Nazilerden kaçan bir ailenin çocuğu olarak Nazilerden kötü şeyler yaptı...
Taha Kılınç, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'in siyasi hayatını ve geride bıraktığı tartışmalı mirası analiz ediyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Kissinger’ın mirası
Amerikan dış politikasının mimarlarından, ülke tarihinin ilk Yahudi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 100 yaşında öldü. Hem görev yaptığı zaman dilimi hem de tesiri altına aldığı kadrolar itibariyle, Amerikan yönetiminin imza attığı pek çok suçta doğrudan dahli vardı. Endonezya’dan Şili’ye, Vietnam’dan Arjantin’e dünyanın dört bir yanında yaşanan insan hakkı ihlalleri, katliam ve soykırımlarda Kissinger’ın parmak izlerini görmek mümkündü.
Ben bu yazıda, Henry Kissinger’ın Ortadoğu’da bugünkü dengelerin oluşmasında oynadığı kritik role odaklanmak istiyorum:
İsrail-Filistin meselesinin çözümü için, 1969’un sonunda, kendi adıyla anılacak bir “barış planı” ortaya atan ABD Dışişleri Bakanı William Pierce Rogers, Başkan Richard Nixon’ın yönetim tarzı ve karar alma süreçlerinde bakanlığının devre dışı bırakılmasının verdiği yorgunluk sebebiyle, 3 Eylül 1973 günü istifasını sunmuştu. Rogers’ı bu adımı atmaya özellikle sevk eden bir kişi de vardı: Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger. 1969’da Başkan Nixon tarafından bu göreve atanan Kissinger, kısa zaman içinde adeta gölge dışişleri bakanı gibi hareket etmeye başlamıştı. Çeşitli ülkelerde, sadece Başkan’ı bilgilendirdiği özel görüşmeler yapıyor, temasları hakkında Bakan Rogers’a hiçbir brifing sunmuyor, Dışişleri Bakanı kulis bilgilerini gazetelerden öğreniyordu.
Rogers’ın istifasıyla birlikte, Başkan Nixon dışişleri bakanlığına Henry Kissinger’ı getirdi, ancak onu ulusal güvenlik danışmanlığından da almadı. Böylece Kissinger, iki önemli vazifeyi birden üstlenmiş oldu. (1975 sonunda, çeşitli tepki ve eleştirilerin ardından danışmanlıktan ayrılmak zorunda kalacaktır.)
Kissinger bakanlık koltuğuna oturduktan iki hafta sonra, Mısır’la İsrail arasında Yom Kipur Savaşı patlak verdi. Önce İsrail’e Amerikan askerî yardımlarının ulaşmasını sağlayarak işgal devletini güvenceye alan Kissinger, ardından bölgeye giderek tam 33 gün boyunca başkentler arasında mekik dokudu. Fanatik bir Yahudi olarak önceliği İsrail’in güvenliği, sonra da Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarıydı.
Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın Yom Kipur’dan hemen sonra İsrail’e destek veren ABD ve müttefiklerine yönelik olarak başlattığı petrol ambargosunu, Kissinger, Arap muhataplarına gözdağı verme fırsatına dönüştürdü. Bir yandan New York Times gazetesi “Suudilerin petrol kuyularını bombalayalım” temalı makaleler yayınlarken, diğer yandan Kissinger, Riyad’ı ambargoyu kaldırmaya zorluyordu. Arap dünyasında yalnız kalan Kral Faysal, nihayet petrolün vanasını yeniden açmak durumunda kaldı. Faysal, 25 Mart 1975 günü sarayında, Amerika’dan henüz dönen yeğeni Faysal bin Müsâid tarafından yakın mesafeden vurularak öldürüldüğünde, herhalde bu işe en çok sevinenlerden biri Henry Kissinger’dı. Ve muhtemelen, suikast planından zaten haberi vardı.
“Kral Faysal engeli”nin ortadan kalkmasıyla, Mısır ve İsrail kucaklaşmak için birbirlerine doğru koşarken, arabulucu elbette Kissinger’dı. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın 19 Kasım 1977’deki Kudüs ziyareti ve akabinde Mısır-İsrail barış anlaşmasının imzalanmasında da, keza Kissinger devredeydi. Barış anlaşmasıyla birlikte, Mısır ordusunun artık Yahudiler için tehdit unsuru olmaktan çıkmasıyla, İsrail Ortadoğu’da çok daha pervasız hareket etmeye başlayacaktı. Söz konusu barış olmasaydı, İsrail 1982’de Beyrut’u kuşatabilir miydi? Elbette hayır.
Henry Kissinger, 1977’de dışişleri bakanlığı görevinden ayrıldıktan sonra bile Beyaz Saray politikalarını etkilemeyi sürdürdü. Kurduğu danışmanlık firması ve yazdığı kitaplar vasıtasıyla, karar alma mekanizmalarıyla hep içli-dışlıydı. Demokrat veya Cumhuriyetçi, bütün başkanlar kendisine sürekli akıl danıştılar. 2003’te Irak’ın sudan bahanelerle işgalinden Arap Baharı sürecindeki politikalara, her konuda Kissinger’a fikri mutlaka sorulmuş, o da çok iyi tanıdığı “Amerikan aklı”yla uyumlu tavsiyeler vermişti.
İşin ilginç yanı, Henry Kissinger, öyle olağanüstü bir siyaset teorisyeni, tutarlı bir realist, parlak bir akademisyen veya kalemi kuvvetli bir yazar da değildi. Bunca vasatlığına rağmen onu öne çıkaran ve gündemde tutan şeyler sınırsız ve elastik pragmatizmi, Yahudi kimliğinden ötürü temasta kaldığı çevrelerin etkinliği ve çıkarlar söz konusuysa insanı hiçbir şekilde denkleme dâhil etmeyen ruhsuzluğuydu. Buna belki, 100 yıl yaşamasının “magazin” değerini de eklemek mümkün. Nazilerden kaçan bir ailenin çocuğu olarak, eline güç ve imkân geçtiğinde Nazilere rahmet okutacak caniliklere imza atabilmesi ise, tarih nazarında bir ibret vesikasıdır.
Davası şimdi Yüce Divan’a intikal etti. En adil karar, orada verilecektir.
HABERE YORUM KAT