Mülteciler
Derme çatma teknelere binip insanlığa güvenerek yola çıkanların hikâyesini okuyoruz iki gündür. İngiliz Guardian Gazetesi; 61 mültecinin İtalya açıklarında ölüme terk edildiğini duyurdu. Ölenler arasında çocuk mülteciler de var. Artık birer ölü olan bebek mülteciler.
Tüm dünyanın ibretle izlediği olayın büyük muhatabı NATO. Akdeniz'de demirli bulunan NATO savaş gemileri Libyalı mültecilerin yardım çağrısını görmezden gelmiş. İtalyan sahil güvenliğin duyarsızlığı ise yeni değil.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) sözcüsü Laura Boldrini, "Akdeniz, vahşi Batı haline gelemez. Denizde mahsur kalan insanları kurtarmayanlar cezasız kalmamalı." diyor.
İyi niyet ve duyarlıkla söylenen bu sözler bile durumu kurtarmaya yetmiyor ne yazık ki. Akdeniz çoktan vahşi Batı'yı geçti çünkü.
Dünya uzun zamandır 'mültecilerin ölüm denizi' haline gelen Akdeniz'deki trajediyi izliyor. Kendi ülkesinden ayrıldıktan sonra karaya çıkamayan mültecilerin dramı, bu son olayda utanç boyutuna vardığı için belki de görmezden gelinemiyor. Papa, 16. Benedict'in üç yüz bin kişiye hitaben söyledikleri de bu ayan olma haliyle ilgili. Papa, İtalyanlardan evlerini mültecilere açmalarını istemiş. Yerleşik olanların, evsizleri dert ettiği bir dünyayı ve insanlığı hatırlatarak. Ama ne Avrupa bu çağrının yanıt bulacağı güvenli bir liman artık ne de insanlıktan anladığımız aynı şey. Yaşlı kıta şu an binlerce mültecinin hayatını kaybettiği, binlercesinin evsiz barksız oradan oraya savrulduğu büyük bir trajedinin sahnesi neredeyse.
Tabii mülteciliği bu kadar trajik hale getiren sadece politik, kültürel tercihler değil. Mültecilerin yerleşik olanlara hatırlattığı yersizlik duygusunun irdelenmesi gerekiyor belki de. Bize dünyadaki yersizliğimizi hatırlatan, gelgeç varlığımız hakkında somut bir görüntü oluşturan mültecilerin görünmez kapılar, çitler arkasında kalması yahut denizde boğulması vicdanımızın aşınmasından daha tercih edilir hale gelebildiğine göre. Yersizlik duygusunun kolay taşınamaz oluşu insanlığı bu kadar kör ve sağır kılıyor belki de. Bırakın kendi küçük konforunu paylaşmak istemeyenleri, sorumlu pozisyonda olanlar bile duyarsız kalabiliyor çünkü.
Bu son olayda yaşanan sorumsuzluk insanlığın iflasına işaret ediyor. 16 gün boyunca açık sularda sürüklenen ölüm gemisinin yardım çığlığını duymayan karanın sadece vicdanı değil, geleceği de kararmış sayılır. Denizde ölüme terk edilenlerin çığlığını duymayan NATO'nun kurtarmak istediği insanlığı yeniden tarif etmesindefayda var. En azından kendi evrensel iddiaları için! Toplam 72 mülteciden sadece 11'inin sağ kurtulduğu olayı yaşayanlar şunu aktarıyor: "Her sabah uyandığımızda daha fazla kişinin öldüğünü görüyorduk. Cesetleri 24 saat bekletip denize atıyorduk. Son günlerde ise kendimizde değildik. İnsanlar ya dua ediyor, ya ağlıyor ya da son nefesini veriyordu."
'Suda ölümden kork' diyen şaire aldırmayan mültecilerin bir gelecek umuduyla sığındığı Avrupa, kapattığı kapılar ile insanlığı kusuyor şu an.Ama ne yazık ki insanlığı kusan sadece Avrupa değil. Beyaz dünyanın kurtulmak istediği siyahları toprağa bile kabul etmediği bir trajedi tarihin akışı.
Belki de suçun büyüklüğünden ancak denizin kuşatıcılığı sayesinde kurtulunabiliyor. Said Nursi'yi Akdeniz'in miracına bırakan zihniyetin benzeri yurtsuz mültecileri karadan denizin kucağına itiyor. Ama bilmiyor ki denizin kucağı her zaman rahmet taşır. Karadan kovulanlar, denizde Allah'a kavuşur. 'Suda ölümden kork' diyen şairin yerine, suda ölenleri şehit kabul eden kutsal bilgiye sığınalım biz yine.
Kuşkusuz bir dağ başında
Başlıyor hikâyemiz
Bir köy
Ve sonsuz gökyüzüyle
Belki de bu dostluk
Gökyüzü ile bu akrabalık
Götürüyor bizi maviye
Mavi
Suların
Ya da
Göğün olmuş
Ne fark eder
İçinde var olmaya değer
Tek şey ölüm
Ölüyüz işte!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT