Müslüman "derdi" olandır!
Yaşar Değirmenci bir "dert" sahibi olmanın gerekliliğine dikkat çektiği yazısında malayani işlerle uğraşmanın sonuçlarını irdeliyor.
Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Çilemiz, çilesiz Müslümanlar!
İnsanı önce susattılar, susattılar, sonra da su isteyince ‘tuzlu su’ ikram ettiler. Susuzluklarını gidermek için içirdikleri su, daha çok susattı, hararetlerini daha da artırdı. Önce ihtiyaç belirlediler, sonra ‘ihtiyaç listesi’ koydular önlerine. İradeleri ellerinden alındı âdetâ… Hz. Ömer “Biz, yoklukla, kıtlıkla imtihan olduk kazandık. Varlıkla imtihan olduk, kaybettik” derken ne kadar haklıymış. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevaziliğin, sade hayatın unutulduğu, hayru hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Tıpkı halimizi resmeden şu âyet gibi “…Yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkmadı. (kendilerini kurtardığımız bir azınlık dışında) Zulme eğilimli çoğunluksa, ayartıcı dünyevî zevklerin peşine takıldılar ve günaha gömülüp gittiler.” (11 Hud 116)
İhtiyaçlarını insanımız değil, kendileri belirleyince de neyin ihtiyaç, neyin israf, neyin zaruret, neyin lüks olduğunu ayırt edemez hale getirdiler. Sonuçta, hayatının hiçbir döneminde “Bu kadar yeter” deme hakkına sahip olamayan şahsiyetsiz bir toplum oluşturuldu. Sürü toplum. Ne için eğlendiğini, ne için sevindiğini, neye üzüldüğünü bilemeyen bir toplum. Cemil MERİÇ’in tâbiriyle şuuru iğdiş edilmiş bir toplum. Teşrifat, mefruşat, şatafat, gürültü patırtı içinde okumaya, düşünmeye, kendini dinlemeye, nefis muhasebesi yapmaya vakit bırakmayan hayat tarzının ürünü bir toplum. Fıtrata dönmek, aileye, yuvaya evimize dönmek, kulluğu hatırlamak çok mu zor? Kulluğu hatırlamayanların dünyaya ve içindekilere kul olmaktan kurtulamayacaklarını kim, nasıl hatırlatacak?
Hayat tarzımızı öylesine bozdular ki, ev alırken eşyaya göre ev aranır hale geldi. Gıravata göre elbise, çoraba göre ayakkabı, rafa göre kitap! Değerimiz yoktu artık. Fiyatımız vardı. Kullandığımız eşya, bindiğimiz araba, giydiğimiz markalar, oturduğumuz muhitlerdi bizim kıymetimiz. Ahlak zaten yerini ‘etik’e bırakmıştı. Paylaşma, yardımlaşma, dert edinme, üzülme, sevinme, hassasiyet gösterme uyuşmuş bir toplumda yer bulamayan kavramlardı artık. “Vermek” kavramıyla açılan kapıda, daha ilk adımda bizi karşılayan şefkat, merhamet, muhabbet gibi duyguları geliştirmeye, tahammül etmezler. Onların tanıdıkları hayat hakkı faiz sistemidir. Bu yamyamlığın öldürmeyip süründürdüğü silahıdır. Sıkıntıya düşen insana, tüketim uygarlığının yardım eli, ‘karzı hasen’i öldüren katil eli faizdir. O sistemde de birbirinin yardımına koşan, başkalarının iyiliği için kendisini zarara sokan, sevdiğinden veren insanlar için yer yoktur.
Akraba ziyaretlerinin yerini alışveriş merkezlerini ziyaret aldı. Mescid, namaz ihtiyacından ziyade, AVM’lerde boşa geçirilip ‘kazaya bırakılma ihtimali namazlar’ için düşünülen mekânlardı artık. Halimize göre yaşama değil, her hal ve şartta ‘lüks ve israf içinde yaşama’ olmazsa olmazımız oldu. Nasıl olsa imdadımıza yetişen ‘kredi kartları’mız vardı. Sade hayat yaşamak mı? O nasıl soru öyle. Rahatı kaçıran soru sorulur mu hiç?
Ömürler tükendi, değerler tükendi, insanlık tükendi, çevre tükendi. Tüketici ise ne kadar memnundu. Sayısız günler de uydurdu malını satabilmek için. Anneler gününden babalar gününe, yetmedi dedeler günü. O da yetmedi sevgililer gününden hemşireler gününe kadar.
‘Hediyeleşmek’ gibi dini hatırlatan kavramlar unutuldu/unutturuldu. Kendi değerlerimiz, kutsallarımız yerini ‘çağdaş hurafeler çöplüğü’ aldı. Sekülerizm, paganizm yerleşti/yerleştirildi. Eğitim sistemimiz de Batı emriyle hareket ettiği, Batı’nın kavramlarıyla düşünen bir yapı oluşturulduğu için “Allah’a ısmarladık” yerini ‘by by’a (bay bay) bıraktı. “Allah’a emanet olun” kullanılmaz, söylenmez oldu. Dert de çile de bitmez. Necip Fazıl’ın “Çilemiz çilesiz Müslümanlar!” sözünü hiç unutamamam. Hele cemaatlerin hali içler acısı.
Müslümanlar için düşündükleri, kapitalizmin kölesi yapmak! Plan ve programları da ‘Tüketimi bir hayat biçimi haline getirmemizi gerektiriyor. Artık mal satın alma ve kullanmayı düzenli bir dinsel tören haline getirmeli, ruhsal doyumu ve egolarımızın tatminini tüketimde aramalıyız. Eşyayı gittikçe artan bir hızla tüketmek, eskitmek, yıpratmak, atmak ve yenilemek zorundayız.’ Bu! Tamir yok artık hayatımızda. Gardolaplarımız tıka-basa dolu. ‘Eskisi olmayanın yenisi olmaz’ denirdi. Hep ‘yeni’ olduğu için ‘eski’ bilinmez hale geldi. Dünyada, sanal dünyalarının cennetlerinde sanal mutluluklar içinde yaşayanları ‘Cennet nimetleri’ ilgilendirmiyor, ‘Cehennem azabı’ korkutmuyor artık. Cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesini görür gibiyiz.
Her şeye rağmen unutmayalım ki, Umut Ümmetinin Peygamberi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz de: “Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? Sade hayat imandandır; sade hayat imandandır” diyerek bizleri ikaz etmişlerdi.
Ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapıp ibret almalı. ‘Peygamberler Tarihi’ ve ‘Toplumların helak sebebi’ gibi kitaplarla haşir-neşir olmalı. Vakitleri yoksa Üstat, Sezai KARAKOÇ’un sadece ‘Tufan’ yazısı bile yeter ibret almak isteyenler için…
HABERE YORUM KAT