Mursî, beklenenin de ötesinde cesur ve kararlı..
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî, beklenen de cesur bir ve kararlı ve ne yapacağı bilen birisi olarak yükseliyor..
Elbette, yaptıklarının geçmişten kalma ve hâlen de geçerli olan ve Yarı- Başkanlık sistemine dayalı Mısır Anayasası’nda kanunî dayanakları da var.. Ama, o yetkileri kullanmak yine de kolay değildi..
Çünkü, Husnî Mubarek’in devrilmesinden beri, ülkeyi bir yıldır yöneten Genelkurmay Başkanı 77 yaşındaki Mareşal Huseyn Tantavî başkanlığındaki Yüksek Askerî Şûrâ, Muhammed Mursî’nin seçilip, Devlet Başkanlığı’nı devralmasına 1 gün kala, Anayasa’ya ek maddeler koyup, Cumhurbaşkanı’nın başta ordu üzerindeki yetkileri olmak üzere, hemen bütün yetkilerini kırpmış ve onu adetâ bir icra memuruna dönüştürmüştü..
Mursî’nin bu engelleri nasıl aşacağı merakla bekleniyordu.. Çünkü Ordu’nun vesayetinde veya iki başlı bir yönetimin altından kalkılamıyacağı ortada idi..
Buna karşı bazı çevreler, ‘Mubarek ve Tantavî, anayasa üzerinde nasıl oynuyor idiyseler, Mursî de aynı şekilde yetkilerini kullanarak anayasada düzenlemeler yapar, merak etmeyin..’ dediklerinde, yine ihtiyatla karşılanıyordu..
Bu iyimser yorumlar yapılırken, Mursî, Mareşal Tantavî’yi, kendisinin ‘Başbakan’ olarak vazifelendirdiği Hişâm Kandil’in Hükûmeti’nde Savunma Bakanlığı’na yerleştirince, bazı çevreler rahatsız olmadı değil..
Sonra...
Geçen hafta, Gazze’den Mısır tarafına geçip Mısır’lı 16 polisin öldürülmesiyle sonuçlanan kanlı baskın eyleminin mahiyeti henüz de tam olarak anlaşılmamış olsa bile, Mursî, son derece sur’atli hareket etti.
İsrail rejimiyle 1979 başında imzalanan Camp David Andlaşması’na göre, Mısır’ın, İsrail sınırında ağır silahlar bulundurma hakkı olmamasına rağmen, derhal, sınıra tankları yerleştirdi ve arkasından da, çok önemli mevkı ve komutanlıklarda bulunan seçkin generallerden birkaçını azletti ve yerlerine kimleri getirdiğini de aynı kararnamede belirleyerek herhangi bir yönetim zaafına fırsat vermedi.. Azledilenlerden birisi de, Mısır Ordusu’nun İstihbarat biriminin başındaki general idi. Bu aziller açıklanır açıklanmaz, onbinlerce insan Başkanlık Sarayı önünde toplanarak, Mursî’nin bu uygulamalarını destekleyen gösterileri yaptılar..
Derken, 12 Ağustos günü akşam vaktine doğru gelen bir haber daha bir yürek ferahlatıcı idi.
Çünkü, Mursî, henüz 15 gün önce Savunma Bakanlığı’na getirdiği Mareşal Tantavî’yi ve Genelkurmay Başkanı Sâmi Ennan’ı emekliye sevkediyor ve Abdulfettah Sisî’yi Savunma Bakanlığı’na, General Sıdqî Subhî’yi de Genelkurmay Başkanlığı’na getiriyordu.. Dahası, Mursî, Mubarek’in devrilmeden önce yetkilerini devrettiği ve ülkeyi 1,5 yıl kadar yöneten Yüksek Askerî Şûrâ’nın, yönetimi Mursî’ye devretmesine bir gün kala, Anayasa’ya eklediği ek maddeleri de Anayasa’dan atıyordu.. Ki o maddeler, C.Başkanı’na ordu üzerinde hiçbir komuta ve kontrol yetkisi bırakmıyor, komutanların terfi, azl veya vazifelendirilmelerinde bir rol bırakmıyor; hattâ, Cumhurbaşkanı’na Ordu’nun ‘okey’ini almadan savaş ve barış yapma yetkisi bile vermiyordu. Şimdi, Mursî, bütün o düzenlemeleri de bertaraf etmiş bulunuyor.
