Müslümanın zenginlikle imtihanı
Onu bir kitap fuarında tanımıştım. Kitap imzalatmaya gelmişti.
Kitapları karıştırıyor, evirip çeviriyor, belli etmeden fiyatına bakıyor, sonra bırakıyordu (Geçenlerde kitap fuarında kitaplarımı imzalarken bu tür manzaralara defalarca şahit oldum)…
Biraz konuştuk. Almak istediği halde alamadığı kitaplarımdan birini imzalayıp hediye ettim. Çok mutlu oldu. Ne zamandır bu kitabımı okumak istiyor, ama aldığı burs ancak eğitim ihtiyaçlarını karşıladığı için, kitaba para ayıramıyordu.
İçim sızlamıştı. Sonra büroma geldi. Üniversite eğitimine devam edebilmesi için bir bursa daha ihtiyacı vardı. Yoksa yarım bırakıp memleketine dönecekti. Delikanlının eğitimine katkıda bulunmaya çalışmıştım.
Biraz konuşunca, zengin Müslümanlara kızdığını fark ettim. Kızmamasını, zenginliğin de bir imtihan şekli olduğunu, herkesin bir şekilde Allah tarafından imtihana tabi tutulduğunu söyledim, kinlenmesini engellemeye çalıştım.
“Yine de dindar zenginlerin bu kadar gösterişli bir hayat sürmelerini anlayamıyorum, Hz. Ebubekir’i hiç mi okumamışlar?..” demesi bugün gibi hatırımda.
“Belli olmaz, belki de hayatının sonraki dönemlerinde senin de imtihanın zenginlikle olur” dedim.
Öyle de oldu. Delikanlı üniversite eğitimini bin bir yokluk ve zorluk içinde tamamladıktan sonra, resmi görevler aldı. Sonra kendi işini kurdu.
Aradan yıllar geçti. İrtibatımız kâh kesildi, kâh gelişti. Bazı dost meclislerinde zaman zaman karşılaştık. Artık iş-güç arasında kitap okumaya vakit ayıramadığını söyleyince, çok üzüldüğümü hatırlıyorum.
Allah ona “Yürü ya kulum” demiş, fukaralık imtihanından “zenginlik imtihanı”na taşımıştı…
Bindiği arabayı görünce, düştüğüm şaşkınlığı unutamıyorum. Belli ki, o da vaktiyle eleştirdiği zenginlere benzemişti: Artık kendine yaşıyor, zekâtını, fitresini verip rahatına bakıyordu.
Şaşkınlığımı görünce, hafif mahcup gülümsedi: “Ye kürküm devri işte” dedi, “yoksa pinti diyorlar.”
Kitap fuarıyla aynı günlere rastlayan otomobil fuarının en pahalı arabalarından birini aldığını gazetelerde okuyunca, hiç şaşırmadım. Bizim fakir öğrenci, eleştirdiği “zengin Müslüman”larla zaten çoktan beri aynı safta duruyordu.
Kendi tabiriyle “hayat kavgası”nın gereğini yapıyordu.
Ah şu “hayat kavgası”!..
“Errizku Alellah” buyruğu yokmuş, dinozordan tutun, gözle görülemeyecek kadar küçücük varlıklara kadar, tüm yaratılmışların rızkına Allah kefil değilmiş gibi yaşamanın “İslâmi hayat”la ne ilgisi var?
Hem bu nasıl bir kavgadır?..
Dünya bizim çabamızla mı dönüyor, güneş bizim plânlamamıza göre mi doğuyor, atmosfer ve strotosfer gibi yaşamın “olmazsa olmaz”larını dünyanın çevresine biz mi sardık, yağmuru biz mi yağdırıyoruz, toprağın yedi kat altından nehirleri biz mi fışkırtıyoruz, denizleri biz mi yapıyoruz?
Bunlardan ve benzerlerinden hangisini oldurmak için “kavga” verdik bugüne kadar?
Aksine, her şeyi hazır bulduk. O zaman, yaşamamıza uygun hale getirilmiş bir dünyada, nefsanî arzularımıza göre yaşama hakkını nereden alıyoruz?
Başka bir yazımızda şu “hayat kavgası” kavramını irdeleyelim mi?
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT