Müslümanların salgın hastalıklarla imtihanı
İbrahim Reşid, Mecra'da yayımlanan kapsamlı yazısında Müslümanların tarih boyunca salgın hastalıklarla olan mücadelesini anlatıyor.
Müslümanların salgın hastalıklarla imtihanı
Meşhur İslam tarihçisi İbnu'l Cevzî, Selçuklu topraklarını yangın yerine çeviren 1056 yılı salgınını şöyle tasvir eder:
Ülkeyi ağır bir veba sardı. İnsanlar kaçışıyorlar. Pazarlar müşterisiz, yollar yolcusuz, tüm kapılar kapanmış ve camiler cemaatsiz...
Bu tasvir aslında İslam tarihi boyunca Müslümanları sık sık yoklayan salgınların genel bir manzarasıydı.
Çeşitli vasıtalarla yayılan salgın hastalıklar, günlük hayatın içine yıldırım gibi düşüyor ve insanların rutinlerini bozuyordu. Bu davetsiz misafir nedeniyle yolculuklar erteleniyor, eğitim duruyor, ticaret kesiliyor ve sosyal hayat felç oluyordu. Çoğu zaman hastalığa tutulanlar tedavi edilemiyordu. Salgınlardan korunmak isteyen insanlar ya büyük şehirleri terk edip dağlara ve vadilere çekiliyor ya da evlerinde kendilerini muhafaza etmeye çalışıyordu.
El-Harîrî'nin 13. yüzyıldan kalma, el yazması eseri el-Maḳāmât'da yer alan görselde, bir hastayı ziyaret eden hekimler görülüyor.
Bu durumdan nasibini camiler de alıyordu. Aylarca mescitlerin kapısının itilmediği, minareler de müezzinlerin görünmediği oluyordu. Bu durum Müslümanlar için yaralayıcıydı.
- Fakat en büyük hüzün, üç haremin kapatılmasıyla yaşanıyordu. Mekke, Medine ve Kudüs de salgınlardan etkileniyordu. İbadet tamamen duruyor, ziyaretlere ara veriliyor, hacı adayları kutsal toprak hasretlerine bir kat daha hasret katıyorlardı.
Koronavirüs salgını sebebiyle boş kalan Mescid-i Harâm.
İslam’da namazların cemaatle beraber camide eda edilmesi asıl olsa da bu durumun istisnaları bulunuyordu. Fıkıh kitaplarının ilgili bahislerinde bu istisnai durumlar zikredilir.
Hastalık, can ve mal korkusu, siyasi kargaşa gibi nedenler geçerli mazeretler olarak aktarılarak bu gibi durumlarda ulemanın da yönlendirmesiyle namazın cami haricinde ve cemaatsiz olarak kılınmasına izin verilir.
Bu durum kişi için özel bir mazeretle bir ruhsat olabileceği gibi, bir toplum için o toplumun özel bahanesiyle de bir ruhsat olabilir.
İstifra etmek üzere olan bir hastayla karşı karşıya olan bir hekim.
Müslümanlar, salgınlarla ilk kez 638 yılında bugün Filistin sınırları içerisinde tarihî bir yerleşim yeri olan Amvas’ta karşılaştı. Hz. Ömer’in hilafet yılları içerisinde ortaya çıkan salgın, başta Şam genel valisi Ebu Ubeyde bin Cerrah olmak üzere birçok sahabenin vefatına neden oldu.
En az 25.000 kişinin öldüğü Amvas vebası, Hz. Ömer’in yerinde tedbirleri ve Şam’ın olağanüstü hâl valisi Amr bin As’ın etkili kararları ile iyi bir şekilde idare edildi. Amr bin As, insanlara salgın bölgesinden ayrılarak dağlara çıkmaları çağrısında bulundu. Bazı çatlak seslere rağmen halk büyük oranda bu çağrıya uydu. Şehirlerin boşalmasıyla Suriye bölgesindeki mescidler de boş kaldı. Namazlar gruplar halinde dağılan insanlar tarafından geçici ikametgâhlarında kılındı. Cuma namazı için şehir veya şehir hükmünde yerde kılınma şartı olduğu için, Cuma terk edildi.
Meşhur muhaddis İbn-i Hacer, hayatı boyunca karşılaştığı önemli olayları aktardığı kitabı İnbail Gumr’da vebaların Müslümanların dinî hayatına etkilerine dair çok ilginç gözlemlere yer verir.
İbn-i Hacer’in aktardığına göre; 1424 yılında Mekke’de büyük bir veba salgını ortaya çıkmıştı. Her gün kırk kişinin vefat ettiği bu salgından harem de etkilenmişti. Şafi mezhebinden olanların namaz kıldığı makam-ı İbrahim’de o günlerde imamın arkasında ancak iki kişinin namaz kıldığı görülmüştü. Haremin farklı kısımlarında diğer mezheplere göre namaza duran imamların arkası ise tümden boş kalmıştı. Kâbe haftalarca sessizliğe bürünmüştü.
Müslümanlar, salgınlarla ilk kez 638 yılında tarihî bir yerleşim yeri olan Amvas’ta karşılaştı.
Tarihçiler, salgınlar nedeniyle İslam dünyasının birçok yerinde camilerin sık sık cemaatsiz kaldıklarını aktarır. 1005 yılında Tunus’ta ortaya çıkan ağır salgınla beraber Kayrevan’daki tüm camiler boşalmıştı.
1056 yılında Endülüs’te zuhur eden daha önce benzeri görülmemiş kıtlık ve veba; Sevilla’yla Kurtuba’daki tüm mescidlerin kapılarının kapanmasına neden olmuştu. Yine aynı yıl Selçuklu topraklarını vuran salgından dolayı da Bağdat başta olmak üzere birçok şehirde camilerin kapısına kilit vurulmuştu.
Büyük Orta Çağ İslam tarihçisi Makrizi’nin 1347’de başlayan ve Avrupa başta olmak üzere birçok İslam beldesini de etkileyen Kara Veba yılları ile alakalı çizdiği resim konunun özeti gibidir:
O yıl ne bir şenlik yapıldı, ne bir düğün. Ne bir kimse çalışıp kar etti, ne de bir zenginin sesi duyuldu. İnsanlar sevince hasret kaldı. Camilerde ezanlarımız bile sustu.
İnananların camilerden ayrılması ve ibadetleri ferd olarak yerine getirmeleri her zaman böylece olmayabiliyordu.
Bilhassa tüm tedavi yöntemlerinin çaresiz kalmasıyla Allah’tan başka sığınılacak kapının olmadığının daha net hissedilmesi; insanların cami, tekke ve zaviye gibi mekânlara normalden daha yoğun iltifatına neden oluyordu.
Kaynaklar, Kara Vebanın Şam’a yakın şehirleri kırdığının Şam’da duyulması üzerine, Şam ahalisinin camilere toplanarak Kur'an-ı Kerim ve Buhari okuduklarını daha sonra da hastalığın şehirlerine gelmemesi için dua etkilerini aktarır. Makrîzi; bunun ardından Şam halkının, şehir kadısının telkiniyle Emevî Camisi’nde gruplar halinde Nuh Suresini okuduklarını hatta bu uygulamanın Şam’ın tüm diğer camilere de yayıldığını söyler.
Sure okunduktan sonra fakirler için kurbanlar kesildiğini de aktaran müverrih, yapılan ibadet ve duaların kısa sürede salgının yayılmasına engel olduğu tespitini yapar.İbni Kesir, Makrizi’ye ek olarak insanların bu salgında yönetimin telkinleriyle günlerini oruçlu geçirdiklerini, geceleri sabahlara kadar Allah’ı zikrettiklerini ve Cuma günleri büyük camilerde her dinden insanın katılımıyla Allah’a yakardıklarını aktarır.
İbn-i Hacer’in İnbail Gumr’da aktardığı bir gözlemi; salgınlara karşı yapılan dua ve ibadette de tedbirlerin elden bırakılmamasına örneklik bakımından önemlidir. Büyük muhaddis şöyle der: ‘’1430'da bir salgın oldu. Memluklu devlet adamlarından biri emir verdi: Hz. Peygamberin soyundan 40 kişi toplayın. Hepsinin adı Muhammed olsun. Bu adamlara para dağıtın. Cumadan sonra ikindiye kadar Ezher Camisi’nde Kur'an okusunlar. İkindi vakti gelince ayağa kalkıp dua etsinler. İnsanlar da onlara katılsın. Sonra bu kırk kişi hep beraber ezan okusun.
Vebayı savuşturacağına inanarak bunu yaptılar. Ancak yapılan bu toplantı vebanın daha çok insana bulaşmasına neden oldu.
Salgın hastalıklar, ülke idaricilerini de zor durumda bırakıyordu. Maddi anlamda ellerinden geleni yapan Müslüman hükümdarlar, ulemanın etkisiyle din kaynaklı bazı tedbirler de alıyorlardı. Özellikle salgının Allah’tan gelen bir bela olarak değerlendirilmesiyle tüm içki dükkânları kapatılıyor, fuhuşla mücadelede daha sert yöntemlere başvuruluyordu.
Zaman zaman bazı uç tasarruflar da görünüyordu. Memluk Sultanı Baybars, devrinde ortaya çıkan salgında ulemanın salgının kadınların ahlaksızlığı sebebiyle olduğu yönündeki telkinleri sebebiyle, kadınlara sokağa çıkmayı yasaklamış, sokağa çıkanların öldürülmesini emretmişti.
Eski dönem şartlarında kuraklık, eşkıyalar, bedevi çeteleri vb. etkenlerden dolayı zaten zor bir yolculuk olan hac, salgın hastalıklarla beraber daha da zorlaşıyordu. Bu zorluğun yanı sıra salgınların haccın durmasına dahi neden olduğu da bazen görülüyordu.
Söz gelimi Osmanlı Devletine isyan eden Vahhabilerin yönetimi altında, 1814 yılında Hicaz’da ortaya çıkan büyük veba salgını nedeniyle, hac tamamen durmuştu. Salgın hastalık zamanlarında haccın durmaması dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanların etkileşimi ile bir faciaya dönüşme anlamına geliyordu.
1817-1824 yılları arasında milyonlarca insanın ölümüne neden olan Asya Kolera salgını hacıların eliyle İslam beldelerine yayılmıştı.
İbni Hacer, 1444’te Mısır’ı etkileyen vebanın, hacdan dönenlerin ziyaret ve tebrik gibi uygulamaları nedeniyle çok daha hızlı yayıldığı notunu tarihe düşer.
Cenaze işlemleri, salgınlardan en çok etkilenen dinî vecibelerdendi. Hastalıklar nedeniyle vefat edenlerin naaşlarının günlerce evlerde, sokak aralarında kaldığı görülüyordu. Kaynaklar bu tür durumların vahametini gösteren sahnelerle doludur. Tarihçi İbni Asakir, daha çok genç kızları etkilediği için ‘’Genç kızlar salgını’’ olarak bilinen veba salgınında, insanların kendi kabirlerini kazarak bu kabirlerin başında Kur'an okuduklarını, hüzünlü bir tablo şeklinde kitabı ‘’Târîhu Medîneti Dımaşk’’a kaydeder. İbni Kesir’e ulaşan Basra’daki carif salgınına şahit olan bir adamın anlatısı ise ciğer yakacak cinstendir:
Biz çevre kabileleri gezip ölenleri defnediyorduk. Eğer bir bölgede ölü çok ise uğraşmıyorduk, terk ediyorduk. Mesela bir evde aile tümden ölmüşse kapıyı üzerlerine kilitleyip çıkıyorduk.
Müslümanlar, tarihleri boyunca salgınlarla sık sık sınandılar. Onlar, her dönemde bunu Allah’tan gelen bir imtihan olarak değerlendirmişlerdi. Kimi zaman tedbirleri yerinde alarak salgınları az bir zayiatla atlatmışlar, kimi zaman tedbirleri terk ederek ağır sonuçlarla yüzleşmişler, kimi zamanda ellerinden gelen her şeyi yapmalarına rağmen yine de büyük yıkımlara uğramışlardı.
Tüm bu büyük salgınlar, tarihin tozlu sayfaları arasına önemi sadece salgın hastalık dönemlerinde anlaşılan binlerce ibret vesikasını asarken milyonlarca insanı da mukadder sonuçla yüzleştirmişti. Carif salgını günlerinde, Basra Ulu Camisi’nin boş kalma nedenini ve insanların nereye gittiğini soran imama, bir kadının verdiği cevapta olduğu gibi:
İnsanlar mı? Onların hepsi şimdi toprağın altındalar.
Kaynak: İbrahim Reşid / mecra
HABERE YORUM KAT