Müslüman coğrafyalarında‚’getto’laşmaya yer olmamalıdır!
Tımarhane bahçesinin demir parmaklıklarının iki tarafında, iki kişi, öbür tarafa bakıyorlar.. Birisi içerde, birisi dışarda.. Ama, içerisi ve dışarışı neresi? Bunu belirlemek asıl mes’ele..
İkisi de diğer tarafı ’içeri’ bildiğinden, birbirine aynı şeyi soruyor: ’-Siz içerde kaç kişisiniz?’
Hürriyet’ten E. Ö., 13 Ağustos yazısını, Tayyîb Erdoğan’a, ’Tesettür gettolarından çıkmanın ülkeye kazandıracağı çok şey var.’ diye noktalıyordu; ’dervişin fikri neyse, zikri de odur..’ misali.. ’Ne Atom Bombası, ne Londra Konferansı../ Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, / Umurunda mı dünya..’ demişti, 60 yıl öncelerde, Orhan Veli.. E. Özkök de öyle.. Ne Kafkaslar, ne başka bir şey.. Onun aklı-fikri, Başbakan’ın ’içki içmesi.’ ve tesettür anlayışı.. (Getto, hristiyan dünyasındaki yahudilerin, kendilerini saldırılardan korumak için, şehirlerin içinde, etrafı surlarla çevrili, dış dünyadan kopuk, kendi ölçülerine göre yaşadığı mahalleler olup, bugün Avrupa’da, azlık -özellikle müslüman- topluluklar için de kullanılmakta..)
Ama ilginçtir, mezkûr Gen. Yy. Md., Türkiye’deki bütün bir müslüman halkı da, ’getto’da sanıyor.. Halbuki, asıl ’getto’da yaşıyanlar, onun ’laik dünya’sında yaşıyanlar..
Tahran’a gidenler bilirler ki, ’lüks otellerde veya villalar’da, halkın genelinden çok ayrı bir dünyada, zevk’u safâ içinde sürdürmeye çalışan bir taife vardır ki, halk onları ’koloniha ve tufaleha-y’ı garb’ (Batı kolonileri ve süprüntüleri..) olarak isimlendirir.. Gerçek de budur..
Biz de E. Ö. gibilere, ’o sosyetik/ laik ’getto’larınızdan çıkıp halkla bütünleşmenin ülkeye kazandıracağı çok şey var.’ desek, ’mahalle baskısı’ diye feryad edecek, ’medya kaynaklı mahalle baskısı’nı tezgahlayacaklardır. Halbuki, müslüman toplumların değerler dünyasında insanları ’getto’larda yaşamaya mahkûm eden anlayışlara yer yoktur.. E. Ö.’lerin de kendi zihinlerinde oluşturdukları ’getto’larından kurtulmalarını temenni ederiz..
*
İran İslâm Cumhûriyeti’nin (iç hukuk açısından en üst makam, İnkılab Rehberliği ve Velayet-i Fakîhlik makamı olsa bile), uluslararası hukuk ve diplomasi planındaki en üst makamı olan cumhûrbaşkanlığı makamında bulunan Mahmûd Ahmedînejad’ın İstanbul’da gelmesi önemli bir gelişme.. Ahmedînejad’ın dünya müslümanlarının kültüründe, müslüman gücünün merkez üssü olarak yer eden, İstanbul’u seçmesi ve yaptığı konuşmalar bize, müslüman toplumların kendi coğrafyalarında bile ’getto’lara hapsedildiklerini yeniden hatırlatmış oldu..
Ahmedînejad, dün basın toplantısında, görüşlerini ortaya koyarken, Ortadoğu’nun huzursuzluğunun, temel saiklerinden birisi olarak, siyonist İsrail rejimi olduğunu dile getiriyor ve son 60 yıl içinde, Ortadoğu’da patlak veren bütün savaşların temelinde aslında, bu rejimin varlığının korunması hesabının yattığına dikkat çekiyor, ’hastalığın kökleri’ni ve ’tedavi yolu’nu gösteriyordu..
Avrupa’da asırlarca, ’getto’larda yaşayan yahudiler adına hareket eden siyonistlerin, bu kez, Filistin halkını kendi özö vatanlarında bir ’getto’ hayatı yaşamaya mahkûm edişlerinin acısını hepimiz yüreğimizin derinliklerinde yaşamalıyız.. Dahası, sadece Filistin değil, hemen bütün müslüman coğrafyalarında, halklar, kendi ülkelerinde ’getto’larda yaşamaya mahkûm edilmiş durumdadırlar.. Çünkü, yönetim mekanizmaları emperyalist güçlerin pençesindedir..
Ahmedînejad, dün, ’bölgedeki bütün rahatsızlıkların temelinde, bütünüyle uydurma ve işgalci olan siyonist rejim vardır..’ derken, bu konuya da dikkat çekmiş oluyordu.. Mes’elenin sadece Filistin’le sınırla kalmadığı gerçeğine..
Ahmedînejad ayrıca, kendilerinin ’yahudi düşmanı’ (anti-semit) oldukları suçlamasını da reddediyor ve ’düşmanlıklarının yahudilere değil, siyonistlere yönelik’ olduğunu belirterek, ’siyonistlerin dini yoktur, onlar bir cinayet şebekesidir..’ diyordu.. Bu tesbitler üzerinde durulmayı gerektiriyor.. Çünkü, aslı itibariyle ’vahy-i ilahî’ye dayalı olan hiçbir dinin zulme, cinayete alkış tutamıyacağı açıktır.. Ama, siyonist yahudiler, Avrupa’da ve diğer hristiyan toplumlarda asırlarca mâruz kaldıkları zulümler ve ’getto’ uygulamalarının daniskasını Filistin’de 60 yıldır müslümanlara uygulamakta ve dahası, emperyalizmin entrikalarıyla diğer müslüman toplumların yönetimlerine getirilen kadrolar eliyle, bu halkları‚ büyük ’getto’larda bir esaret hayatı yaşamaya mahkûm duruma düşürmüşlerdir.. Bu yönetici kadrolar, müslüman halk ve ülkelerin tepelerine kondurulmuş, ruhları yabancılaşmış, kendi halkının ve ülkesinin aslî değerlerine düşman kesilmiş ’mankurt’laştırılmışlar güruhudur ve onların hemen herbirisi, emperyalist merkezlerden verilen işaretlere göre varlıklarını sürdürmenin çabasını sergiliyorlar.. Ama, İran, gerçekleştirdiği ’İslam İnkılabı Hareketi’yle bu fâsid daireyi kırmış ve zenciri parçalamıştır.. ona tabiatiyle, şimdi başka toplumlar da imreniyor ve zencirlerini kırmak için kendi özel şartlarına göre çırpınıyorlar; Türkiye ve Mısır örneğinde olduğu üzere..
*
İlginçtir, 370 yılı aşkın bir süredir, aralarında askerî olarak bir savaş cereyan etmemiş iki komşu ülke olmak gibi bir özellik taşımasına rağmen, İran ile Osmanlı (ve bugün Türkiye) arasında bir daimî düşmanlık olduğu iddiaları hep canlı tutulur ve Osmanlı’nın yıkılmasından İran’ın memnun olduğu iddia olunurdu.. Şahlık döneminde böyle bir kör anlayış sergilenmiş olsa bile, İslam İnkılabı’nın Rehberi olan ’merhûm İmam Khomeynî, ’Osmanlı’nın tarih sahnesinden bertaraf edilmesini, müslümanların zayıflatılmasına vesile olması açısından, derin teessüflerle zikretmekteydi, ’Keşf’ul Esrar..’ isimli kitabında, 50-60 yıl öncelerde...
Aynı konuyu Ahmedînejad’ın da dünkü basın toplantısında net bir şekilde dile getirmesi ve Osmanlı’yı, ’emperyalist dünyanın saldırılarına karşı bir sedd olarak zikretmesi ve bu seddin yıkılmasıyla, ortaya çıkan felaketlerin bugüne kadar uzandığını’ bir kaç kez tekrarlaması, son derece önemlidir.. Kezâ, Ahmedînejad’ın -sanki, şiî ve sünnî müslümanlar birlikte namaz kılamazlarmış gibi bir havadan istifade etmek isteyenlerin iştahını kursağında bırakıp) Cuma namazını Sultanahmed Camii’nde kılması, müslüman halkların birbbirlerine karşı yabancılaştırmaya çalışanlara karşı vurulmuş bir şamardır.. Ki, nice sünnî müslümanlar da, şiî müslümanların Cuma namazlarına katılmışlardır.. Bu açıdan, müslüman toplumları özellikle mezhebî, kavmî veya sair fitneci tahrik noktalarıyla birbirinden ayrı düşürmek isteyenlere dün de, bir kez daha fırsat verilmemiştir.. Bu anlayış, daha da geliştirilmelidir..
*
Bu vesileyle şunu da ekleyelim: Ahmedînejad’ın ziyaretinin önlenmesi için, başta B. Amerika ve İsrail olmak üzere, uluslararası bütün şerr odakları ellerinden gelen baskıyı yaptılar, ama, önleyemediler.. Olması gereken de bu idi.. Ancak, olması gereken bir başka şey daha var ki, o da, hiç bir ülkenin bir başka ülkeye, ’filanla görüş veya görüşme!’ diye bir destur vermek küstahlığında bulunamaması hususudur..
Abdullah Gül ve Tayyîb Erdoğan, Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak, bu hususu, o gibi küstahlıkları yapanlara karşı kesin bir ihtarla hatırlatarak, bir daha böyle bir talebin asla yapılamamasının temellerini atabilirler ve bu da, onların hayırla anılmalarına vesile olur.
YAZIYA YORUM KAT