Mumcu’yu ben öldürmedim!
Yeni Akit’in manşetinden verilen haberi okudunuz: Karakuş, Umut Davası operasyonundan 34 gün önce dağa kaldırılıp, işkence ve ölüm tehditleri ile Mumcu cinayetini üstlenmeye zorlanmış. Kurgulanmış bir senaryoyu ezberletmişler ve sonuçta Yusuf Karakuş, baskılara dayanamayarak Uğur Mumcu’nun öldürülmesine yönelik senaryoyu kabul etmiş.
Kamuoyunda Umut Davası olarak bilinen, gazeteci yazar Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy’un öldürülmesine ilişkin davanın tamamen tezgâhla açıldığına yönelik belgelere ulaşıldı. Şimdi bu davaların yeniden görülmesi bekleniyor.
Mumcu’nun öldürüldüğü günde. O dönem hemen İslami kesimi suçladılar.. Telefonlar geliyor, tehdidin, küfrün bini bir para.. Bir televizyondan aradılar.. Soldan bir profesörle Tv’de konuyu konuşmak için çağırdılar.. Hemen kabul ettim. Programa çıktım, saldırıyı yapanların bizi birbirimize düşürmek istediklerini söyledim.
O günlerde sık sık Mumcu ile bir araya geliyor, tartışmalara katılıyorduk. Bir Vakit yazarı ve bir Cumhuriyet yazarı bir arada Türkiye’nin meselelerini konuşuyorduk.. Sol belediyeler de çağırıyordu. O zaman solcuların yönetimde olduğu Torbalı belediyesi adımı bir caddeye vermişti. Cadde tabelasını Ahmet İsvan çakmıştı.. Sanırım Aydın Köymen’le de beraberdik. Konuşma konularımız belli. Adalet, barış, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti.. Teröre karşı idik, Mafiaya da..
İkimiz de barışa destek veriyorduk.. Mafiaya karşı bir söylemimiz vardı. Uyuşturucu, silah ticareti ve terör, faili meçhuller üzerinde konuşuyorduk..
Saldırının ardından herkesi sükunete, hep birlikte olayın aydınlatılması için birlikte çaba göstermeye çağırdım.. Birileri bizlerin kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmeye çalışıyordu. Birbirimize saldırırsak, Mumcu’nun katillerinin, gayesine hizmet etmiş olacağımızı söyledim. O katil kimse onu bulmalı idik, arkasında kim varsa onu ortaya çıkarmalı idik ve bu cinayetin niçin işlendiğini anlamalıydık..
Cinayeti tezgahlayanlar her şeyi çok iyi planlanmıştı. Halkı sokağa döktüler. “Kahrolsun şeriat” sloganları, “Türkiye İran olmayacak” pankartları.. Bunları kim tezgahladı bugün artık daha kolay görülüyor, anlaşılıyor.. O kanalda çarpıcı şeyler söylememe rağmen, malum media hemen ambargo uyguladı.. Kışkırtıcı yorumlar yapmaya başladılar.
Ben de bir gün sonra Cumhuriyet gazetesine gitmeye karar verdim. Birkaç arkadaş daha birlikte gittik. O zaman İdare Müdürü Ahmet Korulsan’dı sanırım. O buna tanık. Randevuyu Avukat Atilla Coşkun vasıtası ile aldık. Başsağlığı için gittik.. Taziye defterine düşüncelerimizi yazdım. Yukarı çıktık.. Yazarlar ve yönetici kadro oradaydı. İlhan Selçuk’a, beraber çalışalım. Cinayetin arkasındaki karanlık çevreleri deşifre edene kadar ortak bir araştırma grubu oluşturalım dedim.. Selçuk sadece dinledi.. Cevap vermedi. Daha sonra odasına gittim.. En azından haftada bir, bir araya gelerek bize ulaşan bilgileri değiştirelim, birlikte değerlendirelim dedim.. Cevap vermedi..
Mumcu’yu öldürenler, aslında Mumcu’dan sonra beni ya da Ali Bulaç’ı vuracaklardı. Plan öyle yapılmış, Mumcu’nun ardından ikimizden biri... Bizim için koruma tedbiri alındı. Cuma namazı çıkışı vurmak için plan yapmışlar. Baktık kışkırtmaların biteceği yok, yurtdışına çıktık ve bir ay da gelmedik.. Yani cinayetler devam edecekti. Mumcu ile benim, Bulaç’ın adı aynı proje içinde birlikte değerlendirilmiş. Balyoz davasında ikimizin adının yer alması boşuna değilmiş.. Ali Bulaç’ın tetikçisine bomba eğitimi verildiği iddiası da ilginç..
Koman’a bunların sorulması gerek. Koman bunları biliyorsa niye sustu. Bilmiyorsa, bu işler tezgahlanırken kendi ne yapıyordu ya da bunları dışarıdan örgütlüyorlar idi ise, kendisi niçin önleyici tedbirler alma gereği duymadı..
Bana kalırsa Demirel de biliyor bu işleri. Kimin eli kimin cebinde, onun bunu bilmesi gerek.
Durup dururken bu konuyu yazmıyorum. Geçen gün okuduğum bir haber beni o günlere götürdü. İşte o haber: Kanal 5’e konuk olan Demokratik Üniversiteler Platformu Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, medyanın, bir dönem belli yapılanmalar tarafından kullanıldığını ifade etti. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin hemen ardından, yine medyanın devreye girdiğini anlatan Hatipoğlu, şöyle devam etti: “Basın bir dezenformasyon görevi üstlendi. Olayın gerçek faillerinin görülmesi engellendi. Ben de o dönem farklı açıklamalarda bulundum. Özeleştiri yapıyorum. Pişmanım. Hem kendi arkadaş grubumuzun içinde hem de medya eliyle farklı yönlendirildik. Bu ‘28 Şubat’ döneminde çok daha etkili kullanıldı. Hatta Danıştay saldırısının ardından da kartel medya yine devreye sokularak olayları farklı mecralara çekmeye çalıştı. Uğur Mumcu ve Danıştay saldırısı İslamcılara yıkılmak istendi. Mumcu’da başarılı oldular ama Danıştay saldırısı tutmadı. Bu iki olay da tamamen Özel Harp Dairesi tarafından planlanmış bir senaryoydu.
Selâm ve dua ile
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT