Mülteci düşmanlarının Nazar Muhammed çelişkisi
İsmail Kılıçarslan, mülteci karşıtı ırkçıların çelişkilerine dikkati çektiği yazısında, “Ülkemizde mülteci istemeyenlerle ‘bir komedyene bile tahammül edemediler’ diye sahte gözyaşı döken insanların aynı olmaları başlı başına bir sorun.” diyor.
İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “Evinize Alın O Zaman” başlıklı yazısının (31 Temmuz 2021) konuyla alakalı bazı kısımları şöyle:
Nazar Muhammed infaz edilince “bugün bir komedyeni infaz ettiler çünkü insanları güldürmek haram” kampanyasına derhal gönüllü yazılan kitle, Nazar Muhammed o Afgan takımı ve takkesiyle İran üzerinden 72 saat boyunca Türkiye’ye yürüyüp ülkemizde sığınmacı ve/veya mülteci konumunda biri olsaydı ne derdi acaba?
Ben size söyleyeyim. “Ülkemizde mülteci istemiyoruz” derlerdi. Oysa Nazar Muhammed ya da diğerleri ya da öbürküler ya da ötekiler… Emin olun dünyada hiç kimse gönüllü olarak “sığınmacılığı” ya da “mülteciliği” seçmiyor. Ya ölmekten ya da aç kalmaktan, ailesine bakamamaktan korkarak akıyorlar “Batı”ya.
Ülkemizde mülteci istemeyenlerle “bir komedyene bile tahammül edemediler” diye sahte gözyaşı döken insanların aynı olmaları ise başlı başına bir sorun.
Başka yerden devam edeyim.
Benim mülteci ve sığınmacılara bakışım çok net. Anadolu herkesin evidir ama en çok canından ve karnından emin olmak isteyen insanların evidir.
Çocukluğumda Jivkov kapıları açıp Bulgaristan Türklerini Türkiye’ye yolladığında memlekette ne konuşulduğunu öyle net hatırlıyorum ki… “Ekmeğimize ortak oldular”dan başlayıp “hırsızlık arttı”ya ilerleyip, af edersiniz “kızları da çok şeymiş” cümlesine kadar ilerlemişti tezvirat. Fakat tabii ki hiçbir şey olmadı. Bulgaristan Türkleri, Anadolu’nun bir parçası oldular kısa sürede. Saddam’ın zulmettiği Peşmergeler geldiğinde de böyle oldu bu, Çeçenler geldiğinde de böyle oldu, Esed’in canlarıyla tehdit ettiği Suriyeliler geldiğinde de böyle oldu. Afganlar geldiğinde de böyle olacak, yarın öbür gün İran’da karşı devrim olduğunda memlekete İranlılar gelirse de böyle olacak. Şehirlerimize çeperlerinden, varoşlardan dahil olan sığınmacıların bir kısmı burada kalacak, merkezde tutunmaya çalışacak. Bir kısmı ileriye, “Batı’ya” varmaya çalışacak. Bir kısmı memleketine dönecek.
Balkan Harbi’nde İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun her yanına dağılan göçmen, mülteci ve sığınmacılar için ne dendiğini, o zavallılara nasıl davranıldığını öğrenmek isteyen dönem gazetelerine bir göz atsın isterseniz.
Aslında “ülkemizde mülteci istemiyoruz” kampanyası yapanların kahir ekseriyeti ile mülteciler arasındaki fark da tam olarak şu: “Mülteci istemeyenler”, mevcut mültecilerden biraz önce gelmişler Anadolu’ya. Biraz önce işte. 50 yıl, 100 yıl, 800 yıl. Ne fark eder?
Dahasını da söyleyeyim mi size? Selanik’te doğmuş ve Selanik elden çıkınca “doğal bir sığınmacı”ya kendiliğinden dönüşmüş Mustafa Kemal’in başkomutanı olduğu İstiklal Savaşı’nda İstiklal Marşımızı Arnavut Mehmet Akif yazmıştı. Daha neyi, nasıl ve nereden konuşalım bilmem ki…
Ormanlarımızı cayır cayır yakan PKK’ya tek laf etmeden “ciğerimizi yakıyorlar” demeyi başaran kitle, iş mültecilere geldiğinde Batı’nın uzun emperyalist tarihini ve mültecileri “mülteci” haline getiren tüm süreçleri pas geçip “insanları güldürmek haram, ondanmış” samimiyetsizliğine tam gaz ilerliyorlar.
Bir de 0-6 yaş çocuk zekasının bile yapmayacağı şekilde “çok istiyorsan evinde bak mültecilere” demiyorlar mı? İşte her seferinde kopuyorum burada.
Kopuyorum, çünkü mültecilere evimizde, Anadolu’muzda bakıyoruz zaten. Vaktiyle bana, sana, babana, dedene, ninene bakan evimiz, şimdi de başka mültecilere bakıyor.
Bir de “savaşmak dururken” diye başlayan leş cümleleri var. Yahu. 15 Temmuz gecesi biz çıplak ellerimizle savaşırken sen makarna kuyruğundaydın birader. Güldürmesene insanı…
HABERE YORUM KAT