1. YAZARLAR

  2. SERDAR BÜLENT YILMAZ

  3. Müslümanlar Dünyaya İlkeli ve Güçleri Oranında Müdahil Olmalıdır!
SERDAR BÜLENT YILMAZ

SERDAR BÜLENT YILMAZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Müslümanlar Dünyaya İlkeli ve Güçleri Oranında Müdahil Olmalıdır!

04 Aralık 2011 Pazar 18:59A+A-

İslami Yorum Dergisi'nin Kış 2011 tarihli sayısında yapılan "Anayasa Soruşturması"na yazarımız Serdar Bülent Yılmaz'ın verdiği cevaplar:

Soru1: Anayasa, son zamanlarda üzerinde en çok konuşulan konulardan biridir. Toplumu oluşturan her kesim, bu konuda olaya dahil olmaya, etki etmeye ve mümkünse yönlendirmeye çalışıyor. Kimileri görüş beyan ediyor, kimileri taslak sunuyor. Ancak İslam’ı bir hayat tarzı olarak kabul eden Müslümanların, bu sürece temkinli/mesafeli yaklaştıkları gözleniyor. Müslümanların duruşunu nasıl değerlendiriyor, konuya dahil oluşlarını yeterli buluyor musunuz?

Anayasa, Müslümanların görmezden gelebileceği bir mevzu değil. Doğrudan doğruya bizi etkileyecek olan böylesi bir meselede gözlerimizi kapayarak, gerçekliği ancak yok sayabileceğimizin ve fakat gerçekliği yok edemeyeceğimizin bilincinde olmalıyız. Anayasanın değiştirilmesi veya istediğimiz gibi bir anayasanın yapılması sürecini etkileyecek bir gücümüzün olmadığı açık. Özellikle de “Müslümanlar” kavramının homojen ve tek karar merkezli yekvücut bir yapıyı ifade etmediği gerçeği önümüzde duruyorken, Müslümanların toplam muhayyel gücünün, kurgusal bir söylem olduğu gerçeğini ıskalayan bir yaklaşım doğru olmayacaktır.

Lakin içinde yaşadığımız devlet, bizim hal-i pür melalimizden bağımsız olarak, tarihinde hiç olmadığı bir radikallikte değişiyor. Çok partili sürece geçildiğinden beri zaten değişme eğiliminde olmasına rağmen ilk defa sistem, katı Kemalizm’den sıyrılmaya ve liberalleşmeye başladı. Artık karşımızda eski Cumhuriyet yok. Eski Cumhuriyet yıkılırken aynı zamanda Müslümanların kendisine karşı konumlandıkları “cephe” de yıkılmış oldu. Kendini “karşı cephe” üzerinden konumlandıran Müslümanlar fena halde kafa karışıklığı yaşayadursun, yeni cahiliye eski cahiliyenin yerini alıp temellerini sağlamlaştırdı bile. Bu mevzu soruşturmanın konusu olmadığından daha fazla açmayacağız. Ancak Müslümanların üzerinde düşünmeleri ve yeni bir fıkıh ile söylem geliştirmeleri gereken bir konu olduğunun da altını kalın bir şekilde çizelim.

Evet, sistem yeni bir konum alışı gerektiren ciddi değişiklikler geçiriyor. İçinde Müslümanların mücadeleleri açısından olumlu ve olumsuz birçok yeni durumu barındırıyor. Olumsuzlukları bir yana, son tahlilde eski sistemin ceberutluğu dikkate alındığında eskiyle kıyaslanamayacak önemli olumlulukları da taşıyor. Dolayısıyla bu sürece etki etmek ve daha da olumlu hale getirmeye, olumsuz gelişmeleri önlemeye çalışmak Müslümanların gücüyle mukayyet olmak kaydıyla, İslami mücadeleye mevzi kazandırmak açısından önemli hatta gereklidir. Elbette bununla sisteme bir anayasa metni önermekten bahsetmiyoruz. İlla ki bir anayasa önermek gerekecekse de bunun İslami ilkeler manzumesi olması gerektiği açıktır. Bahsettiğimiz müdahale, sürecin bizzat kendisinedir.

Biz Müslümanlar, içinde yaşadığımız laik ve seküler sistem içinde sıradan vatandaşlar gibi yaşamıyor, dönüştürme bilinciyle bir tavır alış sergiliyor ve İslami mücadele dediğimiz bir kesintisiz süreç yürütüyoruz. Yaşama bu tarzda bakan insanlar olarak elbette bizi de etkileyecek olan gelişmelere bigâne kalmamız mümkün değildir. Eğer ki bir şey bizi de ilgilendiriyor ve bize bir şekilde değiyorsa mutlaka o konuda söyleyecek sözümüz, alacak tavrımız olmalıdır. Bu gereklilik kuşkusuz anayasa meselesinde de olmak zorundadır.

Müslümanlar her konuda olduğu gibi, laik cahili sistemle ilişkilerini de -beğenelim ya da beğenmeyelim- bir fıkha dayandırırlar. Müslümanların mücadele sistematiği, dolayısıyla fıkhı, değişiklik arz etmektedir. Gruplandıracak olursak;

Her türlü sistem içi yaklaşımı itikadi bir sapma olarak değerlendirenler. Bu kesimler; kitabevi açma, ticari işletmeler kurma, dergi çıkarma gibi sistem içi araçları kullanmakta beis görmezken, dernekleşme, iç siyasi meselelere müdahil olma, yurt, okul vs. eğitim kurumları açma gibi bazı alanlarda katı bir tutum sergilemektedirler. Ancak birinciler ile ikinciler arasındaki keyfiyet farkını yeterince açıklayabildikleri söylenemez. Normalde değişken durumlara bağlı olarak değişebilecek olan mücadele yöntemini “Rabbanî” olarak değerlendirip dar kalıplara sokmanın getirdiği sıkıntıları da yaşamaktadırlar.

Kitabevinden dergiye, dernekten siyasal partiye değin, sistemin müdahil olduğu her alanı/aracı sistem içi alan/araç olarak değerlendiren kesimler. Bu kesimler söz konusu araçlar arasında aracın özel durumuna, cemaatin aşamasına, yasal düzenlemelerin içeriğine, ülkenin konjonktürüne göre bir ayrım yapmakta, aracı kullanma konusunda ilkeler ortaya koymalarına rağmen, kullanıp kullanmama konusunda değişmez kurallar belirlememektedirler. Mesela bu kesimler, siyaseti sistem içi araç olarak görmekte ancak, içinde bulundukları aşamadan siyasal partilerin yasal durumuna, inanca vereceği zarara değin birçok nedenden ötürü bu aracı kullanmamaktadırlar. Bu kesimlerce ilke ve konjonktür bir arada değerlendirilmektedir.

Siyasi gelişmelere göre kulvar değiştirebilen sabitesiz kesimler. Bu çevrelerin temel özelliği, ilkesel değil konjonktürel davranmalarıdır. İlke-konjonktür dengesini doğru kurabilmiş değillerdir. Siyasete hızlıca angaje olabilmektedirler. Bu kesimin en ucunda liberalleşmiş ve İslami dönüştürme bilincini yitirmiş kesimler yer almaktadır.

İslami kesim içindeki eğilimlerin bu farklı duruşları, anayasa konusunda da kendini göstermekte, ilk grubun büyük bir kesimi bu konuda görüş bildirmeyi, talepte bulunmayı dahi neredeyse küfür saymaktadır. Üçüncü gruptakiler ise anayasa konusunda bir taslak hazırlayıp, referandumda bunun oylanabileceğini düşünmektedir. Bizce duruşu daha mutedil olan ikinci grup ise, daha özgürlükçü bir anayasanın mevcut anayasadan çok daha olumlu olacağını düşünerek, anayasa konusunda sistemin kendisini bağlayan uluslararası sözleşmelerin gereği olan bir anayasa yapması konusunda gerekirse baskı yapmayı uygun görmektedirler. Hükümetin halka verdiği sözlerin gereğini yapması, topluma deklare ettiği kimi olumlu ilkelere bağlı kalması konusunda hükümete baskı yapma; anayasada nelerin olmaması ve hangi sorunların yeni anayasa ile çözüme kavuşturulması gerektiği gibi konularda görüş bildirme şeklinde “sürece” müdahil olmak gerektiğini düşünmektedirler. Ancak bununla birlikte söz konusu anayasanın söylenen şekilde yapılsa bile meşru görülemeyeceğini düşünmektedir. Bu kesim kendi içinde en temelde anayasa oylamasına katılıp katılmama konusunda farklılık göstermektedirler. Bizce doğru olan görüş oylamaya katılmamak şeklindedir.

Anayasa konusunda kabaca üçe bölmeye çalıştığımız, ancak derinlerde daha da çatallaşan Müslümanlar arasındaki yaklaşım farkının gayya çukuru misali uçurumlara dönüşmüş olması çok temel bir handikaptır. Öyle ki her söylenen söz, her atılan adım bir tekfir, suçlama, itham ile karşılaşabilmektedir. Bu nedenle de sözü olanın da söyleme cesareti kalmamıştır. Bu hususta sadece üçüncü gruptakiler görüş ifade etmektedirler. Ancak orada da maalesef temel sabiteler yitirildiğinden sözün de değeri –varsa şayet- kaybolmaktadır.

Soru 2: Mevcut TC. Anayasası ideolojik bir anayasadır. Sorunların birçoğu da onun bu özelliğine bağlanmaktadır. İdeolojisiz bir anayasa mümkün müdür? Liberaller liberal, Kemalistler Kemalist, laikler laik bir anayasa talep ederken; İslam’ı bir hayat nizamı olarak kabul eden Müslümanlar da anayasanın kendi renklerini taşımasını talep ediyorlar. Bu konudaki değerlendirmeleriniz nelerdir?

Öncelikle belirtelim ki yaşadığımız sorunlar, temelde anayasadan değil, Kemalist despotik sistem bütününden kaynaklanıyor. Bu bütün, oligarşik bir düzeni ifade ediyor ve ulus devlet yapılanmasından, kuruluş felsefesine, Batı pozitivizmine yaslanan temel kurucu felsefesinden buna göre oluşturulmuş bürokratik yapısına kadar birçok parçayı barındırıyor. Anayasa ise bu sistemin bir özetini yansıtan bir üst metindir. Nitekim defalarca değiştirilmesine rağmen sistemin değişmeyişi de sorunun temelde anayasa sorunu değil, sistem bütünü sorunu olduğunu göstermektedir.

Ancak bunlara karşın sistemin felsefesini barındıran bu anayasanın değiştirilmesi değil de yeni bir devlet algısına göre -ve eskiyi yok sayarak- yeniden yazılması, sistemin liberal muhafazakar-demokrat istikamette değişmesi sürecinde önemli bir aşama, hatta daha doğrusu bir son noktadır. AK Parti hükümeti de sistem değişikliğine anayasal düzenlemeden öte fiili düzenlemelerle başlamıştır. Anayasa değişikliğini bir aşama olarak görmüştür. Gelinen noktada ise süreci mühürlemek için anayasanın yeniden yazılmasına sıra gelmiştir.

Bu yönüyle yaşanan değişim sürecinde anayasanın yeniden yazılması oldukça ehemmiyetli bir gelişmedir. Dolayısıyla bu gelişmelere kayıtsız kalınması düşünülemez. Ancak Müslümanlar mevcut gelişmeler karşısında bir fıkıh çerçevesinde tavır geliştirmelidirler. Öncelikle sistemin cahili, anayasaların da illaki ideolojik metinler olduğundan hareketle anayasa meselesini doğru bir mantıksal vasata oturtarak bir müdahale fıkhı belirlemeleridir.

Yeryüzünde ideolojisi olmayan bir anayasa yoktur. İster bir İslam devletine ait Kur’anî bir anayasa olsun, isterse de cahili seküler bir anayasa; her anayasanın bir ideolojisi mutlaka vardır. İdeolojisiz, nötr anayasa muhaldir. Nötr anayasa söylemi demokratların ve liberallerin ürettiği, hayalperest safların ise inandığı bir saçmalıktır.

Müslümanların olduğu gibi diğer dinlerden olanların da, kendilerini dinsiz görenlerin de bir hayat görüşü vardır. Bu hayat görüşü illa ki anayasa metinlerine de yansımaktadır. Batılılar bizlere laik, demokrat veya liberal anayasaları nötr/ideolojisiz anayasalar olarak lanse etmekteler. Bununla, anayasanın hiçbir ideolojiye, dine ve dünya görüşüne göre kurulmadığı, her görüşe, dini inanca ve ideolojiye eşit mesafede olduğunu ima etmekte ve söz konusu ideolojik metinleri insanlığın ulaştığı “evrensel” ideal devlet yönetimi modeli olarak dünyaya dayatmaktadırlar. Katı otoriter, baskıcı sistemlerde yaşayan sömürge toplumları için bu söylem kulağa hoş gelmekte ve baskıdan bunalan insanlar, bunu ideal olarak görebilmekteler veya en azından öyle görmek/inanmak istemektedirler.

Oysa hayatı ve toplumu iman–küfür mücadelesi düzleminde ele alan inancımız bizlere yeryüzünde temelde iki tane inancın ve toplumun var olduğunu öğretmektedir; iman ve küfür toplumu. Mü’minler tek millet olduğu gibi küfür de tek millettir. Kur’an’ın bu ilkesi, bahsi geçen nötr anayasa düşüncesini anlamsız kılmaktadır. Zira bu durumda yeryüzünde sadece iki temel sistemden bahsedilebilmektedir; iman sistemi ve küfür/cahiliye sistemi. Eğer bir sistem iman sistemi değilse, adalet ve özgürlük söylemine sahip olsa da zorunlu olarak küfür/cahiliye sistemidir. Dolayısıyla küfür/cahiliye ideolojisinin bir çeşidi olarak kurulmuştur.

Maalesef Müslümanlar, giderek İslami bir sistem kurulacağına dair inançlarının çeşitli nedenlerle zayıflamış olması nedeniyle, İslami bir sistemin alternatiflerini üretme çabası içine girmeye başladılar. Birlikte yaşama söylemi, anayasal vatandaşlık, çok kültürlülük modelleri gibi Batılı aklın ürettiği sistemlerin, mevcut devlet sistemi açısından ileri bir söylem olması, Müslümanların bu söylemi aşacak düşünsel üretimler gerçekleştiremeyişleri, üstelik -sömürge toplumlarına has alışıldık bir sonuç olarak- zihinlerinin Batılı akıl tarafından şekillendirilmiş olması nedeniyle bu çerçevenin dışına çıkacak üst bir model üretemeyişleri, onları “Adalet Devleti” gibi bahsi geçen Batılı formdan ilham alınmış ara formlar üretmeye götürdü.

İslami bir anayasa önerme ya da anayasanın İslam’ın renklerini taşıması meselesine gelince; Müslümanların İslamî bir anayasa önerebilmesi için, öncelikle sosyal, siyasal, ekonomik olarak günümüz koşullarında bir çağdaş İslami yönetim modeline sahip olabilmeleri gerekir ki bu modelin anayasasını topluma sunabilsinler. Şayet güncel/çağdaş bir İslamî devlet modeline sahip olan İslamî çevreler varsa elbette bunun anayasasını sunmalarında bir beis yoktur. Yapılan işin anayasa çalışmalarında dikkate alınma şansı yoksa da bir tebliğ olarak işlev görecektir. Ancak bugüne kadar çağdaş bir İslamî yönetim/devlet modeli teorisi üretildiğine şahit olmadık. İslami anayasa olarak bugüne dek Müslümanlar ya Kur’an’ın bizzat kendisini anayasa olarak tanımlama ya da mevcut modern devlet anayasalarını alıp “İslamileştirmek” yoluna gittiler. Bu kolaycı ve sadra şifa olmayan yaklaşımların ötesinde derinlikli bir model üretilemedikçe, konu meclise bir İslami anayasa sunma seviyesinde algılanmaya devam edecektir.

Soru 3: Anayasa, bir toplumun en üst ve temel metnidir. İslam ise yeryüzünde iddiaları olan bir dindir. İslam’ın iddiaları ile anayasa arasında nasıl bir ilişki kurulabilir, nasıl bir anayasa İslam’ın iddialarını gerçekleştirebilir?

Modern devlet olgusunun İslam dünyasına girmesiyle birlikte, Müslümanlar arasında modern devlete ait kavramların İslami versiyonlarını üretme eğilimi başladı. Demokrasiyi “şura” sisteminde, laikliği “dinde zorlama yoktur” ilkesinde aradığımız gibi İslam’da modern anayasalara bir İslami anayasa bulmaya çalışıldı. Önceleri kısa yoldan “İslam’ın anayasası Kur’an’dır” deniliyordu, sonraları postmodern söylemden etkilenmiş birlikte yaşama formülasyonuna dayalı Medine Vesikası’ndan mülhem taslaklar da üretildi. Özellikle genel yaklaşım olarak ilk eğilim, Kur’an’ı bir anayasa kitabı olarak gördü. Böylece anayasa kitabı olarak Kur’an’a dair seküler bir algı oluşturuldu farkında olmadan. Dönüştürme bilincinin yerini, hazır haldeki Kur’an anayasasını uygulayacak bir devlet arayışı aldı. Bu yanlış bir önermeydi ve yanlış bir sonuç doğurdu.

Seküler ulus devletlerin üst metinleri olan anayasaları, ahiret merkezli bir inancın kitabı arasındaki ilişki bize göre kıyası gayr-ı kabildir. Ontolojik olarak da böyledir, epistemolojik olarak da. Modern bir olgu olarak anayasalar, devlet yönetimini düzenleyen, dünyevi toplum modelini de içkin üst yasal metinlerdir. Oysa İslam, dünya ve ahireti birlikte ele alan, esas atıf merkezi ahiret olan, “ulusları”, “ulusal ülke”yi ve ona dayalı modern devleti değil yeryüzünü imar misyonu yükleyen, evrensel bir dile sahip, insanı vatandaş değil “kul” kılmayı amaçlayan bir yaşam biçimini içerir.

Anayasanın, modern devlet için anlamı, toplumu diğer bütün aidiyetlerinin üstünde bir araya getirecek bir üst bağ olmasıdır. Her dinden insanı devlete “vatandaş” kimliği üzerinden bağlamakta, “eşitlik” söylemiyle renksiz, kokusuz, nötr, tarafsız bir olgu imajı oluşturmaktadır. İmajdır, çünkü bu kurgunun sosyal hayatta bir karşılığı yoktur. Anayasanın nötr olabileceği söylemi, modern anayasacılığın en temel meşruiyet kaynağıdır. Bu söylem, anayasaların arkasında gizli ya da içinde mündemiç ideolojik yapıyı örtmektedir. Seküler anayasaların nötr, tarafsız, ideolojisiz olabileceğine inanan Müslüman için artık, ıslah, dönüştürme, cihad, İslami yönetim gibi kavramlar anlamsızlaşmaktadır. Ya da farklı bir söyleyişle, ideolojisiz anayasa söylemiyle oluşturulan bu illüzyon, İslami mücadeleden umudunu kesmiş olanlar için, seküler yönelimlerini meşrulaştırıcı önemli bir gerekçe olmaktadır.

Seküler bir devletin eşitlikçi, özgürlükçü (iddiaları taşıyan) anayasası altında yaşanabileceğine ve bunun yeterli olduğuna inanan bir Müslüman, dönüştürme iddiasını yitirdiğinden, cahiliye karşısındaki belki de tek silahını, söylemini (veya iddiasını) yitirmiş olmaktadır. Artık cahiliyenin karşısında yapabileceği tek şey, anayasayı değiştirip durmak ve bir uzlaşı aramaktır. Cahiliyeye karşı, yine onun anayasası, onun söylemi ve kavramlarıyla itiraz etmek gibi apaçık bir acziyetin içinde oyalanmaktan başka bir şansı da olmayacaktır.

Bugün, modern devlet denilen aygıtın teorisi, parametreleri, kurumları, insan algısı, tam olarak seküler modern Batılı aklın ürünüdür. Kurallar ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, devlet olgusunu oluşturan modern teorik altyapı değişmedikçe kurallar bir anlam ifade etmeyecektir. Bu da mevzuyu salt anayasa bağlamında ele almamak gerektiği anlamına gelmektedir. Yani anayasa mevzusu, bu açıdan bakıldığında, tali bir mevzua dönüşmektedir. Hatta biraz daha ileri giderek şunu ifade etmekte bir beis olmasa gerektir: Modern devlete giydirilmiş bir “İslami Anayasa” sadra şifa olmayacaktır. Mesela “insan”ı vatandaş kılan modern devlet anlayışından uzaklaşılmadığında, “vatandaş”a İslami/insani bütün haklarını veren bir anayasa yine de onu vatandaşlıktan kurtarıp insan kılamayacaktır. İslami de olsa, modern devlet anlayışını sürdüren ve vatandaşı bile dönüştürüp insan kılamayan bir anayasa, dünyayı dönüştürme gibi inancımızın temel bir misyonunun ne kadar yakınına düşebilir? O halde devlet, yeniden teorik olarak kurulmadıkça, yeni bir toplumsal model üretilmedikçe, kendisi de eskimiş o müesses nizamın bir parçası olarak anayasa hiçbir anlam ifade etmeyecek, bir oyalamadan bir züğürt tesellisinden öteye geçemeyecektir. Devlete ve topluma dair Müslümanca bir model üretilebilirse, işte o zaman “İslami Anayasa” denen şey her ne ise, işe yarar bir nesne olabilecektir. Dolayısıyla hükümetin hazırlığını yaptığı yeni anayasa, bizler için geçici bir kolaylaştırıcı rol oynayacak, ancak devletle kadim sorunumuz devam edecektir. Ve bizce bir Müslüman meseleye biraz da bu yönüyle bakarak müdahil olmalıdır. Bu bakış, Müslüman’a asli misyonunu unutturmayacaktır.

Soru 4: Bu konuyla ilgili dikkat çekmek/vurgulamak istediğiniz, değerlendirmelerimizi kolaylaştıracak başka bir nokta ya da noktalar var mıdır?

Anayasa tartışmalarının salt ve en temelde akaid merkezli tartışılması doğru değildir. Aşama (hareketin tedrici), güç, mefsedet-maslahat ikilemi, ilkelilik, bağımsız kimliği koruma, sistem içi alanlar fıkhı gibi konuların merkeze alınarak değerlendirilmesi gereklidir. Elbette akideye taalluk eden kısımlar da olacaktır. Ancak tağutu reddeden ve oluşacak olan anayasayı nihai nokta olarak görmeyen sadece kolaylaştırıcı bir unsur olarak gören ve bu nedenle “bizce” yanlış olmakla birlikte anayasaya aktif destek sunan kesimlerin yaptığı şey ne ihanettir ne küfür; olsa olsa hatalı bir içtihattır.

Anayasa değişikliğini anayasa oylamasına (referandum) indirgemek ve tavrı orada ortaya koymak da zaaflı bir tavırdır. Daha çok bu konu bir “süreç” olarak ele alınmalı ve fıkıh ona göre geliştirilmelidir. Eğer müdahil olunacaksa bu oylamadan çok sürece müdahil olma şeklinde konuşulmalıdır. Nihayetinde bu ülkede Müslümanların gücü tek tek ele alındıklarında az ve etkisizdir. Sonuca etki edilemeyeceği, sürece de etki edilemeyeceği anlamına gelmez. Bilakis sürece etki daha kolay ve daha sağlıklıdır.

Öte yandan madde madde bir anayasa modeli hazırlamak ilkesel olarak doğru olmayacaktır; bunun yerine anayasada nelerin olmaması (mesela zina serbestîsi, devrim yasaları, laiklik, Türkçülük) veya hangi hususların düzeltilmesi (mesela anadilde eğitim, başörtüsü özgürlüğü, askere gitmeme hakkı) gerektiğini ifade edebiliriz.

Ancak her durumda, yeni anayasanın cahili karakterinin altı kalınca çizilmeden verilecek destekler, amacını ve kastını aşacak ve oluşan yeni post-Kemalist liberal muhafazakâr sisteme bir destek olarak algılanacaktır. Müslümanların nihai hedefini örtecek böylesi bir durum, tabanın dönüşmesine ve eksen kaymasına uğramasına sanıldığından daha fazla katkı sağlayacaktır.

Sonuç itibariyle Müslümanlar bu konuda öyle ya da böyle tavır alışlar sergileyeceklerdir. Sistemi meşru görmeyen, konuyu sistem içi – sistem dışı mücadele bağlamında ele alan kesimlerin tavırları hoşumuza gitmese de saygıyı hak etmektedir. Dolayısıyla bu tavır alışların, Müslümanların enerjisini tüketecek bir tartışmaya ve ayrışmaya sebebiyet vermemesi gerekir.

 

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum