Müslüman coğrafyada seküler faşizm...
Taha Kılınç, Bangladeş muhalefetinin seküler liderleri ile Türkiye'deki sol-seküler çevrelerin ilişkisini inceliyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Seviyesizlik
Büyük Britanya İmparatorluğu, 1858’de tamamen işgal ettiği Hint Alt Kıtası’nı yaklaşık bir asır boyunca sömürdükten, yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendi zimmetine geçirdikten ve halklarını da birbirine düşman kamplara böldükten sonra, 1947’de Hindistan ve Pakistan adında iki devlet oluşturarak bölgeden çekilmişti. Ancak alt kıtanın taksimi, şurada bir cümleyle ifade edildiği şekilde basit ve hızlı olmadı:
Müslüman, Hindu ve Sihler arasında yaşanan kanlı çatışmalara, Pakistan ve Hindistan topraklarına doğru harekete geçen milyonlarca insanın göçü ve bu göçün meşakkatleri eklendi. Nihayetinde en az 1 milyon insan, taksim sırasında feci şartlar altında hayatını kaybetti. Keşmir’i kanayan bir yara halinde bırakan İngiltere, -Hindistan’ın aksine- Pakistan’ı fiziksel açıdan iki parçaya ayırmıştı: Batı Pakistan ve Doğu Pakistan. Sözde bağımsızlığını kazanmış tek bir ülkeydi Pakistan, ancak iki parçası arasında 2 bin kilometre mesafe ve devasa bir Hindistan vardı. Böyle bir siyasî oluşumun yaşamayacağı açıktı, nitekim yaşamadı da…
1971’de Hindistan’ın desteklediği ve silahlandırdığı Bengal milliyetçileri, batıdaki merkezî Pakistan yönetimine karşı ayaklandılar. Yaklaşık 5 ay süren ve yüzbinlerce insanın hayatına mal olan kanlı bir iç savaşın sonucunda, Pakistan’ın doğudaki parçası bağımsız bir devlet haline geldi: Bangladeş.
Bağımsızlıktan hemen sonra, milliyetçi cephe ülke içindeki “Pakistan’la birleşik halde yaşama” yanlılarına yönelik bir hesaplaşma başlattı. “Savaş Suçları Mahkemesi” kurularak, burada önce Pakistan taraftarları, ardından da siyasî muhaliflerin tamamı yargılandı, müebbet hapislere mahkûm edildi veya asıldı. Hâlen devam eden bu süreç çerçevesinde, özellikle Cemaat-i İslâmî Partisi, Bengal milliyetçileri tarafından hedefe oturtuldu. “Ganajagaran Mancha” başta olmak üzere birçok faşist grubun söylemleri, hızla İslâm düşmanlığına evrildi. Seküler yazar-çizer takımının ve sanatçı kesimin de ateşli biçimde desteklediği bu söylemlerle, Bangladeş, İslâm dünyasında İslâm düşmanlığının en güçlü olduğu ülkelerden birine dönüştü.
Savaş Suçları Mahkemesi’nin idama mahkûm ettiği ilk önemli Cemaat-i İslâmî mensubu -Hint Müslümanlarının meşhur siyasî ve edebî şahsiyetlerinden biriyle aynı adı taşıyan- Ebul Kelam Azad oldu. 2013’te idam cezasına çarptırılan Azad, gıyabında mahkûm edilmişti. Ancak diğer bazı Cemaat-i İslâmî yöneticileri onun kadar şanslı değildi: Abdülkadir Molla 2013’te, Muhammed Kamaruzzaman 2015’te, Mutiur Rahman Nizami ve Mir Kasım Ali 2016’da idam edildiler. Mahkeme heyetinin 90 yıl ağır hapis cezası verdiği Cemaat-i İslâmî’nin 91 yaşındaki lideri Gulam Azam, 2014’te hapishanede vefat etti.
Tüm bu yargılamaları avuçları patlarcasına alkışlayan, mahkeme safahatını takip ederek gazete yazılarına dönüştüren ve atfedilen suçlamaları büyük bir iştahla kamuoyuna duyuran Bangladeş sekülerleri içinde bir isim, özellikle dikkat çekiyor: Şehriyar Kebir veya Batılı dostlarının kendisini tanıdığı şekliyle Shahriar Kabir. Hakkında yazılan biyografilerde “insan hakları aktivisti, komünist, film yapımcısı ve yazar” olduğu özellikle vurgulanan Kebir, zaman zaman Türkiye’yi de ziyaret ediyor. Mevlânâ’dan okuduğu şiirler eşliğinde, “insan hakları aktivisti” rolünü aynı şekilde sürdürüyor.
Şehriyar Kebir, Bangladeş’te bir süre önce katıldığı bir canlı yayında, şu minvalde cümleler kurdu: “Türkiye’deki muhalif kesimlerle 2013’ten beri temastayım. Benimle istişare ediyorlar. Onlara Bangladeş’teki tecrübemizi aktarıyorum…” Asıl çarpıcı olan, sunucunun “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da tıpkı Cemaat-i İslâmî liderleri gibi savaş suçları mahkemesinde yargılanması yönünde, Türkiye’deki muhaliflerle müzakereler yaptığınız söyleniyor, bu doğru mu?” sorusunu, Kebir’in hiçbir şekilde yalanlamadan onaylamasıydı. Söz konusu konuşmanın geçtiği link: https://www.youtube.com/watch?v=un11dvEunZo (03.34’ten itibaren.)
Erdoğan’a ve onun politikalarına karşı olabilirsiniz. Ancak dünya üzerinde İslâm düşmanlığının linç ve kitlesel imha yöntemlerine dönüştürüldüğü bir coğrafyanın üçüncü-beşinci sınıf yazarımsılarını “fikir babası” edinmek nasıl bir seviyesizliktir, bunu anlamak çok güç doğrusu. Makul, mantıklı ve halkın benimseyeceği bir muhalefet sergileyerek iktidara oynamak yerine, tek motivasyonları İslâm düşmanlığı olan kesimlerle iş birliğinden medet ummak da, herhalde muhalefetin neden sürekli kaybettiğinin cevaplarından biridir..
HABERE YORUM KAT