1. YAZARLAR

  2. Yıldıray Oğur

  3. Ne de olsa üstkimliği “laik”
Yıldıray Oğur

Yıldıray Oğur

Yazarın Tüm Yazıları >

Ne de olsa üstkimliği “laik”

23 Nisan 2009 Perşembe 15:28A+A-

Geçenlerde bizim gazetenin arka sayfasında Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle bir feature haber çıktı. Çocuklar Hz. Muhammed’e mektuplar yazmışlar. Sevimli, çocukça mektuplar...

Tabii hemen birkaç kınama maili, üç beş homurtu sesi yükseldi. “Taraf, Vakit’leşiyor mu”dan, “pek şık olmamış” diyenlere kadar geniş bir yelpazede geldi tepkiler.

Hâlbuki aynı sayfada ve daha başka sayfalarda çok yakın zamanda pek çok Paskalya (Hz. İsa’nın dirilişi kutlamaları) haberi çıkmış, bir arkadaşımız kilisedeki ayine gidip bir yazı bile yazmıştı. (Niyet “çakmak” değilse Mevlid Kandili’ni izlemek için kaç gazete adam gönderir?)

Üstelik “Hz. Muhammed’e mektuplar”ın çıktığı gün iç sayfalarda da Buda’nın doğumgününe hazırlanan Budist çocuklarla ilgili büyük bir resim ve haber vardı.

Tepki gösterenlere bu haberlerin linklerini gönderip sordum: Peki bu haberler yapılırken niye rahatsız olmadınız? Niye o haberlerin de “Taraf’ı laiklik karşıtı eylemlerin odağı” haline getirdiğini düşünmediniz?

İşte Kutlu Doğum Haftası kutlamalarında çocukların peygambere yazdığı sevimli mektuplar karşısında bile kabaran bu ruh halini anlamadan, ne AKP’nin niye bu kadar oy aldığını ne de Türkiye’de modernleşme tecrübemizin yarattığı fay hatlarında oluşmuş en derin ve en sahici siyasallaşmamızı anlamak kolaydır.

O Kutlu Doğum haberinden duyulan rahatsızlığın bir benzeri yüzünden askerin muhtıra verdiği bir ülkede yaşarken özellikle.

Ne sosyalizm ne liberalizm ne Kemalizm ne de milliyetçilik; bu ülkede “Yaşam Tarzı İdeolojisi” kadar kök salmış, kendine taraftar bulmuş, kitleleri mobilize etmeyi başarmış, siyasi mücadeleyi etkilemiş, insanları birbirine bağlamış başka bir ideoloji olmamıştır.

Bunu anlamadan Türkan Saylan’ın evinin aranması sonrası ortaya çıkan “laik aydın” üst kimliğini de, Etyen Mahçupyan’ın yazdığı gibi laik kimliğin liberallik ve solculuk içindeki böylesine bir “Aşil topuğu”na tekabül ediyor olmasını da anlamak zordur.

Bunu anlamadan anti-militarist Yıldırım Türker ile Genelkurmay’ın “kitlesel karşı koyma refleksi göster” emrini anında yerine getirmiş Türkan Saylan’ı ince ince birbirine bağlayan ağları görmek zordur.

Türkiye’nin en vicdanlı seslerinden biri olduğu söylenen ‘Türker’in vicdanı’, daha birkaç gün önce başörtülü kadınlar için “O çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor. Biz de böyle casus gibi aramızda onları istemiyoruz” diyebilen biri için “İnsan sevgisine adanmışlığı yoruma gelecek şey olmayacak kadar açık ve malum” demeye el verebiliyorsa “İnsan kimdir” tanımı üzerinde bile anlaşamamış bir toplum olmuşuz demektir.

Bu sözdeki açık “soğuk savaş faşizmini” anlamak için ille de vahşi empati taktiklerine mi başvuralım yani. Vicdanlarımız soyut düşünme kabiliyetini bu kadar mı kaybetti?

Cümlede Türkan Saylan gördüğünüz yerlere Fethullah Gülen ya da Muhsin Yazıcıoğlu, türbanlı kızlar gördüğünüz boşluklara da Alevi kızlar ya da Kürt Kızlar yazmadan bu sözleri söyleyen kişi için “faşist” demek o kadar mı zordur?

Sizce Saylan güzellemelerine Taraf’tan net bir yanıt veren iki sesin adlarının Etyen ve Roni olması sadece bir tesadüf müdür?

Yoksa onların vicdanlarını özgür bırakan, her an “AKP’li, “dinci”, “Fethullahçı” ilan edilme teröründen doğal olarak azade olmaları mıdır? Türk modernleşmesinin din ile kurduğu hastalıklı ilişkiden daha az virüs kapmış olmaları mıdır?

Ergenekon soruşturmasına bir gün “AKP’nin muhalifleriyle hesaplaşması” deyip, ikinci gün topraktan kemikler, bombalar çıkınca “Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşması” dedirten o karmaşık ruh halleri içinde tutarlılıklarını korumalarını sağlayan o “Laik üst kimliğin” içinde olmamaları mıdır?

Ve Türkan Saylan’ı kendi organize ettiği darbe mitinginde sırf “tankların yürütülüp, işkencehanelerin doldurulduğu” o klasik darbeler için yarım ağız “faydasız” dedi diye (hem de 27 Nisan muhtırasına açıktan destek verdiği günlerde bkz. Ayşe Arman röportajı) “demokrat” yapan ölçüsüzlüğün altında onunla paylaşılan hangi ortak duygudaşlık yatıyor?
ÖSS’de bir İmam Hatipli birinci olunca “Bizim çocuklar hiç çalışmıyor” dediğinde, başörtülü kadınları casus ilan ettiğinde bile Türkan Saylan’ı “Türk hümanizminin büyük kahramanı” yapan onunla paylaşılan o Ortak Yaşam Tarzı İdeolojisi olmasın?

Onun faşistliğini, darbeciliğini, ayrımcılığını, “Bütün fikirlerine katılmıyorum ama” kadar naifleştiren, sevimlileştiren o hoşgörünün altında “o yaşam tarzı ortaklığı” yatmasın.

85 yaşında evinden bir gece yarısı pijamalarıyla alınıp, elinde idrar torbasıyla “Danıştay katilinin azmettiricisi” diye afişe edilen Salih Kunter için vicdanları sızlatmayan da aynı duygudaşlığın kurulamaması olabilir mi?

Yoksa askerî rejim istediğini açıkça söyleyen Tarık Akan’ı hâlâ solcu ve aydın sanatçı diye televizyon televizyon dolaştıran, itibarını sarsmayan da bu mudur?

Gerisini siz keşfedin...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT