“Mutlak Kurtuluş Demokraside Değil, Allah’ın Vahyindedir!”
Köklü Değişim dergisi, son sayısında Rıdvan Kaya ile demokrasi üzerine kısa bir röportaj yaptı. İşte o röportaj…
Bu ay 80. sayısı çıkan Köklü Değişim dergisi, Mayıs sayısında "Tarihi Yalan: Demokrasi" başlıklı bir dosya ve soruşturmaya yer verdi. Köklü Değişim yazarlarının yanı sıra birçok yazar ve dava adamı da yapılan soruşturmada kanaatlerini paylaşmış.
Soruşturma çerçevesinde Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya ile de bir röportaj yapılmış. Hakkı Eren'in sorularını hazırladığı röportajda Rıdvan Kaya, demokrasi kavramına yaklaşımla ilgili düşüncelerini ortaya koyuyor.
Röportajı Köklü Değişim dergisinden iktibas ederek tartışmaya açmak istedik:
İslam ile demokrasiyi mana ve mefhum olarak değerlendirir misiniz? Benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?
Siyasetin temel sorularından olan "kim ve nasıl yönetecek" sorusu insanlık tarihi boyunca yoğun biçimde tartışılmış ve buna ilişkin farklı cevaplar üretilmiş ya da sunulmuştur. Kavram itibariyle halk iktidarı anlamına gelen demokrasi de bu temel soruya ilişkin olarak genelde Batı dünyasında üretilmiş ve yüzyıllar içinde çeşitli evrelerden geçerek bugüne aktarılmış bir ideoloji ve bu ideolojinin siyaset tarzıdır. Demokrasi düşüncesinin temelinde iki esas mevcuttur. Kilisenin, feodal düzenin ve despotik kralların ezdiği, yok saydığı insana, bireye merkezi bir rol biçilmiş ve iktidarın kaynağı olarak dini, uhrevi esaslar değil, rasyonellik anlayışı temel belirleyici kabul edilmiştir.
Kölecilik, feodalizm, monarşi, kilise tahakkümü türünden baskıcı, dayatmacı işleyiş ve mekanizmalar göz önünde bulundurulduğunda demokrasinin insana önem vermesi, tahakkümcü kurumlar karşısında özgürlük alanını genişletmesi olumlu bir adım olarak görülebilir. Mamafih hümanist bir yaklaşımla insan aklını iktidarın kaynağı olarak belirlemesi son kertede insanı ve aklı ilahlaştırmak anlamına gelir ki, vahiy gerçeğine tezat oluşturur. Demokrasinin halkın tercihlerine göre bir siyasi sistem inşası Kuran'ın emri olan şura/meşveret ile benzerlik içermekle birlikte, insanı ve insan aklını, yaratmada ve hükümde ortağı bulunmayan Rabbimizin otoritesine denk bir otorite konumuna oturtması İslam açısından şirk demektir.
Sizce Müslümanlar için kurtuluş demokrasi de midir?
Bütün insanlık için kurtuluş ancak insanı yoktan var eden Rabbimizin vahyine teslimiyetle mümkündür. Müslümanlar açısından ise İslam'ın dışında kurtuluş aramak başlı başına bir çelişkidir. Bu yönüyle Müslümanların kimliklerini ve taleplerini demokrasi ya da başka herhangi bir ideolojik anlayış ve sistem temelinde ifade etmeleri çelişkidir.
Bununla birlikte Müslümanların baskı ve şiddete maruz kaldıkları, iradelerinin ve tercihlerinin hiçe sayıldığı ortamlarda muhatap oldukları sistemlerin despotizmden demokrasiye doğru evrilmesini lehlerine bir gelişme olarak görmeleri doğaldır. Bu noktada saltanat yönetimlerinin, askeri diktatörlüklerin ya da laik zorbalıkların gidip yerlerine demokratik işleyişin gelmesinden endişe etmek anlamsızdır. Elbette daha serbest bir zeminde tebliğ ve davet çalışmalarımızı yürütebileceğimiz ortamları tercih ederiz. Yeter ki temel tercihimiz, talebimiz, kimliğimiz arka planda, gölgede kalmasın!
Başbakan Erdoğan'ın "Allah'a inandığım gibi demokrasiye inanıyorum" demesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu sözün nerede ve ne zaman söylendiğini bilmiyorum. Kim söylerse söylesin yanlıştır, batıl bir sözdür. Maalesef İslam dünyasında pek çok örnekleriyle karşılaştığımız gibi Türkiye'de de bir kısmı geçmişte İslami çizgide faaliyet göstermiş, bir kısmı hala bu çerçevede çaba sarf eden kimi siyasiler ya da aydınlar demokrasiyi sadece bir yönetim tekniği olarak ele almaktadırlar. Bu itibarla da insana saygı içeren, azınlık diktasını engelleyen, dayatmacılıktan uzak bir yaklaşım olarak görmekte ve benimsemektedirler. Oysa demokrasi sadece bu değildir. Demokrasi halkı hayata dair temel değerleri, kabulleri, ilke ve inançları belirleme yetkisinde gören, yaratıcı bir otorite tarafından sınırlanmasını reddeden bir anlayış, bir beşeri ideolojidir. Bu boyutuyla iman edilmeyi değil, bilakis reddedilmeyi gerektirir.
"Bizim inandığımız demokrasi, şu an uygulanan demokrasi değil, gerçek demokrasi olması lazım" diyenler acaba neyi kast ediyorlar? Dedikleri gibi "gerçek demokrasi" olunca şimdikinden farklı olarak ne olacak?
Demokratik düzen çeşitli yönleriyle yoğun tenkide tabi tutulmuş ve halen de çok boyutlu olarak tartışılan bir sistemdir. Sadece teoride değil, uygulamada da pek çok zaafları, handikapları mevcuttur. Buna ilişkin olarak da pek çok ideolojinin savunucularının yaptığı üzere demokrasi savunucuları da mevcut uygulamaların gerçek demokrasiye tekabül etmediği, şu an yaşananların arızi olduğu, gerçek manada uygulandığında demokrasinin hiçbir aksamasının söz konusu olmayacağı iddiasını dillendirmişlerdir.
Uygulamada ortaya çıkan bazı olumsuzluklar, çelişkiler başka uygulamalarla giderilebilir elbette ama temel çelişki giderilemez. Temel çelişki insanın gerek hayata gerek kendisine ilişkin olarak bir sınırının olup olmadığıdır. Gerçek demokratlar insan aklı üzerinde, halkın arzu ve talepleri önünde bir sınır tanımazlar. İşte burası tam da tuğyanın zirve noktasıdır.
Mevcut düzen içerisinde halkın çoğunluğu İslami bir otorite (yani hilafet) istese, acaba "demokrasi havarilerinin" tepkisi nasıl olur?
Teorik olarak itirazlarının olmaması icap eder. Madem halk egemenliğinden, halkın iradesinin üstünlüğünden söz ediliyor, öyleyse halkın geniş mutabakatla belirlediği taleplerin karşılanması gerekir. Mamafih böyle olmuyor. Önce propagandayla, eğitimle, dayatmayla halkın tercihleri belirlenmeye, yönlendirilmeye çalışılıyor. Sermaye hâkimiyetiyle, eğitim müfredatıyla, asker-polis korkutmasıyla insanların neyi nereye kadar talep edebileceklerinin çerçevesi çiziliyor. Bu çerçeve aşıldığında ise demokrasinin kendini koruması gerektiği adı altında halkın iradesine ve taleplerine aykırı dayatmalarda bulunuluyor.
Bu noktada yaşadığımız ülkenin anayasasında "değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" maddeler olgusu bu çelişkiyi çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu dayatma kendisini demokrasi olarak tanımlayan laik-seküler anlayışın sisteme nasıl dogmatik bir içerik yüklediğini ve kendi belirlemelerini dinselleştirdiğini gözler önüne sermektedir. Bu batıl anlayışı teşhir etmek ve onunla mücadele etmek her Müslümanın vazifesidir.
HABERE YORUM KAT