
Nasır Tıp Kompleksi'nde bir gün
Hastane ziyaretinden sonra eve dönerken güneş hala gökyüzündeydi ve Nasır'daki anneleri ve mavi ışıklar altında olan çocukları düşündüm durdum.
Donya Ahmad Abu Sitta’nın electronicintifada’da yayınlanan yazısını, Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Arkadaşım Fida Zekeriya, Han Yunus'taki Nasır Tıp Kompleksi'nde gönüllü hemşirelik yapıyordu. Geçtiğimiz mart ayında, bu soykırım sırasında hemşire olmanın nasıl bir şey olduğunu daha yakından görmek, yaşadıklarını ve ilgilendiği insanları gözlemlemek için onunla orada buluşma planları yaptım.
Ancak buluşmaya karar verdiğimiz gün Fida'dan şöyle bir mesaj aldım: “Yakınımızda çok yoğun bombardıman var, bu yüzden bugün işe gidemeyeceğim.”
Ben, Nasır Tıp Kompleksi'nin bitişiğinde yaşıyorum ama Fida birkaç kilometre ötede, Han Yunus yakınlarındaki el-Mevasi'de yaşıyor. Mayıs 2024'te Refah'taki evlerinin yakınında İsrail askeri operasyonları başladığında ailesi orada bir çadır kurmuş. Daha sonra, Gazze ile Mısır arasındaki sınıra bakan Tal al-Sultan mahallesindeki üç katlı evlerinin, İsrail ordusunun o ay mahalleye düzenlediği saldırılarda yıkıldığını öğrenmiş.
Ertesi gün ona tekrar mesaj attım: "Fida, bugünkü buluşmamızı gerçekleştirebilecek miyiz?" Bunu çok erken bir saatte, sabahın altısında gönderdim çünkü telefonumun şarjı bitmek üzereydi.
Birkaç dakika sonra Fida’nın mesajını alınca rahatladım. “Elbette” diye cevap verdi.
Evi toparladım ve giyindim. Fida da deniz kenarındaki aile çadırında hazırlanmış. Bana çadırın birkaç metre genişliğinde olduğunu ve çıkmadan önce yatağını düzelttiğini, sonra da çantasında o gün için ihtiyacı olan her şeyin olup olmadığını kontrol ettiğini söyledi: not defteri, stetoskop ve bazı kişisel eşyalar.
Fida, sabah 7:50'de bazen arkadaşıyla bazen de tek başına sokağa çıkıp Nasır'a giden otobüsü bekliyordu. Bu otobüs hastane tarafından tutulmuş. Çünkü yakıt eksikliği ve araçların büyük ölçüde tahrip olması nedeniyle çalışanların hastaneye kendi başlarına gitmeleri oldukça zor.
Fida, Nasır Tıp Kompleksi’ne vardığında, doğum ünitesinin bulunduğu binaya gitmiş ve ardından o gün hangi odaya görevlendirileceğini görmek için ikinci kata çıkmış.
Doğum ünitesi üç koğuşa ayrılmış: A koğuşu sezaryen doğumlar için; B koğuşu normal doğumlar için; C koğuşu ise yüksek riskli vakalar ve takip edilen hastalan için.
O gün Fida’nın nöbeti B Koğuşu'na verilmiş.
Fototerapi odası
Molasında onunla buluşmak için Nasır Tıp Kompleksi'ne geldim ama orada değildi. Bekledim ve etrafıma bakındım, yeni doğanlar için giysi ve diğer malzemeleri içeren çantalar taşıyan yaşlı kadınları fark ettim; hastaların yakınları da bebekler için çeşitli malzemeler istiyorlardı. Kadının birisi battaniye istiyordu. Geçtiğimiz kış birkaç yeni doğan soğuktan ölmüştü ve mart ayında olmamıza rağmen bazı geceler hava hala soğuktu.
Fida geldiğinde beni hastanenin diğer bölümlerini gezdirmeye götürdü. Üst kattaki psikolojik destek bölümüne çıktık ve psikolojik destek ekibindeki bazı doktorlarla tanıştım.
Daha sonra yatakların dolu olduğu ve çalışanların meşgul olduğu acil servise gittik. Bu koşuşturmalı ortam nedeniyle orada çok fazla zaman geçiremedik ve kısa süre sonra doğum ünitesine geri döndük.
Fida daha sonra bana fototerapi odasını gösterdi. İyi aydınlatılmış, son derece temiz ve sessizdi. Her beşikteki monitörler çocukların yaşamsal belirtilerini gösteriyordu. Bazı bebekler sarılık tedavisi için ‘fototerapi’ olduğunu öğrendiğim ‘mavi bir ışıkla’ aydınlatılıyordu. Bu odada çocuklarla ilgilenen dört hemşire çalışıyordu.
Fida, odanın prematüre doğan bebekler için olduğunu ve kapasitesinin 20 bebek olduğunu ve şu anda odanın kapasitesinin çok üstünde olduğunu söyledi. Hastane personeli arasında “yakıt ve malzeme eksikliğinin” bu odada bakılan riskli bebelerin yaşamlarını etkileyeceği korkusu var.
Fida, molasının ardından işinin başına dönerken ben de doğum ünitesinde oturup gözlem yaptım ve insanlarla konuştum.
Nesiller boyu travma
Büyük sıkıntılar yaşayan genç bir anne olan Nermin al-Astal ile konuştum.
İsrail güçleri, Han Yunus'un kuzeybatısındaki evine saldırdığında hamileymiş. Nermin o sırada evde değilmiş ama kocası ve çocukları evdeymiş. Nermin kocasının öldüğünü düşünmüş. Ancak kocası günlerce enkaz altında kalmış ve enkazdan sağ olarak çıkarılmış. Nermin'in iki çocuğu ise öldürülmüş.
Bir müddet sonra Nasır Tıp Kompleksi’nde sezaryenle doğum yapmış.
“İki çocuğunuz öldürüldükten sonra anne olmanın nasıl bir duygu olduğunu” anlamakta zorlandım.
Nasır Tıp Kompleksi’nde hemşire olan başka bir arkadaşımı, Hanin'i gördüm. Bana “Han Yunus'taki evi İsrail güçleri tarafından saldırıya uğradığında hamile olan hastası Melek'ten” bahsetti.
Melek’in kocası, 5 yaşındaki kızı ve karnındaki bebeği şehit olmuş.
Melek’in ayağı kesilmiş ve halen Nasır Tıp Kompleksi’nde tedavi görüyormuş; Hanin, Melek’in “keşke ailemle birlikte ben de ölseydim de hep birlikte olsaydık dediğini” söyledi.
Hastane ziyaretinden sonra eve dönerken güneş hala gökyüzündeydi ve Nasır'daki anneleri ve mavi ışıklar altında olan çocukları düşündüm durdum.
*Donya Ahmad Abu Sitta, Gazze'de yaşayan bir yazar.
HABERE YORUM KAT