Müslüman Öğrenciler Üniversiteyi Tartıştı
Özgün-Der'in düzenlediği "Üniversite Gençliğinin ve İslami Mücadeledeki Yeri ve Etkisi" panelinde öğrenciler konuştu.
Özgün-Der Cumartesi Seminerleri'nde bu hafta, “Üniversite Gençliğinin İslami Mücadeledeki Yeri ve Etkisi” konulu panel düzenlendi. Program, İzmir Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi Vakıf Kafeteryası'nda yapıldı.
Konuşmacılar; Denizli Pamukkale Üniversitesi'nden Furkan Alan, Ankara Gazi Üniversitesi'nden Musab Akdeniz ve İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Furkan Akdeniz olurken, oturumu yöneten İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Safa Öztürk oldu.
İlk sözü alan Furkan ALAN; ilk kurulduğu dönemlerde üniversitelerin dinsizlik yapmamak ve İncil'i farklı tefsir etmemek şartıyla kendi içinde bağımsız karar alma haklarının olduğa dikkat çekerek sözlerine başladı.
16. YY’da Rönesans ve Reform hareketleri ile birlikte bilginin kaynağının değiştiğini söyleyen Alan, bilgiyi tekelinde tutan kilisenin aktardığı bilgilerin, yerini bilimsel deneylere ve rasyonel akla dayalı bilgiye bırakması sonucu üniversitelerin ciddi şekilde etkilendiğini ortaya koydu.
Furkan Alan; bu hareketlerin etkisini şöyle ifade etti:
“Rönesans ve reform hareketlerinin en önemli etkisi, dinin yeniden yorumlanması gerektiği görüşünün ortaya çıkmasıdır. Bu manada “din” her yönü ile tartışmaya açılmış, tabiri caizse akıl ile vahiy arasında ciddi bir rekabet başlamıştır. Buradan hareketle Protestanlığı anlamak da bizler için daha kolay olacaktır.”
17. ve 18. YY’larda üniversitelerdeki ruhban sınıfının otoritesinin süreç içerisinde giderek zayıflayarak son bulduğunu, bunun nedeninin; kilisenin bilginin tekeline sahipken bu konumunu yitirmesi ve bilim adamlarının tartışmaya açtığı teoloji, felsefe, hukuk, tıp, sanat gibi konularda kilisenin yetersiz kalarak meşruiyetini yitirmesi olduğunu sözlerine ekledi.
Modern Üniversiteler
Günümüz üniversitelerinin temellerinin 19.YY'da atıldığını ve modern üniversitelere uzanan bu süreçte batılı ekollerin dünyadaki tüm üniversiteleri etkilediğini örnekler vererek açıklarken sözlerine şöyle devam etti;
“19.YY’da artık modern üniversite kurumuna ulaşılmıştır. Bireyi merkezine alıp, demokratik bir örgütlenişle kendini bulmuştur. Endüstriyel faaliyete geçen ve kentleşmiş, şehirleşmiş toplumların, dinamiklerini sağlayıcısı olarak üniversiteler yer tutmaya başlamış ve dünyanın çeşitli ülke/İmparatorluklarındaki halklar ve hükümetler tarafından desteklenmişlerdir.” dedi.
Günümüzde “bilgi çağı”, “bilgi toplumu” gibi argümanların bu yeni toplumu ifade ettiğine işaret etti. Bilginin tekelini 400 yıldan bu yana elinde bulunduran üniversitelerin, bu dünyanın hâdileri haline geldiğini sözlerine ekledi.
Üniversiteler İslam’a ait bir kurum değildir
Furkan Alan; “üniversitede İslami hareket” başlığını felsefik olarak incelememiz gerektiğini ifade etti. Üniversite kurumunun tamamen batıya ait bir müessese olduğunu, gelişimde İslami hiçbir katkının olmadığını ve dolayısıyla asla İslam’a ait olmayan bir kurum olduğunu, bu yüzden bir Müslümanın üniversiteleri asla benimseyemeyeceğini ve sahiplenemeyeceğini söyledi.