*
Bu kararlı uygulama adımları, inşaallah, Mısır halkının sosyal bünyesinin daha bir muhtaç olduğu ‘qıst’ın, dünya nimetlerinin paylaşılmasında adâletin tesisi yolunda da atılmaya başlanır..
Mursî’nin uygulamalarının Mısır halkı nezdinde giderek daha bir uyanmaya ve kendisine daha bir güvenle bağlanmasına yol açacağa benziyor.. Nitekim, bu son temizlik hareketlerinden sonra, binlerce insan kendisine sevgi gösterirken, Mursî, halkın arasına karışmaktan çekinmemiş ve etrafını çeviren güvenlik güçlerini de kenara çekerek, halkıyla kucaklaşmıştır..
Tabiatiyle, bu gibi güvenliksiz kaynaşma gösterilerinin beklenmedik sürprizlerinin olabileceği de unutulmamalıdır..
*
Bir sıradışı m. vekilinin kaçırılması..
Dersim (Tunceli) m.vekili Huseyn Aygün, sıradışı bir CHP’li..
Aygün, 12 Ağustos akşam saatlerinde, Ovacık ilçesinden Tunceli’ye dönerken, derin vadilerde, yolu kesilip tehdidle arabadan indirilerek kaçırılmış bulunuyor..
Aygün, şu son 1 yıl içinde CHP’nin 70-80 yıldır sahib çıktığı ve ağzına almaktan bile kaçındığı çok hassas konuları dile getirebilen bir yapıda.. En sert konuları tartışırken bile, sâkin görüntüsünü değiştirmemesi ilgi çekiyordu.. Onun, 1937-38'deki Dersim Trajedisi ile ilgili açıklamaları, kemalist çevreleri ve en başta da CHP’yi de kızdırmıştı.. Çünkü, onun, "Dersim katliâmının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Atatürk'ün de bu olaylardan haberi vardı.." şeklindeki açıklaması, CHP için yenilir-yutulur cinsten değildi..
Aygün'ün gürültü koparan bir çıkışı da Alevîlik konusunda olmuş ve ‘Alevîliğin bir din’ olduğu şeklindeki sözleri, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve CHP m.vekili olan Sabahat Akkiraz gibi, ’alevî oldukları’nı açıkça belirten m. vekillerince suçlandı, ‘Alevilik din değil, inançtır. Müslümanlığın parçasıdır..’ denilerek..
Hüseyn Aygün, Ocak-2012’de de ‘Muhalif Gazete’ isimli bir yayın organına verdiği mülâkatta çok ilginç görüşler açıklamıştı. Bu röportajdan bazı bölümleree bakıldığında, onun PKK’yı da oldukça kızdırdığı ve hedef seçilmesinin boşa olmadığı anlaşılır..
Aygün o röportajda şu görüşleri dile getiriyordu -özet olarak-:
"KAN DÖKÜLÜRKEN BARIŞ SAĞLANAMAZ"
’*BDP’nin, barışın sağlanması yönünde, en azından söylem olarak yoğun çabaları var. Fakat örgütün de silah bırakmadığını ve kan dökmeye devam ettiğini görmek lazım. Hiçbir devlet, kan dökülen, her gün insanların öldüğü bir ortamda, barış masasına oturmaz. Hükümet görüşmeler yaptı, Oslo süreci ortaya çıktı ama ortamın uygun olması lazım. Sol bir hükümet bile olsa, dağlardaki silahlı örgüt mensupları eylem yapmaya devam ederken barış isteğini kararlı bir şeklide sürdürmez. Bu bakımdan, PKK’nın, öncelikle, hiçbir şekilde silah kullanmayacağını, bunu taktik değil, stratejik olarak benimsediğini söylemesi lazım.
-Daha önce PKK’ya benzer çağrılar yapıldı, daha mı farklı olmalı?
*Örgüt silah bırakmayacağını söylemeli, 3 ay 5 ay bırakıp sonra tekrar kullanması, beni bile artık bu meseleyi anlayamaz bir noktaya sürüklüyor. Ben bile bunun artık taktik olduğunu ve samimi bir istek olmadığını düşünüyorum. Bir de örgütün sivillere yönelik yaptığı eylemle var. Bu yaz boyunca, Dersim’de beş kişiyi kurşuna dizdi örgüt. Örgütün, o bölgede siyaset yapan bütün figürlere uyguladığı şiddet var, Diyarbakır’da ve Dersim’de. Aydın vicdanı bunları da kınamayı, sorumlu olmayı gerektirir. (…) Biz Dersim’de resmen, PKK terörü altında bir seçim kampanyası yürüttük, BDP terörü altında. Ama aydınlar hiç bunları gündemine almıyor, bunları da tartışmak, eleştirmek lazım. Tek yönlü eleştiri aydın vicdanına uygun değil.
-Nasıl bir tehdit bu, BDP Teröründen kastınız ne?
*Yani tehdit ettiler bütün güçleri, burası bizimdir, hiç kimse giremez, adaylar ajandır deyip yoğun bir şekilde propaganda yaptılar. PKK’lılar, köylere indi, halkı tehdit ettiler, bu sandıklardan, BDP’nin bağımsız adayına oy çıkacak diye. Diyarbakır’da da AKP’lileri tehdit ettiler. Oysa BDP Ankara’da siyaset yapıyor. Biri, BDP’lileri tehdit etse hepimiz karşı çıkarız. Ama orada PKK resmen terör estiriyor.
-Peki, açılım sürecine dönersek, ne oldu Demokratik Açılım Paketine?
*İçi boş, hiç bir şey yok. Sadece Artuklu Üniversitesi ve Tunceli Üniversitesi’nde açılan dil bölümleri var. Bunun dışında hiçbir şey yok, Açılım denen şey, gerçekten halkı oyalayan bir şeydi. Kürt yurttaşların taleplerini anlamayı düşünen bir politika değildi. Kırıntı düzeyinde bazı şeyler yapıldı, bu da, Kürt Sorunu’nun, çözüm yoluna girdiği konusunda ciddi bir mesaj içermiyordu. Ama bunun cevabı da yeniden silahlara sarılmak değildi tabii. 'Sizin açılımınız boş, ben yeniden öldürmeye başlıyorum' demek olmaz, hiçbir aydın bunu kabul etmez. O zaman, Uludere’yi de kınayamayız. (…)
"TÜRKİYE’DE AYDINLAR PKK’NIN KUYRUĞUNA TAKILMIŞLAR"
*PKK’yı da eleştiren bir noktadan bakmalıyız. Türkiye’deki aydınlar uzun süredir, PKK’nın kuyruğuna takılmış durumdalar. Eleştiri yapmıyorlar, sadece devlete, hükümete çağrı yapıyorlar. PKK’da yapsa, Uludere’de Türk savaş uçakları da yapsa, şiddeti her zaman reddetmeliyiz. Çok vicdansız buluyorum, devlet bir şey yaptığında yerden yere vuruyorlar, örgüt, bir sürü kişiyi, sorgusuz sualsiz kurşuna diziyor, tek bir kelam etmiyorlar. Bir sivili öldürmenin gerekçesi olabilir mi? Türk gençleri yönünden bakan da yok, sanki onları bir ana doğurmadı. Şiddete bir girdiniz mi, şiddet sizi mahveder, örgütü de askeri de mahveder.
-AK Parti Kürt sorunun çözümünde samimi miydi?
*Bazı gelişmeler var, kaba bir siyasetçi olup, hükümetin yaptığı her şey yanlıştır demek vicdanlara sığmaz. Ama açılım denen şey, Kürt Sorununu çözmekten uzak. (…) Kürt yurttaşlara ve ne istediklerine bakıp ona göre program yapılmalı. Bence anadilde eğitim hakkının Türkiye’de verilmesi lazım. Türkiye’nin her yerinde, Lazca, Zazaca, Arapça kabul edilmeli, bu Türkiye’nin birliğine bütünlüğüne zarar vermez, bundan korkulmamalı. Türkiye er ya da geç bunu kabul edecek. Bu sorun, TRT 6 (şeş) ile isteyenin dershanede öğrenmesiyle çözülemedi. Bu hakkın tartışılması gerekir ama bu hakkın sürekli silahla dile getirilmesi de Türkiye’de birçok kesimi tedirgin ediyor. Diyorlar ki 'verelim hadi ama nereden biliyorsunuz burada duracaklarını.' Ben ateşkesleri destekleyen biriyim, ama ben bile unuttum ateşkeslerin sayısını. Dolayısıyla kimse inanmıyor artık.
Devlet politikalarında sorun var. Kürt sorunu buradan doğdu, inkâr etmekten, asimile etmekten doğdu, bunu tespit etmek lazım. Ama artık bunu anlayan, değişime açık bir devlet var, bunu da görmek lazım. Bu bakımdan örgütün de silaha sarılmayacağını, şiddete başvurmayacağını anlatması lazım, yoksa bu sorun çözülemez. Biz, Parlamento’ da konuşamıyoruz eylem olduğunda, BDP’liler de konuşamıyor, 20 asker birden ölüyor, kimse sizi dinlemiyor ki. İşte 35 tane genç öldü ne oldu Kürt sorunu mu çözüldü. (…) Şiddet ile bir şey elde edilmiyor.
’BDP HERKES ADINA KONUŞAMAZ, KÜRTLER AYRILMAK İSTEMİYOR’
-Toplumsal bir açıdan bir uçlaşma yarattı mı Uludere?
*Demirtaş (Selahattin Demirtaş) söyledi işte, dedi ki ‘bu ülke ikiye bölünmüştür artık’, bunlar çok ağır sözler. BDP’nin şöyle bir hatası var, bütün Kürtler adına konuşuyor maşallah. Bütün Kürtler öyle düşünmüyor ki. Bu sözler, barışa hizmet etmiyor ki, öyle olsun ayrılacaklar mı? Kürtler bunu mu istiyor yani. Ayrılıklar kan dökmeden, silahlı çatışmalar olmadan, soykırıma uğramadan olmamış ki, korkunç trajik sonuçları var. Bu demeçlerin bir yararı yok. Ayrılmalar, pek barışçıl yollarla olmamış tarihte. Dolayısıyla ayrılmayı önerenler çok korkunç bir süreci de önermiş oluyorlar.
"KAN VE TOPRAK MİLLİYETÇİLİĞİ’’
*Masum binlerce insanın hayatını kaybettiği bir deneyim, niye Türkiye’de de yaşansın. Ben düşünmeden söylediklerini düşünüyorum. Düşündüyseler, yaptıkları resmen kan ve toprak milliyetçiliğidir. Leyla Zana’nın demeci de yanlıştı. O zaman, hükümetin dediği gibi halka bir soralım. Ayrılma eğiliminin, en ciddi anketlerde bile yüzde 5’i bulmadığını biliyorum ben. Niye durmadan böyle demeçler veriliyor. Oradaki öfkeyi artırmak ve siyasi rant elde etmek için mi? Mesela Hasip Kaplan’ın sert sözleri oldu, gelmesinler herkeste silah var diye, bir yararı var mı bunun yani. Tamam, büyük bir katliam ama böyle neyi çözeceksiniz, BDP’nin de eleştirilmesi lazım. Hükümeti de eleştirdim, eleştiriyorum, hiç gitmediler, sahip çıkmadılar, bir inceleyelim gerekirse özür dileriz demediler, bu da oradaki tepkileri artırıyor. Sorduk halka, hükümet mi yaptı diye, ‘hükümet yapmadı ama hükümet sorumludur’ diyorlar. O kadar doğru bakıyorlar ki. Hiçbir hükümet yetkilisinin de böyle bir katliam yapacağına inanmıyorum. Ama hükümetin olayı aydınlatması gerekir, bu süreç işlemiyor.’
*
Evet, Huseyn Aygün’ün 7 ay öncelerde yaptığı değerlendirmeler böyle idi. Görüleceği gibi, bunlar onun partisi CHP’nin bu konulardaki yaklaşımlarından fersah fersah uzakta..
PKK’nın Huseyn Aygün’ü kolayca serbest bırakmıyacağı ve bir pazarlık konusu olarak kullanacağı açık.. Hükûmet, bu pazarlığa oturmayacaktır herhalde.. Ama, CHP ve Aygün’ün ailesinin, PKK’yla irtibat kanalları oluşturmaya çalıştıkları anlaşılıyor ve bunun için de, başta BDP olmak üzere, çeşitli odaklardan yardım umuyorlar.. Bu arada, hem Aygün’ün ailesi ve CHP ve hem de BDP, güvenlik güçlerinin yapmakta olduğu operasyonlara, Aygün’ün hayatını tehlikeye atacağı gerekçesiyle karşı olduklarını açıklıyorlar.
*
Arakan müslümanlarına yardım için kurulan irtibat..
30-40 yıl öncelere kadar Burma ve Birmanya olarak anılan, 55-60 milyonluk bir nüfusa sahib olan Güneydoğu Asya ülkesi Miyanmar’da sayıları 2 milyon kadar olan Ruhingya’lar diye anılan Arakan müslümanlarının, halkın geride kalan kısmını oluşturan budistlerden gördüğü büyük baskı ve katliâmların hangi boyutlarda olduğu, video görüntülerinden de rahatlıkla anlaşılıyor.. Bu müslümanların, dünyaya kapalı Miyanmar ülkesinde karşı karşıya bulunduğu baskılardan ayrı olarak, nasıl bir açlık ve sefalet içinde olduğu da bir ayrı mes’ele..
Arakan müslümanlarına sahib çıkılması yolunda, Başbakan Erdoğan’ın öncülük ettiği bir yardım kampanyasının yetersiz olduğu söylenebilir.. Ama, ilk olarak bir diplomatik bağ kurulabilmiş olması ve Miyanmar askerî yönetiminin, yapılacak uluslararası yardımlar için sadece T.C. Kızılayı’na izin vermesi ve , bundan sonra bu kanalın açık tutulması, o korkunç perişanlık ve sefalete biraz daha çare olabilir..
Bu açıdan, Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun böyle bir irtibat için, Miyanmar liderine bu güven vermesi de alkışlanacak bir durumdur.. Davudoğlu da, bu itimadı iyi değerlendirmiş ve Arakan bölgesine götürülen yardımları sadece müslümanlara değil, fakir budist kitlelerin yaşadığı kamplara da bizzat götürmüştür.. Miyanmar’la Türkiye arasında bu zamana kadar diplomatik irtibat kurulmamış olmasının üzerinde de durulmalıdır..
Arakan müslümanlarının karşı karşıya bulunduğu fecî durum için, İran’da İnqılab Rehberi Seyyid Ali Khameneî de, üç hafta kadar önce bir konuşma yaparak, müslüman dünyanın bu faciayla ilgilenmesi gerektiğine işaret etmişti..
Buna rağmen, İran’dan henüz herhangi bir yardım heyeti ve malzemesinin yola çıktığına dair bir haber yayınlanmadı..
Ama, Miyanmar yetkililerinin dünyaya yansıyan mesajlarından, bu konunun kolayca halledilemiyeceği anlaşılıyor.. Çünkü, Miyanmar liderleri, bu müslümanların, kendi ülkelerine ingiliz emperyalizmi tarafından dayatıldığını ve onların kendi ırklarından olmadığını ileri sürmektedirler.. Yani, müthiş bir ırkçı anlayış..
Bu müslümanların İngiliz emperyalizmi tarafından yerleştirildiği ididasına gelince.. Ama, o zaman sadece Birmanya değil, (bugünkü Pakistan ve Bangladeş’i de içine alan) bütün Hindistan da, iki asrı aşan bir süre boyunca ingilizlerin elindeydi ve o hâkimiyet alanı içinde, insanlar ticaret veya başka sebeblerle o geniş coğrafyanın her tarafına gidip yerleşiyorlardı.. Ve bugün Miyanmar’ın yerlesi olarak gösterilen halk dabudist halktan niceleri de, Hindistan’ın diğer yörelerinden gelmiştir..
Ama, Miyanmar rejimi, tek tip bir toplum oluşturmak idealinden kolayca vazgeçeceğe benzemiyor.. Dahası, uzuuun yıllar hapiste ve de evinde gözhapsinde bulunan ve sonra serbest kalan ve artık Miyanmar Meclisi’ne de seçilen ve mücadeleleri dolayısiyle Nobel Barış Ödülü’ne de lâyık görülen Aung San Suu Ki isimli kadın siyasetçi bile, Ruhingya’ların ülkeden çıkarılması taleblerine karşı çıkmamakta, bu isteği zımnen teyid etmekte..
Ancak, Erdoğan’ın Miyanmar ve Arakan’a, Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nu tonlarca gıda maddesiyle gönderirken, kendi hanımı ve kızını da gönderdiğine dair haberler İran medyasında da yer aldı ve ‘Biz lafını yaparken, Erdoğan uyguluyor..’ şeklinde yorumların yazılmasına da vesile oldu..
Müslümanların hayırlı işlerde yarışması umulur..
YAZIYA YORUM KAT