Müslümanca tercihlerde bulunanlar pişman olmaz!
Haramlara dalmadan yaşamak
Kitabı Mübin’de yüce rabbimiz, göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadığını söylüyor. Yüce Mevla, Dünya hayatının sonunda ahiret gününde, dünya yaşamında hayırlı, helal ve salih ameller yapanlarla yeryüzünde müfsidlik edenlerin ilâhî adalete göre hak ettiği karşılığı bulacaklarını söylüyor.
‘’Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden vay o inkârcıların başına geleceklere! Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız?’’ (Sad 27, 28)
Fıtratı itibarıyla insan, kendi akli melekesiyle başıboş yaratılmadığını, hayatın boş ve anlamsız olmadığını kavrayabilecek kabiliyette yaratılmıştır.
“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O İnsanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir’’(Rum 30)
“Her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî)
Yeryüzünde en büyük mutluluk ‘Müslüman’ olarak yaşamaktır
“Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?’’ (Fussilet 33)
Dünya hayatının lezzetleri sadece günah işleyerek mi elde edilir? Rabbimizin çizdiği sınırların gözetildiği helaller dairesinde kalınarak huzurlu ve hoşa giden şeylerin tadıldığı bir hayat yaşanamaz mı? İslami bir hayat mutsuz, zevksiz, tatsız bir hayat mıdır? Müslüman, haram işlememek için baskı altında kalan, çekingen, kişilik özellikleri sorunlu bir kişi midir? Bu sorular uzayıp gider. Ama gerçekte meselenin aslı böyle midir?
İslam, selam, müslim, selim aynı kökten kelimelerdir: Rasulullah (sav), ‘’Selam, kelamdan öncedir’’ (Tirmizi), ‘’Selamla işe başlayın’’(Müslim) buyurmuşlardır. ‘’Selam; esenliktir, dünya ve ahiret mutluluğuna sahip olmak ve telkin etmektir, ahirette de azaptan beri olmayı istemektir. Selim; kalpte kin, hıyanet, kötü niyet ve hasedin bulunmadığı ruhî ve ahlâkî yapıda olmaktır; selam sahibi kimse bütün Müslümanlara karşı iyi, güzel esenlik içinde muhabbet ve niyet besler, hissettiği kötü duygular sebebiyle onları değil kendini suçlar’’ (et-Taḥbîr, Kuşeyri, DİA)
‘’İslam, kişiye akli ve manevi hazlar yaşatır, maddi hazlar geçicidir manevi hazlar ise kalıcıdır; kişi bunu İslam’ın hikmetli, derin fikri zenginliğiyle kavrar’’ (Risale fil Hile.., El Kindi); ‘’İslam’ın hikmetleriyle olgunlaşmış akıl isterse ve azmederse mutmain-mutluluğa eren- nefsin bir altına erişebilir, iradeli sağlam fiiller kişiye haz verirler, onun nefsinin iyi yönünü güçlendirir, mutluluk verirler. ‘’(Medinetu’l Fazıla, Farabi)
Günümüz dünyasında seküler anlayış, Müslümanlığı bir yük, bir zindan hayatı gibi tanımlıyor; dine ait değerleri, bağlanılan hayat esaslarını anlamsızlığa ve değersizliğe mahkûm etmeye çalışıyor.
Hâlbuki insan, yetenekleri ve kavrayış gücü ile bilir ki, yüce bir yaratan ve O’nun insanlık âlemi için tayin ettiği bir hayat sistemi vardır; kuralsız bir hayatın olması da düşünülemez.
Hayatı anlamlı kılan insani ve ahlâkî değerlerdir. Bu değerlerden sıyrılmak insanlıktan vazgeçmek ve aşağılara sürüklenmektir. İnsanlığın ilk babası Âdem (as) ve Havva annemiz yaratılışları gereği sınandıkları cennetten sabırlı davranmadıkları ve nefislerine uydukları için çıkartıldılar. İnsan için haramlar cezbedicidir ama insanın içinde tüm bu tuzakları, dünyevi ihtirası ve nefsi iştahı bastıracak irade ve kalp de vardır. Hatalarının ardından tevbe ettiler ve rabbimiz onları insanlığa örnek olarak seçti: ‘’Gerçekten Allah, Âdem’i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı’’ (Ali İmran 33)
Dünya sadece günah işleyerek mi yaşanır?
"O kimseler ki ufak tefek kusurlar hariç, günahın büyüklerinden ve çirkin söz ve davranışlardan kaçınırlar. Şüphesiz ki Rabbinin bağışlaması geniştir" (Necm 32).
Dünya hayatında rabbimizin bizden istediği, arzu ve ihtiyaçları helal yollardan gidermektir. Haram yolları tercih etmek doğal ve fıtri olanı terk etmek ve şer’i ölçülerin dışına çıkmaktadır. İnsani ihtiyaçlar dini mübinin belirlediği helal meşru yollardan giderilirse ancak mutlu ve şükreden bir kul olunur. Günlük hayatın, tabi ihtiyaçların helal yollarla giderilmesinde ibadet sevabı vardır. “Kâfirler için dünyada ve âhirette şiddetli bir azap vardır” (Âli İmrân 56).
İhtiyaçların giderilmesinde kişinin benimsediği değerler ve dünya görüşü rol oynar. Kişi dini mübini tercih eden birisi ise tercihleri de bu bakış açısı üzerinden olacaktır. Haramlar kişinin İslam dışı tercihleri üzerinden devreye girerler.
İnsan için, nefsi isteklerin meşruiyet zemininde yaşandığı helal ve fıtri zemin, Kur’an’da övülen ‘dünya hayatı’ dır. ‘İslam’ı hayatın tüm alanlarında yaşamak’, ‘Müslümanların ilki olmak’ ile kastedilen işte bu hayattır. Rabbimizin emrettiği ibadetlerin yanında; evlenme ihtiyacı, yeme içme ihtiyacı, dinlenmek gezmek ihtiyacı tüm bu ve benzeri isteklerin meşru helal ve makul yollardan yerine getirilmesine de Rabbimiz ibadet değeri yüklemiştir.
‘’Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir’’ (Bakara 130), ‘’Onun ismi, Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O dünyada da âhirette de şerefli, itibarlı ve Allah'a yakın kullardan olacaktır’’(Ali İmran 45)
Gerçek mutluluk ahiretteki ödülü kazanmaktır ama dünya hayatında da huzur ve güzellik istemek İslam’ın şiarlarındandır: ‘’Onlar, ’Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru’ derler’’ (Bakara 201), ‘’Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayırlı (güzel) işler yapın ki kurtuluşa eresiniz’’ (Hac 77)
Tabi ihtiyaçların karşılanması İslami ölçüler içinde yaşamsallaştığında Müslümanlık gerçekleşir. Bu eylemlilik hali rabbimize ibadet-kulluk etmektir. Hayat rabbimizin bizlere lütfettiği bir nimettir. Hayat nimetinin edası; rabbimizin rızasını kazanmak için iman etmek ve salih amel işlemektir. Dünyayı helaller ve haramları dikkate alarak yaşamaktır. Hayatın tüm alanlarını; kişisel, sosyal, ahlaki yönlerden, davranışlar ve günlük yaşamda bütünüyle; ‘Şüphesiz benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, Âlemlerin Rabbi Allah içindir’ düsturuna uygun rabbimize has kılmaktır.
“Eşyada aslolan ibâhadır”, “Faydaların mubah, zararların haram olması asıldır” gibi fıkıh kaidelerinin temelinde insanların ihtiyaçlarının gözetilmesinde ölçüyü tespit amacı yatmaktadır.
Rabbimiz insan için, yaratılışına uygun, sorumlulukları üstleneceği, kolay ve huzur içinde yaşayacağı bir din ve dünya hayatı yaratmıştır.
“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara, 185)
“Andolsun ki, size içinizden bir rasul gelmiştir. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O, size çok düşkündür. Hele müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)
İnsan yeryüzünde halife olarak yaratıldı. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emaneti; sorumluluğu yüklendi. Sorumluluklar imtihan hayatı gereğidir. İmtihan olmak kazanmayı ve kaybetmeyi gerekli kılar. Kişi yaptığı ve yapacağı her hareketin kâr ve zararını hesap etmek zorundadır.
“İnkâr edenler dünyada zevk edip geçinir, hayvanlar gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir” (Muhammed 12)
Yüce rabbimiz, yeryüzünde her şeyi, imtihan için bizim emrimize tahsis etmiştir. “O Allah ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratmıştır.” (Bakara 29)
Yeryüzünde kim ne ister ve onu elde etmek için çabalarsa rabbimiz o emeğin karşılığını verir.
“Gerek dünyayı ve gerekse ahireti isteyenlerin her birine Rabbinin ihsanından peş peşe veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsra 20)
Görünürde haramların cazibesi vardır ama aslında onlar hiçbir işe yaramazlar ve sadece zarar verirler.
‘’Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık budur” (İbrahim, 18)
Dünya hayatının aldatıcı güzelliklerine kapılarak nimetlerin asıl sahibi ‘Rabbül Âlemini unutmak’ insana yakışmaz
“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da sizi Allah’la aldatmasın” (Lokman, 33)
“Şüphesiz dünya tatlı ve caziptir. Allah orada sizi halife yaptı. Nasıl hareket edeceğinizi, gözlemektedir. Dünya ve kadınlar hususunda dikkatli olun, İsrail oğullarının ilk imtihanı kadınlarla oldu.” (Riyazus-Salihin)
Haramlar cezbeder ama hüsrana sürükler, ibadetler ise zahmetlidir ama mutlu huzurlu bir hayat bahşederler. Allah rızasını kazanmak hedefinde; helaller ve haramlara özen gösterilir, dünya zevklerinden meşru dairede yararlanıldığı takdirde zorluklar güzelliğe; külfetler ülfete, zahmetler rahmete dönüşüverirler.
Ahiret saadetini hedeflemeyen seküler bir yaşamın varacağı yer maddi ve manevi iflastır
Zevk ve hazcılığın, egoizmin, elitlik hastalığının hâkim olduğu; dinden uzak içinden inanç ve değerlerin sökülüp atıldığı bir hayatın varacağı yer uçuruma sürüklenmektir.
Yüce rabbimiz biz kulları için en güzel, en dengeli ve en hikmetli ilkeleri emirler olarak belirlemiştir
“Yaratan bilmez olur mu hiç? O, her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden haberdardır.” (Mülk, 14)
Kuranı Mübin’de rasullere ve müminlere hitap edilirken dünya ve âhiret mutluluğu birlikte vurgulanmış, bu durum Allah’ın özel bir lütfu olarak kaydedilmiştir.
Rasullerin hepsi çabalarının sonucu olarak dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmışlardır (Bakara 130; Âl-i İmrân 45).
Dünya mutluluğu ile âhiret mutluluğu birbirine zıt değildir; âhiret mutluluğunu kazanmak için dünyadan vazgeçmek gerekmez. Ahiretlerini kaybedenler dünyada da mutlu olamazlar:
“Kâfirler için dünyada ve âhirette şiddetli bir azap vardır” (Âli İmrân 56; Mâide 33). İki cihanda yüzü ak olanlara karşılık yüzü kara olacaklar da vardır (Âl-i İmrân 106,107).
Modern yaşamın tarihteki karşılığı olan cahiliye döneminde, maddeci bakış, bireycilik ve çıkarcılık en ön plandaydı. İslâm, fert ve toplumun dünyevî imkânlara karşı duyduğu aşırı ilgiyi rahmani ve mânevî değerlere yöneltmek için Allah rızasını kazanmayı kâmil insan olmanın hedefi olarak belirledi.
Kuran-ı Mübin’in açıklamaları ve Rasulullah’ın (sav) örnekliği ile dünya hayatının maddeci-yanıltan cilveli hallerinden uzaklaşmayı ve yaptığımız her işte âhiret hesabını gözetmeyi kavradık: ‘’Dünya hayatı aldatıcı bir metadır’’ (Âli İmrân 185), ‘’Dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur’’ (Ankebût 64). ‘’Dünyada menfaatler yaldızlı, fakat önemsiz faydalardır’’ (Hadîd 20).
Mümin, kalıcı ve değerli olan âhiret hayatını fâni ve yalancı dünya hayatına daima tercih etmek zorundadır. ‘’Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su misalidir ki, insanların ve hayvanların yediği yer bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Yeryüzü bu güzelliğe kavuşup süslendiğinde ve sahipleri bu güzellikleri kendi güçlerine bağladıklarında oraya, bir gece vakti yahut güpegündüz emrimiz ulaşır da onu -sanki dün de yokmuş gibi- kökünden biçilmiş hale getiririz. Düşünenler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.’ (Yunus 24).
Baki kalacak olan ahiret mutluluğudur.
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan salih ameller ise, Rabbinin katında, sevapça da, ümit yönünden de daha hayırlıdır.” (Kehf 46)
Zahmetsiz hiçbir hayırlı iş yoktur.
Yaşadığımız toplumda halkın çoğunluğu Müslüman olduğu halde, toplumsal yaşamda İslâm’a aykırı düşünce, inanç ve davranışlarda yaygınlaşma (sekülerleşme) artmaktadır. Bunun en büyük sebebi, Müslüman kimlikteki kişilerin yahut ana babaların kendileri başta olmak üzere gençleri bu yaşam biçimine gönüllü olarak dâhil etmekte bir beis görmemelidir. Herhangi bir sorgulama ihtiyacı hissedilmeden günlük yaşamda, ihtiyaçlar meselesinde, eğitim ve sosyal hayatta, günlük aktivitelerde sekülerleşen bir hayatın içinde yer almanın olumsuzlukları muhataplarda küçük serzenişler dışında bir rahatsızlığa yol açmamaktadır ne yazık ki. Zihinlerin maddeci yaşam biçimlerinden etkilenmesi, düşünce ve karar alma konusunda seküler tarzlarla yaşamsal paralelliğin kurulmasında bir beis görülmemesi Müslümanların hayatında sıkıntıyı artırıyor.
