Müslüman Kimliğinin Belirleyiciliği
Dünyada yeni bir döneme girildiğinden daha önce de muhtelif yazılarımızda söz etmiştik. Bundan önceki yazımızda üzerinde durduğumuz Asya’da yeni dengeler oluşması da bu yeni dönemle ilgilidir. Amerikan emperyalizminin yeni dünya teorisi daha hayatın gerçekleriyle tanışamadan dünyaya veda etmek zorunda kaldı. Bunda en önemli rol oynayan hadise de eski ABD başkanı Bush’un söz konusu teoriye dayanan güç temelli hâkimiyetini sağlamlaştırmak amacıyla açtığı cephelerde karşısına çıkan direniş engelini aşamaması oldu.
Dünyadaki yeni merhalede bölgesel güçler teorisi üzerinde durulduğundan daha önce muhtelif yazılarımızda söz etmiştik. ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik krizden dolayı tedrici bir şekilde kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalması ve özellikle de askerî tehdit gücünün etkisini kaybetmesi sebebiyle özellikle İslâm coğrafyasında bir boşluk oluşmaya başlamıştır. Türkiye’nin de hayata geçirmeye çalıştığı dış politikasında özelde bulunduğu coğrafi bölgede genelde ise İslâm coğrafyasında bu boşluğu doldurma çabası içinde olduğu görülüyor. Müslüman halkların Türkiye’nin bu ataklarına olumlu yaklaştığı ve ümitlendiği müşahede ediliyor. Çünkü ABD’nin yerini doldurmayı değil sıfır problem ilkesine dayalı bir dayanışmayı amaçlamaktadır. Bizim gördüğümüz kadarıyla Pakistan ve Afganistan yönetimlerinin, son dönemde Türkiye’nin girişimlerine ilgi göstermeleri ve onun öncülüğünde bir araya gelmeyi kabul etmeleri halklarda oluşan bu olumlu yaklaşımı ve ümitli bekleyişi görüp dikkate almalarından ileri geliyor.
Gazetemizin yazarlarından arkadaşımız Mustafa Özcan’ın bir yazısında üzerinde durduğu bir konu vardı: Sahibini arayan rol. Mustafa beyin bulunduğu bir sohbette de üzerinde durduğumuz bu konu eski Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın bir sözüyle ilgili. Abdünnasır, sahibini arayan rolden söz ediyor ve kendilerinin işte o role sahip olduklarını ileri sürüyor. O bu sözü dağılmış haldeki Arap dünyasının birlikteliğinin sağlanması konusunda Mısır’ın konumu açısından söylemişti. Gerçekten o zaman Arap dünyasında böyle sahibini arayan bir rol vardı ve Mısır ona uyuyordu. Abdünnasır’ın kendisinin de Arap ulusunu birleştirme ilkesine dayalı ideolojinin başını çekmesi sebebiyle işaret ettiği kalıba uyduğunu düşünmesi doğaldı. Ama o role sahip çıkmada başarılı olamadı.
Bugün İslâm coğrafyasında, Müslüman halklar arasında güç birliğinin sağlanması, küçük parçalardan büyük bir bütün çıkarılması için sahibini arayan rol var. Sözünü ettiğim sohbette bulunan arkadaşlarımızın tamamı böyle bir rolün sahibinin Türkiye olabileceğini düşünüyorlardı. Özellikle son dönemde Müslüman toplumlarda oluşan olumlu yaklaşım ve beklenti bu kanaatin güçlenmesini sağlamıştır. Fakat böyle bir role sahip çıkma konusunda başarılı olunabilmesi için Müslüman kimliğinin belirleyici olduğunun dikkatten uzak tutulmaması gerekir.
Eğer böyle bir role sahip çıkmada pragmatist ve makyavelist yani faydacı, ulusal çıkarları esas alan yaklaşımlar öne çıkarılırsa başarılı olunamayacağı gibi halklarda oluşan ümit de hayal kırıklığına dönüşür. Böyle bir stratejinin öne çıkarılması durumunda küresel emperyalizmden bölgesel emperyalizme götüren bir yola girilmiş olur ki ezilmişlikten kurtularak İslâmî kimliğini esas alan bir güç birlikteliği oluşturulmasını arzulayan Müslüman halklar buna olumlu bakmaz. Yapılması gereken Müslüman toplumlar arasında barış temelli dayanışma ve işbirliğinin gerçekleşmesine öncülük edilmesidir.
İslâm coğrafyasında oluşan yeni dengelerde Filistin davasına bakışın, burada gasp edilmiş haklara sahip çıkma konusundaki samimiyetin de belirleyici bir unsur olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Bu konuda samimiyetin ortaya konması işgalci Siyonistin tehditlerine ve saldırgan tutumuna aldırış etmeden Filistin halkının meşru haklarına sahip çıkma kararlılığının sürdürülmesiyle mümkündür. İşgalci Siyonistin Türkiye üzerinde hiçbir yaptırım gücü yoktur ve ikili ilişkileri olumsuz etkileyecek her adımdan zarar görecek taraf sadece kendisidir. Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesine sahip çıkmak ise Türkiye’nin samimiyetini ortaya koyacağı gibi bileğini de güçlendirecektir.
Pakistan ve Afganistan’daki mevcut yönetimler şimdiye kadar izledikleri çizgilerinden dolayı halklarıyla bütünleşememişlerdir. Fakat atılacak adımların hedefi yönetimlerin konumlarının değil halklar arasındaki dayanışma ve işbirliğinin güçlendirilmesi olursa diplomatik usul gereği iş başındaki yetkililerin muhatap alınması tabiidir. Şu var ki atılacak adımların amacı Müslüman halkların, yaşadıkları ülkelerde huzura kavuşmaları için istikrarlı bir yapının hâkim kılınması ve bu halklara kendi yöneticilerini özgürce belirleme imkânının verilmesi olmalıdır.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT