak" misali kirli siyasetlere karnımız tok.
AKP karşıtlığı üzerinden şeriat ve İslam düşmanlıklarını, Ortadoğu halklarının emeklerini çalmaya çalışanların kirli yüzlerini göremeyenlere karşı basiret duasından başka yapabileceğimiz bir şey yok.”
Netice olarak ciddi bir süreçten geçtiğimiz bir vakıa. Ancak buradaki aktörleri, örgütlü yapıları, 28 Şubat özlemcilerini, darbecileri, Kürt sorununun kadim mimarlarını, Barış sürecinin akamete uğraması için ellerini ovuşturanları, Başörtü yasakçılarının dirilen heyecanlarını, Silivri müdavimlerinin eski hesaplarını, Suriye muhiplerinin goygoyculuklarını, Muhafazakar camiaların durumdan vazife çıkarma basiretsizliklerini, vurun abalıya siyasetine soyunan liberal-demokrasi aşığı seküler kesimlerin pişkinlik, ukalalık ve sosyal mühendislik heveslerini görmeden yapılacak tahliller sadra şifa olmayacaktır. Hükümetin ya da emniyetin süreci yönetmede gösterdiği basiretsizlikler üzerine Türkiye tarihi destanı yazmaya çalışan, İslam dünyasının ve özellikle Ortadoğu’nun yönelim ve özlemlerinin doğruluğunu göremeyen, bazen üçüncü dünyacı seküler reflekslerle, bazen soyut liberal gazellerle, çoğu zaman da darbeci özlemlerle sosyal olaylara yaklaşanların durdukları yeri ve özlemini duydukları tezgahları iyi okumak gerekir. Doğrusu bunca yazılıp çizilenin ve üretilmek istenen propagandif siyasetlerin ardından bu olaylarda en masum kalanlar eylemlerin içinde sıcağı sıcağına gelişmeleri yaşayan eyyamcı gençler ve polislerdir. Gözümüzü eylem alanlarından, eylemlerden kendi çıkarlarına ve basiretsiz, hikmetsiz, kötücül siyasetlerine paye çıkaranlara yöneltelim. Bunların kimler olduğunu da zaman içerisinde paylaşacağız inşallah.
YAZIYA YORUM KAT