‘Başarı odaklı’ bakışlar, ‘iş garantili ‘gelecek tasavvurları, ‘dünya güzelliklerine bulanmış’ tasavvurlar ve olgular şimdilerde, Müslüman bireylerin en büyük imtihan konusudur.
Bu konuyu okul tercihleri açısından örneklendirelim. Esasen; gençler arasında İslami bir iklimi yaşatmak ve büyütmek adına; yeterli olmasa da başarılabildiği oranda İmam Hatip okulları, eğitim seviyesi ve kavrayışı yüksek; başarılı gençler tarafından desteklenmeli ve bu ortamlar bereketlendirilmeli değil midir? Bu tercihe aileler de destek olmalı fedakârlık etmelidirler…
Dünya zaviyesinden bakıldığında cazip, kolay, çekici, kazançlı olan seçenekler tercih edilirken şu soruyu her zaman soralım: Yaptığımız işten, aldığımız karardan sonra atılan adımlardan İslami hayat ne kadar karlı çıkıyor? Nihayette, ‘Allah rızası mı kazanacak’ yoksa ‘dünya hayatının başarıları mı kazançlı çıkacak’ her zaman bu sorular sorulmalı değil midir?
Müslümanların çoğunlukta olduğu ve nitelikli işler yaptıkları eğitim ortamları terk edilerek daha kolay ve ekonomik olan tercih edilerek çocuklarımıza yazık edilmemelidir.
İbn-i Hacer’in, Ömer (ra)’dan ifade ettiği gibi “Dünyada güç ve itibarın belirleyicisi servettir. Ahirette ise güç ve itibarın belirleyicisi, dinin emir ve yasaklarına uygun yapılan işlerdir.” (İbn-i Hacer el Askalânî, E.Y. Uyarılar, s.12)
Hesap gününde, çalışkan fedakâr ve İslami hedefleri yolunda gayret etmiş, çabalamış bir müminin defterinde yazılı olan müktesebat, Hz. Süleyman (as)’ ın mülkünden daha kıymetlidir, biz buna inanıyoruz. Nice insanlar, nimetlerle yavaş yavaş azaba yaklaştırılırken; niceleri de var ki kendilerine yapılan övgülerle, nihayetinde fitneye düşürülmüşlerdir. Asıl kurtuluş, Allah rızasına uygun yapılan plan ve eylemlerdir. İman edip salih amel işlemek meselesi tam olarak böyle bir şeydir: ’’Sabret. Allah iyilik yapanların (muhsinlerin) ecirlerini zayi etmez’’(Hud 115), ‘’Allah'ın rızasını kazanmak için canını ve malını feda eden, hiçe sayan insanlar var. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir’’(Bakara 207)
Rasulullah (sav): “Bu tebliğ mektubunu krallara kim götürecek?” dediği zaman, sahabenin yaşlısı-genci hiç düşünmeden ayağa kalkarak: “Ya Rasulallah! Bu şerefi bana lütfediniz!” dediler. Oysa sarp dağlar ve ıssız çöller aşılarak zorluklar içinde gidilecek yabancı beldelerde, kralların kelle uçurmaya hazır cellâtlarının önünde Allah Rasülü’nün mektubunu okumaya talip olmak, mutlak ölümü göze almak demekti. Fakat onlar, büyük bir iman cesaretiyle bu fedakârlıkları en içten ifa ettiler (İslamveİhsan).
Sahabei Kiram, Medine’nin dünyevi zevklerini bırakarak daha üst hedef olan Allah’ın rızasını kazanmak için, tebliğ-davet-irşad faaliyetlerinin ifası için tüm dünyaya dağılmışlar adeta tam bir ittika ve ihtida seferberliği ilan etmişlerdi. Rivayet olunur ki; Rasulullah (sav), Vehb bin Kebşe (ra)’ı, tebliğ hizmetinde bulunmak üzere Çin’e göndermişti. Vehb (ra), oraya kadar gidip uzun bir müddet tebliğde bulunduktan sonra Allah’ın Nebisini özlemiş uzun süren çileli bir yolculuğun ardından, Medine’ye ulaşmıştı. Fakat Rasulullah (sav)’ın vefat ettiğini öğrenmiş hüzünlenmiş, bazı ziyaretlerin ardından Nebi (sav)’in kendisine tevdi ettiği görevi yerine getirmek üzere yeniden zahmetli seyahatine çıkarak Çin’e dönmüş ve orada uzun yıllar Rabbül Âleminin yoluna; dini mübine hizmet ettikten sonra orada vefat etmişti.(İlimveMedeniyet)
“Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken vadeliden cennetle sevinin!’’(Fussilet 30)
“Allah’ım! Bana helâl rızık nasîb et ve beni haramlardan koru! Lütfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî)
Amin…
YAZIYA YORUM KAT