Müslüman, 'bilgi' ve 'tekniği' kendisi üretmelidir
“Peki bu durumda biz ne yapmalıyız diye kendimize soracak olursak, âcizane bizim tavsiyemiz, bizim de aynı batılıların yaptığı gibi rasyonel aklın ürettiği bilgiyle mücadele edip, alternatif eğitim kurumlarını kurmalı ve kendimiz 'bilgi ve teknik' üretmeliyiz.” dedi.
Tek çözümün bu olduğu konusunda iddia etmediğini, bu söylediklerinin bir tavsiye niteliğinde olduğunu sözlerine ekledi.
Parti veya cemaatlere neden geçiş yapıldı
Rasyonel aklın ürettiği bilginin karşısında duramadığımız takdirde, hayatın içinde çözülmemizin kaçınılmaz olacağını söylerken konuşmasına şu cümlelerle devam etti:
“Bugün Müslümanlar ve solcular ile alakalı olarak sıkça sorulan ‘dünkü ağabeylerimiz niçin bugün partili oldular, cemaatlere geçiş yaptılar, devrimciliğini koruyamadılar’ sorusuna cevaben söylenen ‘onlar davayı anlamadılar’ karşılığı, kanımca yeterince uygun bir cevap değildir. O ağabeylerimizin zamanla değişmesinin sebebini ben, yukarda ısrarla bahsettiğim bilgiyi üreten kurumlara olan bağlılığımıza bağlıyorum.
İdeolojik olarak bir dönem modernizmi kabul etmesek de, hayatın her alanında onların ürettiklerini kullandığımız için, fikri değişimde kaçınılmaz olarak bizleri buluyor. Üniversitelerde İslami hareket bu manada biraz ofsayta düşmektedir. Gençliğin ve üniversitenin vermiş olduğu heyecan ve serbestlikle bir takım işler yaptığımız dönemi kapsayan üniversite hayatı, bizi İslami olma konusunda yanıltabilir. Üniversitelerde devrimci olmak, mescid açmak, sohbet halkaları oluşturmak tabi ki salih işlerdendir. Fakat süreci, bilginin tekelini değiştiremezsek, bir dönem sevap kazanmakla kalırız. Üniversitede yaptıklarımız üniversitede kalır, öncelikle kendimiz daha sonra hidayetine vesile olduğumuz insanlar, hayata atıldıklarında o değişen ağabeylerimizden olurlar, kanaatindeyim.”
Çözüm okullara göndermemekte değil
Konuşmasının sonunda, bazı kimselerin çözümü okula/üniversiteye göndermeyerek bulduğunu zannettiğini belirterek şu sözleri ile konuşmasına son verdi:
“Şunu da belirtmeliyim burada çözüm çocuğumuzu okullara göndermemek asla değildir. Eğer mantığı böyle çalışan kardeşlerimiz ve ağabeylerimiz varsa bende onlara şehirlerini, arabalarını, apartmanlarını terk etmelerini tutarlı olmaları adına tavsiye edeceğim.”
Ardından sözü alan Musab AKDENİZ; konuşmasında gençliğin toplumdaki yerinden, üniversitelerin hayatımızdaki konumundan ve üniversite gençliğinin sorumluluklarından bahsettiği konuşmasında öncelikle; gençliğin önemine değinerek, gençliğin kurulmak istenen yeni toplumun vucudu ve ruhu olduğunu, dolayısıyla her türden toplumun en önemli unsurunu oluşturduğunu ifade etti.
Modern zihnin eşyayı parçalayarak anlamaya çalıştığını, gençliğin tanımını yaparken de sosyal kategori ile ele aldığını sözlerine ekledi.
İnsan hayatını bir nehire benzeterek, konuşmasına şöyle devam etti;
“İnsan hayatı nehir gibidir, kaynağından akar ve gürül gürül devam eder. Biz nehri parçalarsak nehir kurur ya da kesilir, devam etmez. Hayat nehrinde bebeğin, çocukluğun, gençliğin, olgunluğun ve ihtiyarlığın bir yeri vardır ve ölüm perdesinin arkasında da hayat nehri akmaya devam eder ve orada ruhuna kavuşur. Nehrin denize döküldüğü andaki yeri en zengin olduğu kısımdan nehre baktığımızda hayat hikâyesini, akışını görürüz ve bu akışta, hayatta; dede ile torun, olgun ile genç arasındaki akış söz konusudur. Yani kompartımanlar bağımsız değiller, ayrılmıyorlar. Burada parça olduğu yerden ayrılırsa anlamı bozulur ve ayrıldığında diğer parçaları da bozar. Gençliği de nehir yatağından koparırsak akışkanlığı durur ve kokar.”
Musab Akdeniz gençliğin sorunlarına değinerek devam ettiği konuşmasında; gençliğin en hastalıklı, problemli, en çok üzerine oyun oynanabilir, günah sektörlerinin gözdesi olarak algılandığını ifade etti.
Üniversite gençliğinin, kültürel yenilenmenin bir çeşit öncü grubu olduğunu, toplumsal değişmenin-gelişmenin, yeniden üretmenin en önemli dinamiği olduğunu ve en önemli bir “hız belirleyicisi” olduğunu söyledi. Gelecekte alacağı görevlerle toplum ve eğitim öğretim bakımından önemli sosyal tabakayı oluşturduğunu ve bu nedenle ideolojilerin dikkatlerini bu alana yönelttiğine dikkat çekti.
Üniversitelerin kültürel yenilenmede başrol oynadığını ve üniversite kurumlarının bir nevi strateji belirleme merkezleri olduğunu ifade etti.
“Bizlerin üniversiteden beklentileri farklıdır, farklı olmalıdır. Biz yönetime sahip olmak, rahata ulaşmak, eğlenmek, salt olarak bir meslek sahibi olmak amacıyla yönelmiyoruz. İslami kimliğimizle, sorumluluk bilincimizle bakıyoruz." dedi.
Gençliğin üniversite döneminde yaşadıklarını anlatarak, üniversitede gençlerin uyum sorunu yaşadıklarını ve bir kültür şoku geçirdiklerini ifade etti. Gencin üniversitede bir değişim sürecine girdiğini ve bu değişim sonucunda öğrencinin kendi hayatını o yönde şekillendirdiğine dikkat çekti.
Müslüman gençler kuşatma altında
“Müslüman bir genç kuşatma altındadır. Zulüm ve ifsatla karşı karşıyadır. En güzel bir biçimde mücadele bilincini kazanmamız gerekiyor.” sözleriyle devam ettiği konuşmasında üniversite gençlerinin sorumluluklarından bahsederek; iffetin korunması gerektiğine, sorumluluk bilincinin kazanımı ve şahsımızın ve çevremizdekileri inşa etmede görev aldığımızın bilincinde olmamız gerektiğine, gençliği kuşatmak ve gençlerin ilgilerini, dikkatlerini kendimize çekmemiz gerektiğine vurgu yaptı.
İslami çevrelerle ilişkilerimizin hassasiyetle korunması ve geliştirilmesinin gerekliliğine değinerek, aksi bir tutumun bireyciliğe yol açabileceğini belirtti.
“En önemli sorumluluğumuz, İyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmaktır”
Tebliğ sorumluluğumuzun erteleyemeyeceğimiz bir sorumluluk olduğuna dikkat çekti. Ali İmran 104’de belirtildiği üzere kurtuluşa erenlerin iyiliği emreden ve kötülükten men eden topluluklar olacağını söyleyen Musab Akdeniz, en önemli sorumluluğumuzun İyiliği emretmek ve kötülükten de sakındırmak olduğunun altını çizdi.
Üniversiteler yatırım yapma yeridir
Kent kültürünün, modern veya post modern hayatın bizden götürdüklerini dikkate alarak, nefis tezkiyesi yapmalı, irfani boyutumuzu, tefekkür dünyamızı geliştirmeli ve bizi zinde tutacak dualar etmeli ve namazlarımıza ehemmiyet vermemiz gerektiğini vurguladı.
“Üniversiteler bizler için bir yatma yeri değil, yatırım yapma yeridir. Toplumdan kopuk değildir ve olmamalıdır.” sözleriyle devam ettiği konuşmasında imanımızı ve salih amellerimizi arttırmamız ve bu konuda büyük çaba sarf etmemiz gerektiğinin altını çizdi.
Bizim modern hayatın imtihanı olan dünyevileşmenin; dünya ile ahiret arasındaki dengeyi kaçıran büyük bir imtihan olduğuna da dikkat çekti.
