1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Mükevvenât’ın, yaratılmışlar âleminin ezelî ve ebedî sahibi karşısında haddi bilmek..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Mükevvenât’ın, yaratılmışlar âleminin ezelî ve ebedî sahibi karşısında haddi bilmek..

04 Kasım 2020 Çarşamba 20:21A+A-

Birkaç gündür, deprem haberleri dinlemekten bir hâl olduk.. Ama, o haberlerden uzak kalmayı da istemedik. Çünkü anlatılanlar hepimizin hikayelerinden başkası değil..

Onlarca kat apartmanları diken ‘müteahhid’lerin, ‘teknik kontrol elemanları’nı bir yemeğe götürmekle veya ‘küçük’ bir ‘hediye’yle memnun edip ‘Uygundur..’ mühürlü resmî belgeleri elde etmeleri; deniz kumuyla hazırlanmış harçlarla, 1 cm. çapını geçmeyen nervürsüz demirlerle dikilen beton direkler ve kolonlar yükseltme çapaları, dev apartmanların alt katlarında pastahane, spor ve fitnes salonları için büyük alanlar açmak için, binanın alt katlarındaki kolonların kesilmesiyle binanın yükünü taşıyamaz hale gelen beton yığını yapılar..

Bunlar ülke çapında hep olagelen ‘müteahhidlik hikâyeleri’nden.. Malzemeden hırsızlık, çimentodan, demirden, kısaca her şeyden hırsızlık.. İnsan emeğinden, alınterinden..

Yanlış anlaşılmasın; hırsızlık yapmayan, gözünü kazanç hırsı bürümemiş, helâlinden kazanmayı hayatının temel ölçüsü yapan müteahhidlere saygı duymaktan başka nasıl bir duygu besleyebilirim?

Ama, şu yukarda çalakalem değindiğim konuların dışında;  deprem dolayısiyle ekranlara yansıyan daha başka öyle proğramlar var ki..

*

Hele bir kısım deprem uzmanlarının, ekrana çıkmışken veya mikrofonu ele geçirmişken, söyledikleri öyle iddialı lafları var ki, bilim adamlığından ziyade kasaba siyasetçilerinin basit vaadlerini hatırlatan cinsten… 2 Kasım akşamı, saat 23.45 sularında TRT Haber’de konuşan bir deprem uzmanı prof., öyle iddialı laflar ediyordu ki, tulûat tiyatrosunda konuşuyor gibiydi..  ‘Şu-şu tedbirleri alırsak, 8-10 sene sonra biz, depremler karşısında güle oynaya dans edebiliriz’ diyordu, Prof. (…) bilmemkim..  Karşımda, muhalefet lideri konuşuyor zannettim, boşun boşu..

*

Ekranlarda bol keseden konuşan bazıları da devamlı, Japonya depremlerinden örnekler veriyorlar.. Depreme karşı en geliştirilmiş yapı tekniklerine sahip olduğu söylenen Japonya’nın Kobe şehrinde Ocak-1995’de milyonluk meydana gelen ve Richter ölçeğiyle de 7,2 şiddetinde ve 7000 kadar insan can verdiği büyük depremi hatırlayan bile olmadı.. Ki, şehrin altyapı şebekesi tamamen çökmüş, gaz ve su şebekeleri kullanılmaz duruma gelmiş ve Japon yönetimi deprem bölgesine ancak 2 gün sonra ulaşabilmişti.

Evet, bunlardan hiç söz edilmiyor..

Titanic’i batıracak bir güç yoktur denilirken, o müthiş gemi, ilk seferinde parçalanmamış mıydı?

*

Bir deprem prof.’u da, kendi aralarında yapabilecekleri bir terim tartışmasını, miyonlara yansıtmayı büyük iş olarak görüyor olmalıydı ki, ‘depremin şiddetinden değil, büyüklüğünden bahsedilmeli..’ diye, dakikalar boyu yaptığı ‘akademik’ yorumlarla aklınca büyük bir buluşa imza atıyordu.  

İnsaf yahu dedim, halk depremin şiddeti ile büyüklüğü  laflarından farklı şeyler mi anlıyor ki, konu bu kadar önemseniyor?  Şahsen bu satırların sahibi de, depremin büyüklük ve şiddeti gibi tarifler arasında bir fark  görmüyorum, halktan birisi olarak..

Günlerdir süren bütün bu konuşmaların içinde, kurtarma ekiplerinin cansiperane çalışmaları ve bir yavruyu canlı olarak kurtarabilmek için insan takatini aşan bir çırpınışla bütün enerjilerini harcayan bütün kurtarma ekiplerine teşekkürler ve minnetler..

Bir yavruyu canlı olarak çıkaran o insanların, vazifelerini Allah huzûrunda yerine getirmiş olmanın ümidi içinde ‘Allah’u Ekber!’ diye gözyaşı döküşleri, bizim değerler dünyamızın sonsuz zenginliklerindendir ki, materyalistlerin, laiklerin anlayamıyacakları bir durumdur bu..  Ama, bunu bile kendilerine yapılan bir saldırı gibi algılayan laik çevreler görüldü. Bu kesim, Müslüman halkımızdan bu kadar kopmuşlar, yani...

*

Çok saygıdeğer deprem uzmanlarımız, ekranlarda afra- tafra satacacağız diye her şeyin cılkını bu kadar çıkarmayınız, lûtfen...

Gerçek bilim adamları ağırbaşlı ve haddini bilen kimseler olmak zorundadırlar. Hatırlayalım, büyük fizikçi, Albert Einstein, çok büyük fizik problemlerinden dolayı kendisini övgülere boğanlara demişti ki: ‘Size göre çok büyük ilmî araştırma ve denemeler yapıyorum.. Gerçekte ise, ben muazzam bir okyanusun  kıyısında, eline aldığı taşı okyanusa fırlatan ve taşın oluşturduğu dairevî dalgalar arasındaki mesafeyi ölçmeye çalışan birisiyim..’  

Evet, bu, mükevvenâta bir bütün olarak bakabilmek ferâsetidir.

Bizdeki prof. unvanlı akademisyenler de böyle alçakgönüllü, haddini bilen kimseler olamazlar mı? (Yarası olanlar gocunsun..)

*

Şu deprem felâketinin toplumumuza sunduğu bir ibret sahneleri de oldu.

Çocuklarını kurtarmak için onların üzerine kapanan ve can veren anaları saygıyla anıyorum. Allah’u Teâlâ, o analara bu analık duygusunu vermeseydi, hayat nasıl devam ederdi? Bu duygu sadece insan nesline mahsus değildir; bütün canlıların analık duyguları da benzer ilâhî hikmetlerle donanmıştır. Dahası, insan ve diğer yaratıkların küçücük yavrularının anasız kalmaları durumunda, başka canlıların, o ‘yavru’ları nasıl korumaları altına aldıkları, nice canavarların veya diğer ehli hayvanların bile, kendi cinslerinden olmayan ‘yavru’ları himaye aldıkları hep görülmekte değil midir?  Kedi yavrularını emziren anne-köpekler, veya köpek yavrularını emziren anne-kediler; ya da, körpecik yavruları parçalayıp yutmaları beklenen asslan, panter, gibi hayvanların, başka canlı yavrularını nasıl himayelerine aldıkları hayvanlar âlemi’yle ilgili ‘belgesel’lerde gözlenmiyor mu?

Bu, hayatın  ve mükevvenâtın düzeninin devamı için, bu hilqat âlemeine nasıl bir ilahî müdahalenin devreye girdiğini göstermesi açısından, insanı düşündürmeli değil midir?

*

Hele de, depremin üzerinden 65 saat ve de 91 saat geçmekteyken yıkıntıların arasında, onca soğuğa, susuzluğa, açlığa, yaralanmışlığa rağmen, yıkıntıların arasında sıkışıp kalmış 3 yaşındaki çocukların, hiç tanımadıkları itfaiye erlerinin kendilerine uzanan başparmağına tutunmaları, ne müthiş sahnelerdi..

O çocukların kaderini belirleyen, işte onu o en çetin şartlar altında bile koruyan, yaşatan Allah’u Teâlâ idi..

*

Sahibsiz değiliz.. Başıboş da yaratılmamışızdır. Bütün mükevvenâtı, bütün yarattıklarını hep O gözetir. Takdir onun elindedir.

Allah nûr-is’semâvât-i ve-l’arz.. / Allah semâlârın, göklerin ve arzın nûrudur.) (Nûr Sûresi, 35. Âyet meâli)

*

Star

YAZIYA YORUM KAT