Ne güzel darbecimizdin sen İsmail Hakkı Amca
En güzel darbeyi sen yaptın.
En iyi cuntayı sen kurdun.
En hızlı hükümeti sen devirdin.
İlk önce sen başlattın.
En önce sen yavaşlattın.
En uzağa sen gittin.
En çabuk da sen döndün.
Tamam, İsmail Hakkı Amca, peki, peki, anladık, sen öyle diyorsan öyle olmuştur.
Ne boşuna dil döküp kendini yoruyorsun, biz seni bilmiyor muyuz?
Sen 27 Mayıs’ta darbecilik yaparken bugün ortalıkta darbeci, Ergenekoncu diye gezenler, kısa pantolonla dolaşıyordu.
Sen 27 Mayıs’ta hapishaneye düşmüş “çocuk darbeci” Kemal Alemdaroğlu’nu arka kapıdan “Aferin, böyle devam” diyerek salmasan, şöyle hafifçe kulağını çekip “Bir daha seni darbelerde görmeyeyim, yürü git evine” desen bugün üniversitelerde çarşaf giymeyenlerin suratına kezzap atılıyordu.
12 Eylül’de senin komutanlık yaptığın Mamak’tan geçmemiş miydi, 28 Şubat günlerinde yanına gelip “Paşam iyi ki varsınız” diye teşekkür eden bazılarının yolu. O gün Mamak’ta o işkencelere izin vermeseydin bugün benim adım Vladimir, onların adı Natasha’ydı.
Asıl o 28 Şubat’ı nasıl yaptın be İsmail Hakkı Amca? O nasıl bir hükümet devirmekti öyle ya! Elinin tersiyle bir vurdun! Vallahi tereyağından kıl çeker gibiydi her şey, hiç şey anlamadık. Elin ne hafifmiş, hiç acıtmadın.
Sakın şimdi “Telekulaklardan başka kimse beni dinlemiyor” diye üzüleyim deme.
“Allende’yi devireyim mi diye Pinochet bana sordu, Yunan albaylar cuntayı kurarken benden fikir aldı” diye internete düşen konuşmalarını emekli kahvehanesinde anlatılmış avcı hikâyesi zannedip gülen bu yeni yetme nesil nereden bilecek?
Bir zamanlar İstanbul’un her yeri dutlukken, paraya para denilmezken, Bakırköy’den aşağısı dedeminken 40 yıllık Demireller, monşerlerin kralı Onur Öymenler senin gözünün içine bakıyor, doğum gününde Mesut Yılmazların altına sıfır model başbakanlık arabalarını çekiyordun.
Bugün senin telekulak dinlemelerini bile haber yapmayanlar, dün ağzından çıkan bir kelime için birbirlerini andıçlıyorlardı. Masrafını cebinden verip sırf onlar için Sincan’dan tankları bir kez daha geçirdiğin unutulur tabii. Ne yapacaksın insan bu, çiğ süt emmiş. Ama alnına ne yazdıysa o değil mi?
Boşuna dememişler darbe yap denize at balık bilmezse halik bilir diye.
Türkmenbaşı’dan 28 Şubat’a ‘aferin’
Şimdi hemen gazetelerin internet sitelerine giriyorsunuz. 1997’nin yaz aylarından itibaren gazetelerin köşe yazarları arşivlerini karıştırıyorsunuz. Ben elimizin altındaki cevheri anlamanız için iki yazı seçtim. 28 Şubat’ın aslında nasıl bir akıl tutulması olduğunu bu yazılardan daha iyi hiçbir şey anlatamaz herhalde.
***
Kendisinin ve aile fertlerinin adını günlere, aylara veren Saparmurat Türkmenbaşı Demirel’e 28 Şubat için bir tebrik mektubu gönderiyor. Ve bir yazar çıkıyor Türkmenbaşı’na dayanarak 28 Şubat sonrası kurulan hükümetin yurtdışından bir “Ara rejim hükümeti” gibi görülmediğini bize anlatmaya çalışıyor. Nasıl mı?
Biz de rahatladık
... Bunun hemen ardından gelen cümleler ise, Türkmenistan Cumhurbaşkanı’nın Refahyol Hükümeti’nin düşürülmesi ve ardından gelişen sürece nasıl baktığını gösteriyor:
Aziz kardeşim, Türkiye’deki demokratik sürecin istikrarlı biçimde gelişmesinden mutluluk duyuyorum, bu gelişmenin güvencesi sizsiniz. Bizler, Türkmenistan’da, özellikle bugün, Türk halkının menfaatlerini teminat altına alan ve kararlılığını ispat eden, Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi felsefesinin ve devlet programının uygulanması konusunda kardeş Türkiye’nin gösterdiği başarıları izlemekten mutluluk duymaktayız.’’
Evet, Türkmenistan Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’deki yeni hükümete ve Refahyol’un düşüşünden sonraki sürece bakışı aynen böyle.
O yüzden, siz bazı çevrelerin bu hükümete, “dayatma hükümeti”, “ara rejim” modeli gibi sıfatlar yapıştırmaya çalışmasına bakmayın.
55’inci Hükümet’in dış dünya tarafından algılanışı budur.
(Ertuğrul Özkök -26 ağustos 1997- Hürriyet)
***
28 Şubat günlerinden seçtiğim ikinci yazı ise bir taraftan çağdaşlık idealleri, kadın hakları için darbeyi savunan ama öteki taraftan da bir kadın Başbakan’a kadınlığı üzerinden hakaret edebilmeyi başarmış usta bir isimden geliyor.
Şu haspaya bak
Aslında biz, bu hanımın kişilik gradosunu daha önce anlamalıydık, ama alımlı bir kadın olması mı, aydın bir kişi gibi görünmesi mi, sizinle işi varsa, fevkalade zarif bir üslupla konuşması mı... Her neyse... İtiraf edelim ki pek çoğumuz boşa bastık.
(Oktay Ekşi - 14 ağustos 1997 - Hürriyet)
TARAF
YAZIYA YORUM KAT