1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Müslümanlar, Kendi Yaralarını Suriye’de de Kendileri Saramadılar..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Müslümanlar, Kendi Yaralarını Suriye’de de Kendileri Saramadılar..

29 Ağustos 2013 Perşembe 01:20A+A-

 [email protected]

Dünya siyasetini de derinden etkileyen günlük hadiseler o kadar sür’atli gelişiyor ki, insanın herbirisini takib etmesi ve yorumlamaya kalkışması için bazan zaman ve imkanlar yetmeyebiliyor.

Mesela, Suriye’deki korkunç kanlı iç-savaşta, aylardan beri yapılan ‘kimyasal silah kullanıldığı’ idialarının artık reddi mümkün olmayacak şekilde belgelenmesi ve büyük kısmı çocuk olmak üzere, 1600 civarında insanın bu zehirli gazlarla ciğerlerinin kavrulup nefes alamaz hale gelerek can vermesi faciası..

Tabiatiyle, suçlamalar çok yönlü.. Kimileri, ‘Suriye Baas rejimi, muhalifleri karşısında çaresiz kaldığı için yapmıştır..’ diyor; kimileri de, ‘Suriye rejimi muhalifi güçler yapmıştır, rejim kendi vatandaşlarına niye kimyasal gaz kullansın ki?’ diyor. Suriye’nin (bir hristiyan arab olan) Dışişleri Bakanı Velîd Muallim ise, bir Amerikan gazetesinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan makalesinde, ‘Hiç bir rejim kendi halkına kimyasal silah kullanmaz..’ diye, bir genelleme yapıyordu. Ki, (burada onun hristiyan arab olduğunu vurgulanmasının sebebi biraz sonra anlaşılacaktır ve ayrıca) bu iddiasının hiç bir tutarlılığı yok.. Çünkü, en azından, 20 sene öncelerde Saddam’ın, Irak’da kendi ülkesinin vatandaşlarına kimyasal gazları nasıl acımasızca kullandığı ve sadece Halebçe değil, Irak Kürdistanı’nda ve diğer muhalif hareketlerin ortaya çıktığı Duceyl gibi yerleşim birimlerinde de, binlerce insanın nasıl mahvolduğunun hâtırâları henüz unutulmadı. O zaman da, Saddam’ın en önde gelen yardımcılarından (bir hristiyan arab)  olan Tarıq Mihail Yuhanna Aziz’in, ‘Ülkemizi savunmak için gerekirse, kimyasal silah da kullanırız, bu silahlar hiç bir şekilde kullanılmayacaksa niye yapılıyor ki?’  şeklindeki ve şeklî mantık açısından çok da yabana atılamıyacak sözlerini hatırlamak yeter.. Saddam ve önde gelen birçok yardımcılarının idâm olunmasına rağmen, T. Mihail Yuhanna Aziz’in, sırf hristiyan olması hasebiyle Vatikan’ın devreye girip, 7- 8 yıl gibi bir hapis cezasıyla kurtarılmasını hatırlamakta fayda var.. Velîd Muallim de şimdi, bu açıklamaları yaparken, belki de yarınlarda başına nelerin gelebileceği- gelmiyebileceğini, T. M. Yuhanna Aziz örneğiyle gözönünde bulunduruyordur.

Bu satırların sahibi de, şahsen, elinde henüz hiç bir objektif delil olmasa bile, Suriye Baas rejiminin de tıpkı Irak Baas rejimi ve Saddam gibi savaşta hiç bir ahlâkî ve vicdanî sınır tanımayacak bir ideolojik yapıya sahib olduğuna inandığından, bu son kimyasal silah kullanımında da herkesten önce düşünülmesi gereken ilk muhtemel aslî fail olarak değerlendirilebileceğine inanmaktadır. Çünkü, Baas rejimleri, kemalist ideolojinin arab versiyonudur ve bu anlayışın savaşta kazanmak uğruna yapamıyacağı hiç bir yelin olmadığı, olamıyacağı kurucularının, öncülerinin açık söylem ve eylemlerinden de bilinmektedir. Kemalist rejimin de, 1937’lerde Dersim’de, dağların derunundaki dev mağaralarda saklanıp korunmaya çalışan sivil halktan binlercesinin üzerine kimyasal silahlar da kullandığının canlı şâhidlerini onyıllarca önce, bizzat dinlemiştir.

Haa, Suriye’de başkaları da kimyasal silah kullanamaz mı?

Zerre kadar İslam inancına sahib olan bir insanın, hele de sivil hedeflere karşı bu gibi silahları kullanamıyacağı düşünülmelidir. O gibi iman kaygusu taşımayanlar her yerde bulunabilir. Ancak, bu silahlar, binlerce insanın yaşadığı bir yöreye karşı kullanılmıştır ve böyle geniş bir alanı etkileyecek kimyasal gazlar, ancak ya füzelerle ya da uçaklarla atılabilir. Ve Şam’da bu kimyasal gazların atıldığı bölge, Suriye Baas rejiminin canla-başla destekçisi olmayan Şam’ın kenar semtleridir.

