1. YAZARLAR

  2. MURAT KAYACAN

  3. Muş’ta Sahabe İklimi
MURAT KAYACAN

MURAT KAYACAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Muş’ta Sahabe İklimi

21 Kasım 2012 Çarşamba 22:53A+A-

 

Siyer Araştırmaları Merkezi kurucusu Muhammed Emin Yıldırım il il dolaşıp "82 İl 82 Sahabi" programı kapsamında Hz. Peygamber (s)’in güzide arkadaşlarını anlatmakta. Yıldırım’ın İstanbul için anlatmayı tercih ettiği sahabi Ebu Eyyub el-Ensarî ve Konya için ise Ömer b. Hattab.

“82 İl 82 Sahabi” programı kapsamında Yıldırım, Muş’ta faaliyet gösteren ve Müslümanların sorunlarına duyarlı bir dernek olan Has-Der’in mihmandarlığında geçtiğimiz hafta sonu (18 Kasım 2012) “Abdullah b. Mesud” konulu bir konferans vermek üzere Muşta idi. Bu yazıda -eleştiri ve katkılarımızla birlikte- Yıldırım’ın yanlış sahabe, Kur'an ve tevhid algısına dair vurguları ve onun İbn Mesud ve Bilal-ı Habeş’in cesaretine dair söyledikleri üzerinde duracağız.

Yıldırım, sahabe okumalarının nasıl olması gerektiği konusunda “Ah, vah ne güzel insanlardı onlar.” diyerek maziye gidip orada kalmanın yanlışlığına dikkat çekti. Bunları duyunca bir zamanlar muhafazakâr bir TV kanalında yayınlanan ve adeta Kaf dağının ardında yaşayan ancak günümüzle hiçbir alakaları olmayan sahabeye dair filmler aklıma geldi. Kanal bir yandan bunları yayınlarken bir yandan da aşüfte programcıların programlarını ekrana taşıyordu.

Yıldırım konuşmasında, “Hatimler indiriliyor ancak kaçımız okuduğuyla amel ediyor, cahiliyeye, şirke ne kadar tavır alıyoruz?” mealinde önemli vurgulara yer verdi. Gerçekten de anlamını bilmeden Kur’an okuma kampanyaları düzenleniyor ancak bu kampanyalara katılanlar değil de Kur'an’ı okuyup anlamaya çalışanlar –bir kısmını aktaracağım- şu hadisin muhatabı kılınıyor: “Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler, Kur'ân'ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez.”[1]

İsrail, Suriye ve Arakan’daki Müslüman kıyımına dikkat çeken Yıldırım’ın tevhid vurgusu da güzeldi. 1,7 milyar Müslüman nüfusa rağmen bu zulümlere yeterli tepki verilemeyişini, sosyal alanda tevhid olarak vasfettiği “Müslümanların arasında vahdet”in mevcut olmamasına bağlayan Yıldırım şu soruyu sordu: Bir olanı birlemezsek nasıl sosyal hayattaki tevhidin (birliğin) yolunu tespit edeceğiz?

Müslümanlar arasında vahdete dikkat çekmek güzel olmakla birlikte, Yıldırım’ın konuşmasında ihtilafa olumlu, terfikaya olumsuz bir anlam yüklemesi pek makul bir ayırım değildi. Bu ayrım, muhtemelen “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” şeklindeki sahih olmayan fakat halk arasında hatta ilmi çevrelerde bile kontrol edilmeye ihtiyaç olmayacak yaygınlıkta kabul gören hadisten kaynaklanıyordu. Halbuki ihtilaf rahmet olsa ittifak kötü bir şey olur, alimler “Doğru olan görüş şudur.” demez “Şöyle şöyle görüşler var. Doğru görüşü söylemeyeyim ki, ihtilaf edin, rahmet insin.” derlerdi.

Yıldırım İbn Mesud’un cesaretine işaretle, onun çelimsiz vücuduna rağmen Kâbe civarında alenen Rahman suresini okuduğunu, bunun üzerine müşriklerin onu ayaklarının altında ezdiğini, ayağa kalkamaz hale geldiği için arkadaşlarının onu Daru’l-Erkam’a taşımak zorunda kaldığını ifade etti. Hz. Peygamber (s) ona, “Sana demedim mi böyle olacağını?” deyince İbn Mesud şu cevabı vermekte: “İzin verirseniz yine gider, (Rahman suresini alenen) okurum.” İlmiyle maruf bir sahabinin, İslam’ın mesajını duyurma konusundaki bu cehdi inananlar için ne güzel örnek! Zaten Bedir’de müşriklerle savaşan 313 sahabiden birisi de o idi.

Yıldırım, “Bilal-ı Habeşî “la ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur.) dediği için taşların altında kaldı değil mi?” diye sordu ve bunu –muhtemelen- onun ve muhataplarının la ilahe illallah ifadesini gayet iyi anlamalarına bağladı. Şu anda o imtihanı Suriyeli ve Filistinli kardeşlerimiz yaşıyor. Allahu Teala imanlarına iman, sabırlarına sabır katsın. Onların şehitlerini ve gazilerini cennetle ödüllendirsin.

Yıldırım’ın hitabeti çok kuvvetli, dinleyiciler konuşmasını dikkatle takip etti. Allahu Teala salih amellerinde yanında olsun. Bir de minik eleştiri. Yıldırım, siyeri güncel kılmak istiyor ancak aktarımlarının güncel karşılıklarının neler olabileceğine dair vurguları pek az. İsim vermek dinleyenlerinin/takipçilerinin sayısını azaltır endişesindeyse, en azından çevre, ülke vs. adı vermeden de konuşmalarında imalarını artırarak sahabeyi günümüze nispeten daha somut bir şekilde taşıyabilir. Yoksa il il dolaşıp anlattığı sahabilere dair etkili konuşmaları dinleyenler Kaf dağının ardından pek az sahabiyi günümüze getirebilecek.



[1] Buhari, Fezailu'l-Kur'ân 36, Menakıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekat 154; Ebu Davud, Sünnet 31; Nesai, Tahrim 26. Hz. Peygamber (s) gaybı bilmediği için bu hadisin içeriğini, onun gelecekten haber vermesi değil de çıkabilecek sorunlara dair tahminlerini, öngörülerini ifadesi olarak görmek gerekir.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum