Mustafa Yılmaz’ın Kısas-ı Enbiya’sına Dair
Mustafa Yılmaz, geçtiğimiz aylarda yayımlanan Kısas-ı Enbiya adlı şiir kitabıyla, sadece genel şiir birikimimiz için değil, şiirimizdeki tarih ve Ortadoğu literatürü için de önemli ve kapsamlı bir pencere açmış oldu. 27 şiirin yer aldığı 128 sayfalık kitap, Ekim 2016’da Temmuz Kitap etiketiyle yayımlandı.1
Adının da açık ettiği gibi, kitaptaki şiirlerin temelinde, arka planında Kur’an’da adı geçen, kıssalarına yer verilen peygamberler var. Fakat aynı adı taşıyan çeşitli dinî ve tarihî kitaplardan hem tür ve içerik hem de yaklaşım biçimi ve manzum yorumlarıyla ayrılıyor kitap. Kitaptaki şiirlerin asıl amacı, kıssaları şiirleştirmek, peygamberlerin hayatlarını, savaşımlarını, mesajlarını şiir formunda okuyucuya aktarmak değil. Tarihe eğilmek, peygamber çehreleri eşliğinde bir tarih yolculuğuna çıkmak değil. Kıssa anlatmak, manzum hikâyeler eşliğinde peygamberler tarihinden çıkarılacak ders ve ibretlere dikkat çekmek değil. Evet, belki bunların da bir kısmı var. Fakat her şeyden önce bu şiirler, modern zamanlarda yaşayan bir şair öznenin kişisel duygu ve düşünce açıklamalarına, arayış ve çırpınışlarına, dua ve dileklerine, umut ve beklentilerine, izlenim ve yorumlarına bata çıka yoğrulan bir içeriğe, tematik evleğe sahip. Yüzünü tarihe, geçmişe döndüğü kadar yaşadığı zamana da çeviren ve oradan geleceğe uzanan bir çizgisi, anlam eğrisi var. Tarih ve kıssalar bir zemin, bir kalkış noktası oluşturuyor daha çok. Gerilen bir yay gibi önce geçmişe uzanan, sırtını kadim ve kavi değer taşıyıcılarına veren şair, ardından kendi zamanına ve istikbale yolluyor çeşitli çıkarımların sarıldığı oklarını daha çok.
Kitabın ana gövdesini oluşturan şiirlerden önce, “Münacaat” ve “Şair” başlıklı iki şiir yer alıyor kitabın başında. Hem söze, geleneğe uyarak başlamayı işaret eden hem de diğer şiirlere zemin hazırlayan, okuyucuya daha başlangıçta genel bir atmosfer sunan şiirler bunlar. Eleştirel bakışın baskın olduğu bir durum değerlendirmesi, taze betimlemeler de içererek şairin –ve aslında hepimizin- “derdini” de gözler önüne seriyor:
Evine dönmeyen bir dünya yaşadığımız
Ocağı yıkık hanesi viran
Gittikçe minareleri kısalan
Gökdelenleri çoğalan
Böyle bir dünyada yaşamak, ayakta kalmak, imtihanı başarmak zor elbette. Eskiden de zordu elbette. Her devir, kendini zorluklarıyla çıktı insanlığın karşısına. İnsanların arasından seçilen o meşaleler, o büyük ve yol gösterici rehberler, bize çok kıymetli bir yol bilgisi sunan o değerli önderler bunun için var. Münacaat şiirinin sonunda yer alan şu yakarış; bu bitimsiz yürüyüşün, bu evrensel arayışın, arınma ve yolda olma isteğinin dışavurumu kuşkusuz:
Şimdi burada bu ürkek yerde bu tıknaz gök altında
Bu şaşkın yıldızlar ve kör akasyalar altında
Bu umutsuz haykırışlar altında
Beni ışıksız beni yoldaşsız
Beni rehbersiz bırakma
“Kelimelerden bir evren kur / Mazmunlardan bir cephe / Ve bir isyan” dizelerinin de yer aldığı “Şair” başlıklı ikinci şiir; yakarıştan sonra gelen bir yola çıkış duası, bir mühimmat tedariki, bir cephe tahkimi, bir söz azığı gibidir artık. Tarihin yolunu günümüze çeviren yolculuk da böylece başlamış olur.
Hz. Âdem’den başlayıp Hz. Muhammed’e kadar Kur’an’da adı anılan 25 peygamberle ilgili şiirler yer alıyor kitapta. Şiir adları, peygamber adlarını taşıyor zaten. Bu adlar korunmakla birlikte, şiirlere ikinci bir başlık daha verilseydi kanıksanmış anlayışın tazyiki azaltılabilir, parçaların çağrışım gücü daha da artırılabilirdi.
Genel kabul gören kronolojiyi takip ederek sıralanan şiirlerde, her peygamberle ilgili temel vurgulara da değinmekle birlikte zamanı ve mekânı esneten genel çağrışımlara da şiirini kapatmıyor Mustafa Yılmaz. Anlatımın sıkışmasına, daralmasına, tökezlemesine izin vermiyor. Geçişler, imgeler, alışılmamış bağdaştırmalar şiirin yeni sekmelerle, sıçramalarla ilerlemesini sağlıyor. Akıcılığa, ahenge halel gelmiyor bu sayede:
İdris ateş ve kan terzisidir
İbrişimin hasını
Kırmızının en sıcağını o bilir
Kirpiklerini yatırınca gölgeliklere
Güneş uzun boylu bir aşkar olur
Ölümün görklü göğünde
Sesin daima diri kalması, seslenişlere ve ünlemlere yer verilmesi, lirizmin asla boşlanmaması, anlatımın kafiye ve rediflerle beslenmesi şiirlerin güçten düşmesini, kurulaşmasını, didaktik bir boyut kazanmasını engelliyor. İtalik verilen dize ve bölümler, “ben” ve “biz” anlatımı arasındaki geçişkenlikler, eksiltili ifadeler, yinelemeler, yer yer şiire serpiştirilen alıntılar hareketliliğe devamlılık katıyor. Zaman zaman ses ve anlatım yönünden yaklaştığı,etkilendiği şairlerden de şiir içi ayak ve düzlem değiştirmelerle uzaklaşmayı başarıyor. Hz. Musa ile ilgili şiirde, denk düşürüp gününe dönerek konuşmaya başlıyor söz gelimi:
Kardeş şarkılar söyler şehirlerimiz
Bağdat, Kudüs, Halep, Kayravan
Kabil, Konya, Antep ve Van
Çünkü biz kardeşliğe vuruluruz
Sımsıcak kardeştir damarlarımızda akan kan
Yoksulluğumuz kan kardeşidir
Mescitlerimizde ayetler kardeş
Minarelerimizde ezan
Kitabın en sonunda, adına ve içeriğine yakışır şekilde, Saffât suresinin 181-182. ayetlerinde geçen “Ve selâmun alel Murselîn / Velhamdülillahi Rabbi’l Âlemîn” ibaresinin yer aldığını görüyoruz. Elçilerin önemli bir bölümünün doğup yaşadığı Ortadoğu merkezli bu uzun yürüyüş, bu hep soluk soluğa devam eden koşu da böylece bitiyor.
Evet. İnsanlığın kadim kahramanlarını, adları Ortadoğu’da ve dünyanın birçok bölgesinde bugün de hürmetle anılan insanlık önderlerini güncel bir yorum ve taze bir solukla işliyor Kısas-ı Enbiya. Hem tarihi yeniden ayaklandırıyor hem de günümüz okuyucusuna farklı bir rakımdan seslenen etkili bir anlam ve çağrışım haritası sunuyor. Bitimsiz, evrensel arayış ve çırpınışlarımızın hizasından hiç ayrılmadan, kişisel buluş ve eleştirel söyleyişlerle zihnimizi daima teyakkuzda tutuyor. İnsan gerçekliğini, içimize işleyen bir ses rüzgârı ve yetkin bir sözlük eşliğinde şiire dâhil ediyor Mustafa Yılmaz. Diriliğini ve tutuşkanlığını hiç yitirmeyen, iddia ve karakter sahibi şiirler bunlar.
Dipnot:
[1]- Mustafa Yılmaz, Kısas-ı Enbiya, Temmuz Kitap, İstanbul 2016, 128 s.
YAZIYA YORUM KAT