Sinsi bir hastalık: Bireyselleşme
Geçmişimizin, geleneğimizin getirdiği tecrübelerden birikimlerden faydalanarak bizden sonraki gelecek üniversiteli genç kardeşlerimize mücadele bilinci, bir kültür ve iyi bir örneklik sunabilme sorumluluğumuzu diri tutmamız gerektiğini ifade etti.
“Bireyselleşmenin çok fazla olduğu günümüzde, Müslümanların arasında da yayılan bu sinsi hastalıktan kaçınmamız gerekiyor. Yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek çalışmalı, mücadele etmeli ve üzerimize düşen sorumlulukları fedakârlıkla yerine getirmeliyiz” cümlesiyle konuşmasına son verdi.
Son olarak konuşmasını gerçekleştiren Furkan AKDENİZ, gençliğin toplumsal ve siyasi dönüşümlerde motor görevi gördüğünü belirterek başladığı konuşmasında; İran İslam Devriminde ve Cezayir İslami Kıyam’ında gençlerin büyük rol oynadığını, bugün de Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalarda gençlerin aktif rol aldığını ve gençlerin bu dinamizminin itekleyici-ateşleyici güç olduğunu ifade etti. Böylesine önemli bir konumu olan gençlerin kendi haline bırakılmadığını, sürekli olarak belirli bir eğitim formasyonundan geçirildiğini ve bu sistemin devlet denetimi ile sürekliliğini kazandığına dikkat çekti.
Üniversiteler hiçbir zaman özerk olmadı
Türkiye’de sistemin üniversiteleri sürekli kontrol altına almaya çalıştığını tarihten örnekler vererek üniversitelerin hiçbir zaman özerk bir kurum olmadığını ortaya koydu.
Eğitimin önemine değinerek devam ettiği konuşmasında; İslami kimliğe sahip fertlerin oluşmasında, toplumsal dönüşümde ve vahyin sosyalleştirilmesinde önemli bir olgu olduğunu ifade etti. Peygamber(as) ve ashabının ilk dönemlerden itibaren alternatif Kurani bir eğitim sürecinden geçtiklerinin altını çizdi. Bugün mevcut cahili sistemin örgün eğitim kurumları ile böyle bir eğitimin yapılmasının mümkün olmadığını da ekledi.
Rejimin eğitim kurumları olmazsa olmaz değildir
Müslümanların üniversitelere gitmek konusuna olmazsa olmaz olarak bakamayacağını, bizlerin Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmakla sorumlu olduğumuzu vurgulayan Furkan Akdeniz;
“Bizim Müslüman olarak temel amacımız; eğer İslami kimliğe sahip olmak, dünya ve ahiretimizi kazanmak ise bunun için rejimin eğitim kurumları olmazsa olmaz değildir. Ve bir Müslüman için dünyaya ilişkin beklenti katsayısı bu kadar yüksek olan üniversite kapısından girmek amaç haline getirilemez. En baştan beri söylemeye çalıştığımız gibi hayatın anlamı üniversiteye gitmek, iyi bir mesleğe sahip olmak değildir, hayatın anlamı Allah’ın Kuran’da vazettiği dini yaşama, yaşatma gayreti içinde olmak, çocuklarımızı bu bilinçle yetiştirmektir. Bunun dışında üniversiteyi, liseyi ya da ilköğretimi hayatın akışı içerisinde ancak hak ettiği ölçüde değer verilmesi gereken alanlar olarak görmeliyiz.“ dedi.
Alternatif İslami eğitimi uygulamak zorundayız
Müslümanların alternatif İslami eğitim sistemini oluşturmaları gerektiğini, sistemin ifsat edici etkilerine karşı direnmede en etkili yolun alternatif İslami eğitim sürecine girmek olduğunu ve böyle bir ortamı, imkânı hazırlamak zorunda olduğumuzun altını çizdi ve şöyle devam etti:
“Yaşadığımız ülke her açıdan cahili kirlilikler içeren bir yer. Ve bu kirlilikler sadece bizim elbisemizi kirletmiyor. Birlikte yaşadığımız toplumu -ki onlar bu türden cahili etkilere karşı daha korunaksızlar- onları da kuşatıyor. Bu anlamda eğitim alanında var olan, zihinleri ele geçiren uygulamalara karşı çıkmalıyız. Çünkü bizim tebliğle sorumlu olduğumuz bir toplumu daha 6-7 yaşında itibaren faşist antlarla, marşlarla, törenlerle ve inkılap tarihi gibi yalanlar üzerine kurulmuş tarih anlatısı ile eğitiliyor. Bu tür uygulamalara karşı çıkmak zorundayız. Sonuçta iki yönlü bir mücadele içinde olmak zorundayız. Birincisi alternatif İslami eğitim, bunun yaşı, sınırı yok, herkese lazım. İkincisi cahili sisteme karşı bütüncül ve parça parça mücadele içinde olmalıyız.”
Müslüman bir öğrenci için üniversitenin anlamı
Üniversitenin hayatımızda 4-5 yıllık bir dönemini kapsadığını, Böylesi uzun bir dönem, atıl bir vaziyette, kapsama alanı dışında, sadece rızık alanını kapsayacak olan bilgiyi ve diplomayı edinmenin hedefiyle geçirmenin, hayatı parçalamak olduğunu, bunun da dini parçalamak anlamına geldiğini söyledi.
Üniversite’de muhataplarımızla ilişkilerimiz
İlişkilerimizin temel belirleyicisi Kuran ve sünnet olmak zorunda olduğunu, “Müslümanlar birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı izzetli ve şedit olurlar” (Fetih29) ayetinin dünyanın neresinde olursa olsun tüm Müslümanlar için temel ilke olduğunu ve terk edilemeyeceğini söyledi. Bu hususlara teorik olarak Müslümanların itiraz etmediğine fakat bu ilkelerin pratiğe yansımadığına veya tesirinin az olduğuna da dikkat çekti. Müslümanlarla olan ilişkimizi oluştururken mutlaka kardeşlik perspektifinden yaklaşmakla mükellef olduğumuzu hatırlattı.
İslam’a açıktan düşmanlık yapanlara müsamaha gösterilemez
Sol-sosyalist unsurlarla olan ilişkiler de Kuran’da belirtildiği üzere ‘düşmanlık yapmak’ kıstasına göre belirlendiğini, İslam’a ve Müslümanlara açıktan düşmanlık yapan, yok etmeye çalışan gruplara karşı hiç bir şekilde müsamaha, iyi niyet gösterilemeyeceğini ifade etti.
Bunların dışında kalan kitlelere karşı da ıslahi bir dille yaklaşmak, önce vahiyle tanışmasını daha sonra da vahiyle doğru ilişki kurmasını sağlamaya çalışmak gerektiğini belirtti.
Gençlik ile cemaat ya da yapı ilişkisi nasıl olmalı
28 Şubat sonrası nesillerin değişmesiyle belirgin bir şekilde ortaya çıkan cemaat ile gençlik arasında ilişkinin nasıl kurulacağının bir sorun olduğunu savunan Furkan Akdeniz şöyle devam etti:
“Bu sorunun liberal, post-modern etkilerin yoğun hissedildiği bir döneme rastlamasıyla ciddi bir problem halini aldı. Öteden beri radikal, tevhidi akımlar sorgulayıcı, eleştirel bir tarzda olaylara yaklaşmışlardı, doğal olarak bu camiaların yetiştirdiği çocuklarda bu özellikleri kopyaladılar ve bu sefer cemaate karşı kullanmaya başladılar. Cemaat ve cemaatin öncüleri yeni bir dönemde olduklarını iyi okuyamadılar, gençlikle ilişkiyi doğru, dengeli bir zemine oturtamadılar.”
Üniversitedeki İslami çalışmaların tek başına bir şey ifade etmeyeceğini, bu çalışmaların üniversite öncesi ve sonrası ile bir bütünlük arz ediyorsa anlamlı olacağına vurgu yaptı. Ne kadar iyi bilince sahip olsak da, kendi lokal alanımızda İslam'ı yaşamaya çalışsak da bunu toplumun tüm alanlarına ve katmanlarına yansıtmadıkça verim alamayacağımızı söyledi. Üniversitelerdeki çalışmalar da ancak ilkeli ve tutarlı bir yapının uzantısı olurlarsa fayda ve umut vereceğini, aksi takdirde üniversite bitmesiyle birlikte mücadelenin de biteceğini sözlerine ekledi.
Panel, katılımcıların soruları ile son buldu.
HABERE YORUM KAT