Mustafa Kemal, CHP ve iade-i hakikat
Mustafa Kemal'in ardında büyük sorunlar bırakarak yıkılan bir imparatorluk sonrasında, yeni devletin kuruluşunda gösterdiği beceri ve sağladığı motivasyon, onun tarih sayfalarında her zaman özel bir lider olarak anılmasına yetecek denli kritik bir özelliktir. Sanırım, tipik bir diktatör olarak uyguladığı toplum mühendisliğinin yıkıcılığına rağmen, kaybetmediği prestij bu önemli kurucu fonksiyonuna ve toplum mühendisliğinin kısmen başarılı olmasıyla ilgilidir. Ancak, bu değerli fonksiyonu etrafında örülen kutsallık zırhı, bizatihi, bugün CHP'nin de içine düştüğü zihinsel darlığı besleyen en önemli etken olmaya devam ediyor. Muhtemelen o darlığın sonucu olarak bugün CHP'liler, başörtülü vekillerin Meclis'e girişinde ülkeye yakışmayacak hareketlerde bulunacaklar.
Hikâye aslında özetle şöyle:
Mustafa Kemal, işlerin iyi gitmediğinin farkında olarak Serbest Fırka'yı kurmakla görevlendirdiği Fethi Okyar'a şöyle yakınıyordu: 'Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır [...] Halbuki ben cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum.'
Herhalde cumhuriyetin niteliği hakkında bundan daha açık bir ifade olmaz. Bu kötü görüntü nedeniyle 1930 yılında Serbest Fırka'nın kurulmasına girişilmiş, en azından dünya nezdinde zevahiri kurtarma yoluna gidilmiştir.
Mustafa Kemal teorik olarak çok partili rejime geçme arzusunu taşımış olabilir. Demokrasi fikrine de belki tamamen kapalı değildir. Ama en nihayetinde niyetlere değil, eylemlere bakmak durumundayız. Mesela Serbest Fırka hamlesi, Okyar ve partinin halktan gördüğü büyük ilgi ve 1930 mahalli seçimlerinin halk tarafından boykot edilmesi yüzünden partinin kendisini fesh etmesi ile sonuçlanmıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşu ve akıbeti de Mustafa Kemal'in nasıl bir ülke tasarladığını ta 1925'lerde açık etmiştir. 1924'te siyasi hayata atılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları milli mücadeleyi Mustafa Kemal ile başlatan diğer dört önemli isimdir. Liberal bir parti olan TCF'nin cumhuriyet ve inkılaplarla bir sorunu yoktur. 'Gerici veya padişahçı' da değillerdir. Ancak Mustafa Kemal'in milli mücadeleyi şahsi hırslarına alet ettiğini, keyfi davrandığını, ayrıcalıklı bir zümre yönetimine gidildiğini düşünmektedirler.
Mustafa Kemal, kendisine altı aylık süreyle başkumandan olarak tüm yetkilerin devredilmesine karşı çıkan Meclis'i tehdit ederek bu yetkiyi gasp etmiştir. Bu yeni bir tavır değildir.
Birinci Meclis ve ikinci Meclis'in muhalif grubu, Mustafa Kemal tarafından şiddetle tasfiye edilirler. Mustafa Kemal'i Meclis'te en sert şekilde eleştiren Trabzon Vekili Ali Şükrü'nün Topal Osman tarafından öldürülmesi, Mustafa Kemal'den bilinmiştir. Topal Osman'ın yakalanma emrinin verilmesi sonrasında Çankaya Köşkü'nü basması ve Mustafa Kemal'i bulmaya çalışması ise manidardır. Mustafa Kemal güvenliği nedeniyle Çankaya'dan ayrılmıştır.
Nitekim TCF 1925'te kapatılır ve altı üyesi idam edilir. Diğer üyelerin idamına ise, halk ve ordu tarafından çok sevildikleri için cesaret edilmez.
Tüm bu hikayeden, Mustafa Kemal'in hiç de tartışılmaz ve tüm halk tarafından sevgiyle kabul edilmiş bir lider olduğu sonucu çıkmıyor. Bu sonradan oluşturulan bir mit. Milli müdafaa hareketini başlatan ve yürüten önemli isimler onu en fazla eşitler arasında birinci görüyor, diktatörleşme ve keyfi, sert uygulamaları konusunda rahatsızlık duyuyorlardı. TCF ve Serbest Fırka'nın uyduruk gerekçeler ve iftiralar ile kapatılmaları ise, muhtemelen ilk serbest seçimlerde CHF'nin iktidarı kaybedeceğinin bilinmesindendi.
Nitekim, hile ve zor karıştırılan 1946 seçimleri sayılamazsa, ilk demokratik seçimlerde CHP yüzde 38'de kalarak iktidara elveda demiş ve bir daha da katıldığı hiçbir seçimi kazanamamıştır.
Eğer Mustafa Kemal ve uyguladığı politikalar bu denli başarılı ise, halk bir yekün halinde liderine bağlılık ve hayranlık duyuyorsa, böyle bir sonuç oldukça açıkta kalmaktadır. Bugün CHP hala bu geçmişle yüzleşememekte, en basit bir insan hakkı olan başörtüsü konusunda bile ayak direyebilmektedir. Başörtüsüne karşı, 1930'da mahalli, 1935'te ise genel seçimlerde kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması bir ilericilik olarak gösterilmektedir. Oysa tek parti döneminde verilen bu hak, gerçek bir hak değildir. Tek bir partinin girdiği seçimlerde oy vermek, olsa olsa seçmeni taciz etmektir.
Eğer başörtüsü yasağı, 1935 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile savunulacaksa, 2013 yılında, cumhuriyetin 90. yaşgününe Somali Cumhurbaşkanı'nın davet edilmesini eleştirenlere, cumhuriyetin 10. yaşgünü vesilesiyle CHF'nin bastırdığı broşürde sözleri yer alan 'önemli' bir yabancı lideri hatırlatmak gerekir. 1933 Türkiye'sinden epey feyz aldığı belli olan bu liderin kim olduğunu tahmin etmeyi de okuyucuya bırakalım.
'Alamanya ve Türkiye ayni zamanda ve ayni derecede çökmüşlerdi. Türkiye mukaddes bir hamle ile kurtuldu. Bu netice, Alamanyanın kurtuluşu için başlattığımız milli hareketin mes'ut netice vereceği hakkında bize derin kanaat vermiştir. Filhakika Türkiye'de doğan ve parlayan Yıldız bize yolu gösteriyordu.'
*Kaynaklar: Sevan Nişanyan 'Yanlış Cumhuriyet', 'Fethi Okyar 'Üç Devirde'.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT