'Muhteşem Yüzyıl' Cariyeleri ve Muhafazakârlık
Show TV'de yayınlanacak olan "Muhteşem Yüzyıl" isimli yapımı kimi çevreler Osmanlıya hakaret edildiği gibi gerekçelerden ötürü protesto etmemizi istediği için bu satırları kaleme alma gereği hissettim. Duygusal, hamâsi ve tepkisel bir tavrın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Söz konusu yapım Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan aşkı merkezinde Saray hayatını konu ediniyor. Dizi 2 yıllık cidi bir tarih araştırması sonucunda şekillendirilmiş. İlgili yapım daha yayınlanmadığından yapımın içerik kritiğini ancak izledikten sonra yapabiliriz. Ama bir bardak suda fırtına kopartan Muhafazakar çevrelere bir çift sözüm var…
İzlemezsiniz izlemeyiz olur biter. Ama buna siyasal-kültürel anlamlar yükleyerek bir kampanyaya dönüştürürseniz o zaman benim de söyleyecek bir çift lafım olur. Mesela bu diziyi protesto eden muhafazakarlar başka ahlaksız diziler için böylesi bir tepki-protesto yapmadınız da atalarımızın yaptıklarını gösterenlere karşı böyle tepki gösteriyorsunuz?
İSLAM'DA NİKAHSIZ CİNSEL İLİŞKİ HELAL Mİ?
Muharref Gelenekte Cariyelerle nikahsız yaşamak doğru görülmüştür. Kur'ân'a aykırı da olsa bu anlayış yüzyıllardır yaşatılmaktadır. Önce Nikahlı 4 + sınırsız sayıda kadınla nikahsız yaşamayı doğal/caiz gören bir zihniyeti sorgulamalıyız. Onu kendi çıkarları için filme çekenleri değil.
İslam savaş hukukunda kadın esirlerin konumu Kur'ân'da net biçimde anlatılmışken bu hükümleri arkaya atıp, savaşta ve barışta esir edilen kadınların tesettürsüz biçimde bir mal gibi alınıp satılmasını, cinsel olarak istismar edilmesini sorgulamalıyız. Bunun için örneğin işe Ali Rıza Demircan'ın yazmış olduğu "Kur'an Ve Sünnet Işığında Cariyeler Ve Sömürülen Cinsellikleri" isimli eserini tetkik ederek başlayabiliriz. (bkz. http://www.alirizademircan.net/eserler/detay.aspx?SectionID=sBBHiUoOnHeqNq4ACYN7UA%3D%3D&ContentId=FT4nRZOZxATFF31X7gY8vw%3D%3D)
ALEVİ KIZLARI CARİYE Mİ?
Osmanlı da Ebu Suud efendinin fetvalarıyla bu anlayışı yasalaştırmıştır. Hatırlatayım Ebu Suud efendi onunla kalmamış, Şiileri katletmek caizdir demiş, Şii/Alevi kızlarının da cariye yapılabileceğine dair fetva vermiştir! Hani o Kanuni'nin gardaşım dediği Saray Alimi... İsterseniz türkçeye de çevrildi. Ertuğrul Düzdağ tarafından. Ebu Suud'un fetvalarına bakabilirsiniz... (bkz. Şeyhülislam Ebussu'ud Efendi'nin Fetvalarına Göre Kanuni Devrinde Osmanlı Hayatı Fetava-yı Ebussuud Efendi Şule Yay.)
Ebu Suud demişken şöyle bir hatırlayalım isterseniz Ebu Suud'u: ''bu kızılbaş taifesinin katli vaciptir. bunların malı, kadınları, müslümanlara helaldir." fetvasını veren kişidir.
Neticede Şeyhülislam, Osmanlı devletinde "padişahım bunu yapma bunu yap" diyen bir makamdan çok "hah islamda bununla ilgili şu var" makamıydı. tabii padişahların tutumlarına göre ufak tefek sapmalar olabilir ama genel manada budur. Ebu suud' da bundan ibarettir.
"Şeriattan kanuna, Ebusuud ve Osmanlı'da İslami Hukuk", (Tarih Vakfı Yurt Yayınları) isimli eser incelenebilir. Ayrıca kitap, ebussud'un hukuk anlayışının, günlük hayatta çıkan problemlerin çözümüne yönelik pratik bir uğraşın hukuk adamlarının esas meselelerinden birisi olması gerektiğini bunu yaparken de geçmiş hukuki geleneğin kurallarını ve kavramlarını kullanabilmesindeki maharete dayandığını söyler.
Kanuni döneminin işlevi İslam hukukuna aykırı yönlerin kitabına uydurulmasıdır: Katl-Faiz ve Kadın...
Bugün Osmanlıcılık yapmak demek İslam'a ve insanlığa aykırı bir hamaset yapmak demektir. Maalesef dedelerimiz hiçte sandığımız gibi muhteşem parlaklığa sahip değildiler.
Bugünkü Türkiye siyaseti neyse o gün de benzeri vardı. Osmanlı pragmatizminin İslâmî ideallerle bir alakasının olmadığını göstermek tarihi tamamen karalamak ve ona sövmek anlamına gelmez. Ama yüceltenlerin hayal dünyalarının gerçekle uyuşmadığını ifade etmek demektir. Kanuni döneminin ne olduğu Ebu Suud Efendi'nin fetvalarıyla anlaşılabilir.
MUHTEŞEM YÜZYIL: BENDEN OLMAYANI KATLETMEK CAİZDİR (Mİ?!)
Ebussuud Fetvaları Kuşkusuz, Osmanlı ulemasının Kızılbaşlar’a ilişkin fetvaları, Yavuz döneminde verilen ve 50 bini aşkın Alevi’nin katliyle sonuçlanandan ibaret değildir. Sözgelimi Kanuni’nin ünlü Şeyhülislamı Ebussuud Efendi,
“Kızılbaş tâifesinin şer’an kıtali helâl olup, katleden gâzi ve Kızılbaş tâifesinin ellerinde maktul olanlar şehid olurlar mı?“ yani “Kızılbaş topluluğundan öldürülmesi helal olanı öldüren gazi, Kızılbaş topluluğunun eliyle öldürülenler şehid olur mu?“ yolundaki bir soru karşısında şu fetvayı veriyor: “Olur, gazâ-i ekber ve şehâdet-i azîmedir“ (Evet olur, din yolunda en büyük savaştır, Allah yolunda büyük bir şehitliktir…" (M. Ertuğrul Düzdağ: Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İst. 1972,s. 110- 111)
MUHTEŞEM YÜZYILDAKİ DÜŞMAN: YUNUS EMRE
Fetvanın devamında, eski suçlamalar devam ettirilerek, “bu tâifenin kıtâli sair kefere kıtâlinden ehemdir“ yani "bu topluluğun öldürülmesi, diğer kâfirlerin öldürülmesinden daha önemlidir“ denmektedir. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, hızını alamayarak, Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin gibi Batıni düşünce önderleriyle Yunus Emre gibi ozanları da, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen yeniden yargılayıp, şer’i ahkâma göre mahkum ediyor!.. Sözgelimi, „Mansur, şeirata göre kâfir olduysa, ona hak veren ve onun yolunda gidenlere şer’an ne lâzım gelir?“ yolundaki bir soruya karşılık, kestirmeden şu fetvayı verir: “Mansur’a lâzım olan lâzımdır“. Yani, onları da çarmıha gererek katletmek gerekir, demektedir. Babai hareketinin devamı niteliğindeki Bedreddin eyleminin önderi Şeyh Bedreddin de, ondan nasibini almaktadır: “Şeyh Bedreddin Simavi ki (Varidat) sahibidir, (tekfir etmeyip la’net etmeyen kâfirdir) diyene ne lâzım olur? “yolundaki bir soruya verilen cevap da açıktır: "Anın müridlerinden olan kâfirlerdir, katli lâzımdır.“ (Age,s. 193)
Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin, Anadolu Aleviliğinin büyük şairi Yunus Emre’ ye ilişkin bir fetvasını, doğrudan Fetâvâ-yı Ebussuud adlı elyazma eserden aktaralım, şu haklı belirlemeyi yapmaktadır: „Bu kanunlar ve fetvalarla ehl-i sünnet inancına ve Hanefi fıkhına dayalı bir devlet ve toplum düzeni oluşturulmuştur. Bu inanç ve düzene ters düşen her tür davranış ve düşünce akımlarına Ebussuud Efendi şiddetle karşı çıkmıştır. Tüm batıni inanç ve davranışların yanısıra vahdet-i vücud (varlık birliği) inancına dayalı bir tasavvuf (gizemcilik) anlayışını bile zındıklık (dinsizlik) ve ilhad (dinden çıkma) saymış, bu inanç sahiplerinin şer’an öldürülmelerinin gerektiği yolunda fetvalar vermiştir. Bunda o kadar ileri gitmiş ki, Yunus Emre’ nin kimi şiirlerini açıkça dinden çıkma (küfr-i sarih) saymış, okuyanların öldürülmelerinin şer’an mübah olduğu yolunda fetva vermiştir.“
Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin, Yunus Emre ve yandaşlarına ilişkin soruya verdiği cevabı şimdi birlikte izleyelim:
Soru- Bir zaviyenin mescidinde eşhas-ı muhtelife ile oğlanlar muhtelit olup envaı teganniyat ile tevhid ederler iken kelime-i tevhidi tağyir edip, gâh dilmen, gâh canmen ve gâh; Sen bir ulu sultansın Canlar içinde cansın Çün âyân gördüm seni Pinhan kayusu değil, deyüp ve gâh Cennet cennet dedikleri Bir ev ile birkaç hûri İsteyene ver sen anı Bana seni gerek seni Deyü göğüslerini döğüp evzâ-ı garibe ettiklerinde ahali-i mahalleden bazı kimesneler zâviye-i mezburede şeyh olan kişiye, (Bu makule evzaa niçün razı olursun?) dediklerinde, -bu durumu savunursa- şer’an ne lâzım gelir? Özetle, sorulan soru şudur: Bir zaviyede karışık kimseler toplanıp, müzik eşliğinde Yunus Emre’nin yukardakine benzer deyişlerini okurlarsa ve tekke şeyhi bu durumu savunursa ne yapmak gerekir? Şimdi, Şeyhülislam’ın fetvasını birlikte görelim:
Cevap- Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cennet hakkında söyledikleri kelime-i şenia küfr-i sarihtir. Katilleri mübahtır. Şeyhleri olan bîdin, hikâyet olan ef’al ve akvâl men’e mübaşeret olunmazsa dahi ne lâzım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o kabahiyi ibadet kabilinden addedüp âyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu itikattan rücu etmezse katilleri vâcip olur.“
Görüldüğü gibi, Osmanlı’nın yükseliş döneminin en büyük şeyhülislamlarından kabul edilen Ebussuud Efendi tarafından, kadınlı-erkekli ve müzikli bir ibadet biçimi "fuhuş“ olarak nitelendirilmekte, Yunus’un tasavvuf içerikli deyişlerine bile tahammül edilmemekte ve bu yolun sâliklerinin katlinin şer’an helâl olduğu yolunda fetva verilmektedir…
MUHAFAZAKARLIK NEYİ MUHAFAZA EDİYOR?
Bugün Yunus Emrecilik yapıp aynı zamanda Hoşgörülü Osmanlı nutukları atanların Osmanlı tarihi okumasında yarar var. Yunus Emre'nin, Alevilerin ve diğer batıni akımların din anlayışlarını ilmi planda tartışmak ayrı bir şeydir. Ama devlet gücünü kullanarak insanları katletmek apayarı bir şeydir.
"Muhteşem Yüzyıl" bence ilgili diziye çok bile verilmiş bir isimdir. O muhteşem Yüzyılda Faiz helal kılınmış, kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimler aynen bugün de olduğu gibi ötekileştirilerek katillerine fetva verilmiştir. Osmanlı'nın en parlak yıllarında İslâmî Adaletten uzaklaşmaya başlaması da sonun başlangıcı olmuştur.
Neo-Muhafazakarlık ve Osmanlıcılık İslâmî ilkelerden çok geçmişin yüceltilmesi ve hamaset üzerine temelleniyor. Bunun siyasi ve entellektüel merkezleri var.
Örneğin Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Kadir Mısıroğlu, Ahmet Akgündüz ve İsmail Kara gibi isimler Osmanlı'yı merkeze alan bir din algısı öneriyorlar. Şimdilerde onlara Dücane Cundioğlu Keşf-i Kadim ile katılıyor.
Bu muhafazakarlık siyasal olarak Milli Görüş ve Milliyetçi muhafazakar tarikatlar ve Nurculuk eliyle beslenmişti. Oysa İslâm'ın öz kaynaklarına dönüş çağrısı bu neo-muhafazakarlığın aksini bir şey söylüyor. ,Tevhid ve Adalete aykırı olan ne varsa babamın oğlu bile olsa karşımdadır babam bile olsa İslâm'a aykırı hareket eden bir kültür Allah indinde makbul değildir. diyor...
Bunun için muhafazakarlığın neyi muhafaza ettiği önemli bir husustur. Bugün Liberal ve Demokrat olmayı seçen neo-muhafazakar çevrelerin bizzat teorileri ve yücelttikleri geçmiş müthiş bir paradoks oluşturuyor.
ÇAĞRI NET: ECDAD AVUKATLIĞI DEĞİL TEVHİD VE ADALET'E SADIK OLMAK
Çağrımız nettir. İslâm'ın Kur'andaki ilkelerine dönmediğimiz sürece bir ıslah içine girmediğimiz sürece bu tip diziler daha çok çekilir ve birileri bu dizilere karşı gayriislami uygulamaları daha çok savunur duruma gelirler. Allah bize Hakkın ve Adaletin şahitleri olup olmadığımızı soracak ecdadı ne kadar iyi savunup savunmadığımızı değil...
Bir sonraki yazımızda ise Osmanlı’da uygulanan dolaylı faizi konu edineceğiz.
Selam ve Salat üzerinize olsun...
YAZIYA YORUM KAT