Suriye Baas rejimi, BM. gözlem ve soruşturma hey’etinin bölgeye gitmesine günlerce izin vermemiş ve muhtemelen, bir çok izler ortadan kaldırıldıktan sonra izin verdiğinde de, ‘Ancak, buradan ilerisine giderseniz, hey’etinizin can güvenliğini sağlayamayız..’ diyerek,  zâhiren güçlü gerekçelerle, o gözlemcileri yine engellemiştir. Geçmişte de, Saddam rejimi, İran-Irak Savaşı’nda, kimyasal gazları kullanır ve sonra da, ‘bu kimyasal gazları gerçekte İran bize karşı kullanmak istedi, ama, o sırada çıkan bir rüzgar, o gazları kendi siperlerinin üzerine götürdü ve kendi gazlarıyla kavruldular..’ gibi iddialarla saldırılarını faili mechul duruma getirirdi. Yani, aynı ideolojik temeli paylayan Irak ve Suriye Baasçılarının ortak tecrübeleri vardır.

*

Daha önce, kimyasal silahların kullanılmasının, kendileri için kırmızı çizgi olacağını açıklamış olan Amerikan emperyalizminin, şimdi Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ağzından, bu kimyasal silah kullanımının kesinleştiğine dair beyanları, bir müdahaleyi getirecek midir?

Gelinen noktada, bu kimyasal silahlar dolayısiyle, Esed rejimine bir darbe vurulması noktasına gelindiğini gösteren ipuçları pek çok.. Esed rejiminin gitmesini Türkiye hariç, hemen kimse istemiyor.

Türkiye ise, Suriye Buhranı patlamasından sonraki ilk 6 ay boyunca, Esed rejimine yaptığı tavsiyelerin sonuç vermemesi ve Esed rejiminin kendi sivil halkının üzerine, tanklarla, bombardımanlarla gitmesi, Suriye rejiminin düşmesini -üstelik de Tayyîb Erdoğan ve Beşşar Esed arasındaki sıcak şahsî dostluğun da bu duruma engel olamaması- üzerine hayal kırıklığı içinde münasebetlerini kesmesi dolayısiyle cezalandırılmasını tabiatiyle ister. Çünkü, Suriye’deki yangından, herşeyden önce kendisinin de büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalabileceğinin endişesini haklı olarak yaşamaktadır. Çünkü, 910 km.’lik bir ortak sınır olup, bu sınırın hemen öte tarafındaki hemen bütün kasabalarda kürd halkı yaşamakta ve bu halk adına mücadele verdiklerini söyleyen PYD gibi, PKK ile dirsek temasındaki bazı örgütlerin ve onların her güçlü gözüken tarafa doğru yatmaya meyilli oldukları gözlenen Salih Muslim gibi liderlerinin, selden kütük kapmak istercesine ortaya çıkmasının Türkiye için nasıl bir tehdid oluşturabileceği de ayrı bir konu.. Ki, bu endişeyi Irak Kürdistanı’ndaki mahallî hükûmetin başkanı olan Mes’ud Barzanî’nin de paylaştığı anlaşılıyor. Ayrıca, Türkiye’ye sığınmış olan Suriye’lilerin sayısının ise, 500 bini bulduğu ve bunun da büyük bir problem oluşturduğu biliniyor. Bu bakımdan Türkiye’nin Suriye rejimine bir müdahalede bulunulmasına yardımcı olacağı tahmin edilebilir. Nitekim, müdahale güçlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasına Türkiye’nin sıcak baktığına dair haberler alınıyor.

*

İran ve Rusya ve Çin, zâten onun baş savunucusu..

İsrail, Amerika ve AB ülkeleri de, Baasçı Beşşar Esed diktatörlüğü gidecek olursa, yerine, Mısır’daki -güçbela iktidardan uzaklaştırabildikleri- İkhwan-ul’Muslimîyn kadroları ve Muhammed Mursî  örneğinde olduğu gibi, müslüman kadroların iktidara gelemiyeceği garanti edilmedikçe, Esed rejiminin kalmasını istiyorlar. Çünkü, müslümanların yönetim kadrolarında bulunması, emperyalistlerce ve tabiatiyle istenmiyor.. O halde, 1991 / Irak-Amerika Savaşı’nda olduğu gibi, Saddam’a ağır bir darbe vurulmakla birlikte, iktidardan hemen uzaklaştırılmayışına benzer, sınırlı bir müdahale olabileceği ihtimali giderek güçlenmiş bulunuyor.

Dahası, Esed rejimini hele de bu kanlı iç-savaş boyunca ısrarla savunan Rusya, şimdi, Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un ağzından, kesin bir beyanla, ‘Suriye’ye bir saldırı olacak olursa, Rusya Suriye için kimseyle savaşacak değildir..’ diye, bir Amerikan müdahalesine âdetâ, ‘yeşil ışık’ yakmış bulunuyor. Bu cümleden olmak üzere, Rusya, Suriye’deki bütün askerî, teknik ve diplomatik personelini de, sür’atle çekmeye başlamış bulunuyor.

Üstelik Amerika ve diğer Batı’lı güçler, BM. Güvenlik Konseyi kararına gerek olmadığını beyan etmeye başladılar.

‘Suriye’ye bir müdahalede bulunması halinde karşılığının çok sert verileceği’ni bildiren İran’ın da, Suriye için savaşa gireceği beklenemez. Çünkü, İran iki sene öncelerde, Bahreyn Buhranı sırasında, en üst derece liderlerinin ağzından, ‘İran, Bahrenyn şiîlerini savunmasız bırakmıyacaktır!’ diye açıklama yapmış olmasına rağmen, Suûdî rejiminin 1 500 asker gönderip, Bahreyn’deki saltanat rejiminin muhalifi olan halk kesimlerini ezip geçmesi ve saltanat rejimini korumasın, ‘Bunun arkasında Amerika ile karşı karşıya gelmek ihtimali de var..’ gerekçesiyle, seyirci ve sessiz kalmıştır. Bu bakımdan, İran’ın Suriye’de bulunduğu açıkça bildirilen askerî danışmanlarının ve Lübnan-Hizbullah güçlerinin onbinlerce savaşçısının da Suriye’de kalması herhalde beklenemez.

*

Bu noktada, Suriye Baas rejiminin 50 yıllık ve (Baba-Oğul) Esed Hanedanı’nın 44 yıllık diktatörlüğüne son vermiyecek şekilde, sınırlı bir tokatlamanın olabileceği ihtimali kuvvetli..

Bu duruma sevinilebilir mi?

Bu satırların sahibi, korkunç cinayetlerine on yıllar boyu şâhid olduğu ve füzelerinin ve bombardımanlarının altında yaşadığı Saddam’ın mustehak olduğu cezaya erişmesini isterdi, ama, bunun yine de müslümanlar eliyle olması gerektiğini temenni ederdi, Amerikan emperyalizmi eliyle cezalandırılmasını değil..

Kezâ, Gaddafî için de, öyle.. Gelecekte de, Suûd Kralı ve benzerleri için de.. Esed rejiminin de hakettiği cezaya müslüman güçler eliyle ulaştırılmasını ister.

Ama, müslüman güçlerin bu zâlimle ve rejimiyle başa çıkacak gücü olmadığı takdirde, ‘bir haşereye bir başka haşerenin musallat edilmesi’nin de sunnetullah gereği olduğu açıktır.

*

Başta Birleşik Amerika olmak üzere, kapitalist emperyalizmin Suriye müdahalesinin, sonunda neler getireceğini kestirmek kolay değildir. Saddam 1991’de ağır bir darbe yediği halde, hem kendi tiranlığının dehşetinden halk kitlelerinin duyduğu korku ve hem de 35 yıllık Baas Partisi kadrolarıyla milis güçleri ve de Saddam ve ordusunun acımasızlığı yüzünden, Irak halkı, Saddam’a 12 sene daha tahammül etmiş ve o ancak, 2003’deki yine bir diğer Amerikan -Irak Savaşı sonunda, iktidardan düşürülebilmişti.

O neticeye rağmen, Irak, Saddam’ın devrilmesi üzerinden geçen 10 seneye rağmen, henüz de huzura kavuşamamış, çeşitli etnik ve mezhebî gruplar arasında hemen hergün, meydana ge(tiri)len boğuşma ve bombalı saldırılar, ortalama 25-30’kişiyi yutmaktadır. Ki, geçtiğimiz Temmuz ayı boyunca bombalı saldırılarda ölen ve yüzde 80’inden fazlası sıradan halk kitlelerinden oluşan 1250’den fazla insan can vermiştir. Yani, günlük ortalama olarak 40 kişiden bile fazla korkunç bir rakam.. Bu açıdan, nice insanlar, Saddam’ı bile arar hale gelmişlerdir. Çünkü, Saddam zamanında, rejime itiraz etmeyen, problem oluşturmayan kimseler için, çarşı-pazarda, sokakta, okulda, hastanelerde genel bir tehlike yoktu.

Bugün ise, bütün bir halk, her an ve nerede patlıyacağı bilinmeyen bombaların tehdidi altında..

Suriye’nin de benzer bir duruma düşmeyeceğini kimse garanti edemez.

Yazık ki, müslüman coğrafyalarındaki rahatsızlıklara,  müslümanlar toplumların başında bulunan yönetimi mekanizmaları, kendi göbek bağını kendi kesmek kabilinden, müdahale edememekte.. Çünkü, bu rejimlerin çok büyük bir kısmı, müslüman toplumların başına bizzat emperyalist odaklarca oturtulmuştur.

Böylece olunca da, Ziyâ Paşa’nın 120 yıl öncelerde söylediği gibi, ‘Eyvah, bu bâziçede (oyunda) yine bizler yandık!.’ mısraına denk olarak, yine müslüman toplumlar yanacak..

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum