Mustafa Balbay’a Bin Karanfil; Ya Dersim’e?
Yurdun başına çoraplar örmüş faşizmlerin sürdürümcüleri, özgürlük savaşçıları hâline gelmiş olacaklar, öyle mi?
“Aslında, çapanoğlu niyetlerle simgeleştirilen o Balbayların, Özkanların, Şenerlerin, Şıkların, Yalçınların üzerlerinden, tüm darbecilerin, tüm derin devlet sanıklarının mağdurlara dönüştürülmek istendiklerini, görmüyor muyuz sanıyorsunuz?”
Taraf yazarı Namık Çınar, dünkü yazısında CHP’liler ve bilcümle Kemalistlerin, Balbay’ın içeride geçirdiği bininci güne izafeten, yere bin tane karanfil bırakmalarıyla ilgili yazdı:
Balbay’a Bin Karanfil
Namık Çınar / Taraf
Gizem ve kendisinden birkaç yaş büyüğü İrem, abla-kardeş birlikte, şofbenden zehirlenmişler. Hoş, İrem ölmemiş, durumu ağırmış; ama hiçbir tv, hiçbir gazete ondan bahsetmiyor, şöyle doğru dürüst. O adeta yok. Bu yüzden de, bizim için pek bir şey ifade etmiyor. Kardeşi olmasa, belki de haber değeri dahi olmayacak. Kabına sığmaz hevenkli konuşmalarıyla, bize sempatik hâle getirilmiş olan; ötekisi, çünkü.
İşte bu, Türkiye’deki medyatik kurgunun her şeyini gözler önüne sermeye yetiyor.
Meselâ, bu ülkede sanki Mustafa Balbay’dan başka haksızlığa uğrayan kimse yokmuşçasına bin gündür yayın yapılıyor. Amaç haksızlıkların izini sürmek olaydı, ona gelene kadar daha neler neler vardı; lâkin, kazın ayağı pek öyle değil çünkü.
Aslında, çapanoğlu niyetlerle simgeleştirilen o Balbayların, Özkanların, Şenerlerin, Şıkların, Yalçınların üzerlerinden, tüm darbecilerin, tüm derin devlet sanıklarının mağdurlara dönüştürülmek istendiklerini, görmüyor muyuz sanıyorsunuz? Böylece bu yurdun başına çoraplar örmüş faşizmlerin günümüzdeki sürdürümcüleri, özgürlük savaşçıları hâline gelmiş olacaklar, öyle mi? Sevsinler sizi.
Demek ki, Balbay figüründen yola çıkarak, tıpkı bir film kurgusundaki simgesel karakterin temsil edeceği grubu, gerçeğinden saptırarak, dilediğiniz yerde gösterebileceksiniz. Allayıp pulladığınız bu zevattan giderek, askerî darbeleri aklayabileceksiniz.
Sorumlusu olduğu Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara bürosunda, üç koca yıl boyunca çalıştırdığı genç gazetecileri sigortalı dahi yapmayacak kadar sıradan sömürgenliklerdeki bu adamı, haketmediği ölçülerde yücelttiniz ya, yuh olsun size!
Solculuğun, neredeyse anlamı da kalmadı, sayenizde. Sözde sol, hiçbir döneminde faşizmle bu kadar benzeşmemişlerdi. Baksanıza, Çetin Doğan bile, “ben yanmazsam... sen yanmazsan... biz yanmazsak” diyesi olduğu martavalları atabilmişti meselâ, tv’lerde. Bu dalga-dümenleri kavrayamayanlar bakımından, yavanlaştırıp ucuzlatarak, her şeylerin içine ettiniz, sizin anlayacağınız. Ama yemezler.
Her ideolojinin salkımıyla götürenleri sayıca az; fakat üç kuruşluk ucuzluklara tav olup, o kadarıyla yetinenleri çok olur. Durum, kendilerini “beyaz Türk” zanneden bu cenahtaki piyonlar bakımından da öyledir. Önemli olan, bu amigoların gaza getirilip, kamuoyu dedikleri bir ortamın yaratılmasıdır.
İşte bu fasulyeden beyaz Türkler, resmî ideolojiler çerçevesinde aldıkları eğitimlerin koşullandırmasıyla, aslında içlerinden devşirildikleri geniş halk kitlelerinin, yaşama biçimlerinden ve özellikle de dinsel anlayış ve ritüellerinden acayip tiksinti duymaya başlarlar.
Hayır... meselâ hep beraber kalkıp Hıristiyan olsalar, hadi bir başka inancı temsil ediyorlar, diyerek; onları daha dürüst bulacağım. Nihayet aralarında rekabetler ve enikonu derin farklar var, falan diye düşüneceğim.
Ama öyle de değil ki, be birader! Onlar da, tıpkı bunlar gibi, Müslümanlar. Onlar da oruç tutuyorlar, kurban kesiyorlar; yaşları biraz ilerleyince, mevlit dahi okutuyorlar.
O zaman, bu zevzekliklere yol açan fark ne? Örneğin, bu farkın kaynağı din olsaydı, İslâm olmamaları gerekmez miydi? Onları ayıran, demek ki din yahut dinin içeriği değil. Ya ne, pekiyi?
Onları ayırt eden faktör, toplumsal hayattaki öznenin, siyasal ekonomik ve kültürel olarak, kendilerinin olup olmadığıdır. Her ne yapılacak ise, bunu onlar yapmalıdırlar. Nasıl bir din... nasıl bir düzen... nasıl bir politika... nasıl bir ekonomi... Sofra onlara göre kurulmalı, yalnız onlar doymalıdırlar.
İşte şimdi onları çileden çıkaran şey, kendileri bakımından umut kırıcı bir şekilde, bütün bu değerlerin yeniden işlenmek üzere, ilk kez halkın eline geçmiş bulunmasıdır.
Cumhuriyet tarihi boyunca, ilk kez bir darbe teşebbüsünün ve derin devlet ilişkilerinin ortaya çıkartılıp hukukun önüne getirilmesini, ahlâksızca önemsizleştirenler ya da saptıranlar; halk düşmanlarını, özgürlükleri adeta ellerinden alınmış masumlar gibi göstermek için, canhıraş çalışanlar; bu ülkeye ve bu halka en büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
Kaba saba gördükleri bu halkın eline geçeceğine, iktidara faşizmin dahi gelmesine rıza gösterenler, sözde solculuklarda ve ilericiliklerdeki bu bağnazlardır.
Son 20-30 senenin Genelkurmay Başkanları, Kuvvet ve Ordu Komutanları, ellerini kollarını sallayarak dışarılarda dolaşırken; zaten bu işlerin içine sokulmaları başından beri doğru görünmeyen zurnanın son deliği, dış kapının mandalı konumlarındaki küçük rütbelilerin tutuklanma yanlışlıklarını kullanarak; lâfı, masum göstermeye çalıştıkları içerideki orgenerallerin bırakılmalarına kadar getirmektedirler.
Cezaevinden kaçırmak üzere, aday gösterilmelerindeki alicengiz oyunlarının hiç önemi yokmuş gibi; halkı iğfal ederek milletvekili seçtirdiklerini de bıraktırmak için, dökmedikleri dil, yemedikleri nane kalmamıştır.
Ayıp ayıp, utanın; bu sizinki adalet madalet aramak değil, düpedüz emrinde olduğunuz egemenlerinizi kurtarma operasyonudur.
CHP’liler ve bilcümle Kemalistler, Balbay’ın içeride geçirdiği bininci güne izafeten, dün yere bin tane karanfil bırakmışlar imiş. Ya pekiyi, Türkiye halkının onların faşizmlerinden dolayı, doksan yıldır çektikleri nice acıların anısına, hiç değilse kıyımdan geçirdikleri 14 bin Dersimli için, bir tane olsun karanfil bırakmaya yürekleri var mıdır acaba?
Olmadığını bilmezmişiz gibi, sen bendeki şu soruya da bak, yani!
HABERE YORUM KAT