Mustafa Kemal’in Askerleri Neden Rusya-Esed Mevzisinde?
“Vekâlet savaşı” denilen hikâyenin aslı şudur: Yarım asırlık Esed rejimi ve bölgeden topladığı Şii milislerle İran tarafından Suriye halkına karşı Rusya hesabına olabildiğince kirli, alabildiğine kanlı ve son derece sistematik bir silsile halinde yıkıcı saldırılar yürütülmesidir. “İdlib düğümü” çözülürse Suriye’den başlamak üzere bir asır önce Orta Doğu’da kurulan işbirlikçi despotik düzenler aynen yoluna devam eder zannediliyor. Şubat ayı içerisinde üç ayrı saldırıyla Türkiye’nin 50’ye yakın askerini katleden Rusya ve İran, himayelerindeki Esed rejimine zafer turu attırmak için bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. Avrupa ve Amerika ise düşmanları eliyle bile olsa ezilmiş ve kuşatılmış tehlikeli müttefiklerini İslam dünyasına bir ibret tablosu olarak takdim etmenin şehvetiyle yanıp tutuşuyor.
Suriye meselesinin bu kadar yıkım, katliam ve tehcire rağmen kapatılabilmesi hiç mümkün değildir. İdlib’te taş üstünde taş bırakmasalar, dört milyon insanı tehcir ve ölüm seçeneğiyle karşı karşıya bıraksalar dahi Suriye krizi doğrudan veya dolaylı bu meselenin bütün taraflarına bu saatten sonra daha ağır faturalar çıkaracaktır. İlk faturalar Esed rejimi ve İranlı-Şii milislere çıkmaya başladı bile. Türkiye’nin misilleme amacıyla başlattığı ve adını Bahar Kalkanı verdiği operasyonda Esed rejimi ve İranlı-Şii milislerin İdlib kırsalındaki askeri varlığı sarsıcı düzeyde hedef alındı. Sadece ileri teknoloji sayesinde değil ahlaki-hukuki hassasiyetle hemen hiçbir sivil kişi ya da alan zarar görmedi. Suriye halkına kan kusturan Esed birlikleri askeri araç-gereç, mühimmat deposu ve mevzileriyle birlikte imha edilirken ajanslar aracılığıyla servis edilen görüntüler yüreklere su serpti, bir nebze de olsa kalpleri teskin etti.
Söylemiyoruz Ama Katili Biliyor ve Savaşıyoruz
Resmen beyan edil(e)mese bile Suriye'yi kan denizine çeviren ve son olarak Türkiye’nin askeri birliklerine saldırıp 33 askeri katleden asli aktörün Rusya olduğu ayan beyan ortadadır. Zaten ilk elde Rusya Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarından yapılan beyanlar son derece küstahça ve terbiyesizce muhtevalarıyla Türkiye’yi terör örgütleriyle işbirliği yaptığı ve olmaması gereken yerde bulunduğu için vurulduğunu ilan ediyordu. Lakin Türkiye’nin doğrudan Esed rejimi ve İranlı-Şii milisleri hedef alarak dozunu iyice yükselttiği ataklar Rusya’dan gelen mesajların mahiyetini ve tonunu da iki gün içinde değiştirmeye yetti. Ama Rusya yine hedef değil, müzakere yürütülen ve nihai sonucu belirleyecek asli unsur olarak takdim ediliyordu. Rusya’nın sahadaki lejyonları, ön açıp tahkim ettiği mevziler tek tek vuruluyor, uçak ve helikopterler birer ikişer düşürülüyor ama “diplomatik nezaketten” de ödün verilmiyordu.
Rusya-İran ve Esed bloğuyla cephede verilen mücadele Amerika ile artan trafiğin, hızlı bir kararla sınır kapılarının açılması ise Avrupa ülkeleriyle mülteci gerilimini arttırdı. Yunanistan ve Bulgaristan’a geçmek isteyen mültecilerin engellenmeyeceğine ilişkin kararın ilanı, bunların medya organlarına yansıması sırasında kullanılan söylem kabul edelim ki; ahlaki ve hukuki açıdan birçok mahsur taşıyordu. Riyakârlık ve oportünizmi sayesinde Avrupa’nın neyi hak ettiğini değil kendimize yakışanı tartışmak durumundayız. Ancak bu husus, Avrupa Birliği ülkelerinin sınıra yığılan yüz bine yakın insanı dikenli teller, göz yaşartıcı gazlar, ses bombaları, coplar ve dipçiklerle dehşete düşürerek uzaklaştırmalarına hiçbir surette meşruiyet kazandırmaz.
Rusya’nın Lejyonu Olmaya Hevesliler
“Savaşa hayır, Mehmetçik evine dönsün, İdlib bataklığında ne işimiz var?” gibi sloganlarla güya müşfik roller kesmeye yeltenen doğrudan Putin-Esed cephesi hesabına çalışan söylem ve tutumların çözümü çok basit. Önce İdlib’teki gözlem ve kontrol noktalarını iyice kuzeye çekmek, ardından Afrin, Cerablus ve Tel Abyad dahil bütün bölgeyi terk etmek. İsterseniz Dışileri eski Bakanı Şükrü Sina Gürel’e kulak verin, isterseniz Ahmet Yavuz ve Cem Gürdeniz gibi deneyimli generallere-amirallere kulak veriniz, isterseniz CHP’li, Vatan Partili, HDP’li siyasilere veya Cumhuriyet, BirGün, Odatv gibi medya organlarının yazarlarına kulak veriniz. Sonuç bir cümleyle ifade ediliyor: Suriye’nin asli, ebedi ve tartışmasız sahibinin Beşşar Esed rejimi ve İranlı-Şii milisleri halka karşı organize edip savaştıran Rusya’nın olduğunu kabul etmek. “Cihatçı teröre karşı” Esed rejimi ve Rusya’yla ileri düzeyde işbirliği öneren “Mustafa Kemal’in Askerleri” bütün kirli emel ve faaliyetlerini “Amerika ve İsrail sevinmesin” tiratlarıyla meşrulaştırmaya çabalıyorlar.
Hiç utanmadan Türkiye için “Rusya, İran ve Esed cephesi”ni alternatifi asla hayal bile edilemeyecek tek seçenek şeklinde sunuyorlar hala. İşledikleri büyük kıyım ve yıkımlara rağmen Rusya ve İran’ın Suriye’deki askeri varlığını tartıştırmayan haysiyetsizlik ideolojisinin temsilcileri olmaktan ileriye gidebilir mi? Fakat Bahar Kalkanı Harekatı’nın sahadaki cinayet unsurlarından bir kısmını tasfiye etmesi Putin ve Esed gibi “Mustafa Kemal’in Askerleri”ni de fena halde sarsmış durumda. Türkiye’de cuntalar kurup darbelere kalkmış despotik bir ideoloji ve kadroları kalkıp da Suriye halkı için iyilik-güzellik temenni edecek değil herhalde.
Bugün Türkiye’nin askeri bir operasyonla Esed’in kimyasal silah tesisleri, varil bombası üreten merkezlerini, halka ölüm kusan tankları ve uçaksavarlarını vurup imha etmesi Mustafa Kemal’in Askerini derin kederlere sürüklüyor. Suriye halkına bomba yağdıran uçak ve helikopterlerin düşürülmesini hazmedemiyorlar. Despotik rejime destek olmayan, halkın kafasına dipçik indirmeyen, emperyalist devletlerin lejyonerliğini yapmayan bir orduya saygı duyamazlar çünkü. Despotizme karşı savaşan, emperyalist işgale direnen halka destek veren, mazluma kucak açan siyaset ve ordu modeli Mustafa Kemal’in Askerleri nezdinde bir nefret ve düşmanlık unsurundan başka bir anlam ifade etmiyor çünkü.
(Yazarın Yeni Akit’teki köşesinde yayınlanan yazısının Haksöz-Haber için genişletilmiş halidir)
YAZIYA YORUM KAT